Sahaya çıkan hükmen mağluptur

BUGÜNÜN EHL-İ dini mücadeleyi, rekabeti, şefkat etmemeyi, başkalarını düşünmemeyi ve hatta yerine göre başkalarının sırtına basarak yükselmeyi önceleyen ve bu değerler manzumesinin besleyip büyüttüğü prototip bireylerin üzerinden beslenen bir sistemle muhatap olmaktadır. Bu sistem sosyal hayatın her yanında yoğun ve kuşatıcı bir nüfuzu sahip ve o nüfuz şaşırtıcı bir şekilde sistemin parçası oldukça daha bir dönüştürücü ve tektipleştirici bir hal alıyor. Sistem kendisini ‘karşı tarafta’ tarifleyenleri bile kendine bağımlı hale getirip yutuyor ve en nihayetinde sistem karşıtlığında kullandıkları enstrümanları kendi içinde alınır-satılır hale getirerek yine kendi içinde bir değer ölçeğinde sabitleyebiliyor. Yine kendi hayatiyetinin devamı için paraya ya da parayı, maddi iktidarı önceleyen bir ‘kaynağa’ dönüştürüyor. Sistem ölçüp biçebildiği, kendi sahasına çekebildiği, anlamlandırabildiği herşeyi velev ki karşısında bile olsa dönüştürüp, kendileştiriyor. Ancak anlamlandıramadığı kendi değerler manzumesinde ve güç skalasında hiçbir yere koyamadığı kıpırdanmalardan da velevki çok cılız dahi görünseler korkuyor. Zira biliyor ki, bilmediğini dönüştüremez, kendi sahasına çekemediğini kendileştiremez. İşte bu korku ile soruyor :

Sen bizi sever misin? Beğeniyor musun? Eğer seversen, neden bize küsüp karışmıyorsun? Eğer beğenmiyorsan bize muarızsın. Biz muarızlarımızı ezeriz

Bu bir soru olmaktan öte bir tehdit dir.Zira sistemin vaz ettiği değerler ölçüsüne mukabil helal-haram gibi bir ölçüyü merkeze almak ve yine sistemin can damarını besleyen kar motifinin geçersiz kılındığı bir sosyal anlayış, sistemin kapitalist hegamonyası için ciddi bir tehdittir. Mesela birde sistem, üstünlük tesisine yönelik ayrımcı bir tutumu vaz eder, ne var ki üstünlük için takva gibi çok yabancısı olduğu bir değeri işaretleyen ve böylece kendi ayrıştırdığı yoksul-varsıl insanları himmet ve hürmet köprüsüyle birbirine bağlayan bir anlayış sistemin kar marjını tehlileye sokacaktır.

Ehl-i din böylesi bir sistemle muhataptır işte. Ne var ki ehl-i dininde bu sistemle muhatabiyeti hep bir reddedilmeyi reddetmek halet-i ruhiyesinden beslenir. Bu halet-i ruhiye ise ‘frengistanda kâşaneler, diyar-ı islamda viraneler’ gördüğünü söyleyen Ziya Paşa psikozundan mülhemdir aslında. Bundan dolayı bugünün ehl-i dini yine çoğu kez sisteme karşı olma, sistemin karşısında güçlü olma adına, yine sistemin tariflediği ve sistemin lugatında tariflenen güç, iktidar ve başarıya ulaşma gayretinde oldular. Sistem onları kendi sahasına çekti, ve bundan sonra olan oldu.. Bir defa kurallarını tamamen sistemin belirlediği, kendisi dışında hiçbir belirleyiciye hayat hakkı tanımadığı ve ölçülerinin tamamen yine sistemin cetvelinden çıkmış bir sahaya çıkmanız demek, maçıın sonucu ne olursa olsun, sistemin boyunduruğuna daha baştan girmek demekti. Oyunu kuralına göre oynamak, kural koyucu olanın üstünlüğünü ve meşruiyetini kuvvetlendirmekten öte ne anlama gelirdi ki? Kuralı koyan her zaman altını alırdı, ve altını alanda kuralı koyuyordu. Sistemin kuralını koyduğu bir sahada maç yapmak sistemin kural koyuculuğu ve altına sahip oluculuğu arasındaki ilişkinin ve zincirin bir parçası olmaktan başka ne kazandırıyordu. İşte bugün ehl-i dinin örgütlediği yapılanmalar yine sistemin sahasında maça çıkmaktır. Artık o sahaya çıktıktan sonra golleri sıralamanız hiçte önemli olmayacak bilakis sistem patenti tamamen kendine ait bir modelin farklı renkteki bir versiyonunu pazara sürüp müşteri portföyünü genişletmekten ötürü keyiften fink atacaktır.

Ehl-i dinin sistem karşısındaki alttan almacı, özür dileyici, bizde aslında şöyleyiz böyleyizci tavrı ve bu tavrın pratik tazammunları olarak karşımıza çıkan başında islami kelimesi olan bir yığın olgu işte hep bu reddedilmeyi reddetmek halinden besleniyor.

Buraya kadar okuduk, şimdi gelelim zehirli soruya diye düşünüp, peki ehl-i din sistemin dışında kalmayı pratik hayattaki karşılıkları açısından nasıl başaracak diye soruyorsanız şunu diyebilirim ki, bu soruyu besleyen düşünsel yapı bize yine sistemden armağandır. Zira maddi tezahürler olmadan, pratik karşılıkların ve bu karşılıkların işaretlediği bir güç, iktidar, başarı yokken iradenin de ne önemi olurki demek, en azından kötülüğüe karşı kalben buğzetmek olan o en düşük makamdan uzaklaştırır bizi vede yine sistemle akort edilmiş bir başarı ve güç tasavvuruna sahip olduğumuzu gösterir. Oysaki biz ‘başarıya ulaşmakla’ değil, ‘tevfik i dilemekle’ mükellefiz. Unutulmamalı ki bu sistem insaniyetten, maruf bilgisinden, fıtrattan uzaklaşmanın anlamı, sapmış ve saptırmış, inhiraf etmiş, amacını ve sevgisini yitirmiş bir hayatın aynasıdır. Dolayısıyla bizim bu sistemde bulduğumuz her güzellik dahası her normallik bizim kendi referanslarımıza, kendi lugatımıza dair bir inhirafın işaretidir.

Hem eger kendimizi sisteme referanslı örgütlenmelerle tariflemezsek, başarıyı, hizmetimizin büyüklüğünü bu örgütlenmeler cinsinden ifade etmez, sistem dışında kalırsak, kendimizi ne ile ve nasıl tarifleyeceğimiz konusunda kendimizden emin bir tavrın da uzağında gözüküyoz aslında.. Belki de asıl problem burda ve başka yerde aramak çok da anlamlı değil..

Oysa ki bize düşen başarmak değil mutttaki olmaktır. Şefkati merhameti, digergamlığı, esas almak, sahaya çıkıp goleri sıralamak değil, sahaya çıkmaktan imtina etmektir. Bizi kendi karşısında,kendisine karşın bile kendi tariflediği bir güce ulaştırmak adına yine kendi içinde anlamlı bir örgütlenmeye davet eden sistemin heva ve nefsi de yanına alan tüm davetlerine karşın ‘Ne sizi ve ne de dünyanızı beğenmiyorum’ demek, diye-bilmektir. Akıbet başaranların, söz sahibi olmayı güçlü olmakla bilenlerin değil muttakilerin olacaktır. Velevki güçsüz, velev ki başarısız, velevki bir avuç olsalar …

Niyet hayırsa, akıbet hayır olacaktır.

Çünkü insanın Rabbi Mucib tir.

metin ergöktaş

  09.02.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Ergöktaş



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut