EFLATUN’UN “DEVLET”İNE AVDET

DANIŞTAYIN 1980’LERDEN bugüne türban konusunda almış olduğu sekiz (8) kararın hepsi, başörtüsü/türban kullananların çalışma ve eğitim haklarını kısıtlayan uygulamaları haklı bulan kararlardan oluşmaktadır. Bu kararlarda evrensel hukuk ilkelerine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve insan haklarına atıf bulunmamakta, 7 Mart 1989 tarihli Anayasa Mahkemesi kararının gerekçesi ile Anayasanın Başlangıç bölümü ve Atatürk ilke ve inkilapları temel referansları oluşturmaktadır.

“Laikliğe karşı simge olma; saçı tesettür ölçüleri içinde kapatmayan türbanı kabul edilebilir, başörtüsünü kabul edilemez bulma; başörtüsünü çağdaş saymama, nihayet başörtüsü yasağını sokağa taşıma” bu kararların ana temaları olarak öne çıkmaktadır.

Türkiye’de başörtüsü yasağının kaynağı parlamento ya da yürütme değil, esas itibariyle yargıdır. Yargının içtihatlarında insan haklarını çıkış noktası olarak almayan ve demokratik olmayan bir laiklik anlayışını öne çıkaran yaklaşımı, Türkiye’de devlet-vatandaş ilişkisini büyük ölçüde zedelemekte, aidiyet duygularını örselemekte ve vatandaşlık kimliğini değersizleştirmektedir. Başörtüsü yasağının esas kaynağı, devlet-vatandaş ilişkisinin demokratik değil otoriter temeller üzerinden tanımlanmasıdır. Neyin çağdaş sayılacağı, “iyi” ve “kötü”nün ne olduğu, doğru davranış tarzı, modern bilimin gerçekliğin mutlak ölçüsü olarak dayatılması, Atatürk ilke ve inkılaplarının muayyen bir anlaşılma biçiminin geçerliliğinin kendinden tanımlı doğruluğu, devlete özel alanın sınırlarını belirleme ve bu alanı biçimlendirme hakkının tanınması, ebeveynin çocuklarının değer dünyasını şekillendirme hakkının elinden alınması, kişilerin dini inançlarıyla çatışma içine girmeye zorlanmaları, dini değerlerin toplumsal hayata etkisinin laiklik adına tümüyle reddedilmesi bu otoriterliğin aynı renkli farklı tonlarını yansıtmaktadır.

Bu kararların arka planında yer alan zihniyet, Üçüncü Cumhuriyet Fransa’sının (1870-1940), dinsizliği devlet politikası olarak uygulayan laiklik anlayışıdır. Mesela bu dönem Fransa’sında, kiliseye gittiği belirlenen bir kamu görevlisi işini kaybederdi. Devlet, kendisini yeni Tanrı olarak dayatmaktaydı.

Cumhuriyetin tek partili yıllarında sokak devletin mutlak egemenliği altına alınmaya çalışılmış, Türkçe’den başka dilin sokaklarda konuşulması idari ve inzibati tedbirlerle önlenmeye çalışılmıştı. Bugün Hollanda’daki milliyetçiler de, sokakta Hollandaca dışında bir dilin konuşulmasını yasaklatmaya çalışıyorlar! Bu dönemde, takke, sarık, çarşaf gibi kıyafetleri giyenlere müdahale edilmekte, çarşaflar yırtılmakta, sakallar zorla traş edilmekte ve kafaya cebren şapka konulmaktaydı. Danıştay kararları böyle bir otoriter zihniyetin uzantısıdır.

Türkiye’de devlet vatandaş ilişkisinin demokratik bir zemine oturtulması için, ebeveynin çocukları üzerindeki tasarruf hakkına devletin saygı göstermesi sağlanmalıdır. Çağdaş eğitim altında kaba pozitivizmin insanlara din olarak belletilmesi uygulamasından vazgeçilmeli, dini eğitime özel alanda konmuş olan yasaklara son verilmeli, devletin dini tanımlaması önlenmeli, dindarlıkla-vatandaşlık kimlikleri arasındaki makas daraltılmalıdır. Aksi taktirde, Türkiye dünyanın en fazla parçalanmış ve gergin toplumu olmaya devam edecek, enerjisini pozitif bir mecraya kanalize edemeyecektir.

  10.02.2006

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut