İyilikten doğan maraz

‘İYİLİKTEN MARAZ doğar’ sözünün iman, İslam ve fıtrat kanununa aykırı olduğunu düşünürdüm hep. Allah’ın ‘Mutlak İyi’ olduğunu, iyiliği emretme ve kötülükten men etmenin iyilik işçiliği olduğunu her mümin teslim ederdi. Şimdi bu atasözüyle iyiliğin zarar ve belaya yol açacağını duyan ve buna uyan herkes kötülüğe tevessül etmez miydi? Veya ‘kötülüğü engelleme’ ve ‘maraz doğurmama’ kaygısıyla iyiliğe yanaşmamaya yönelirdi? Ama bazı ‘iyiliklerin’ başa dert açtığı da ortadaydı?

‘Yanlış iyilik’ veya ‘iyiliği yapma biçimi’ gibi kaide altına alarak bu atasözünün haklılık payı olduğunu epey müşahede ettim. O yüzden ‘İyiliği yapıp denize atıp balık bilmese Halık bileceği’ iyiliği yaptığın kişiden mukabil bir iyilik beklenmeyeceği muhakkaksa da; ‘Ben iyiliğimi yapayım da gerisi mühim değil’ gibi bir serbestlik, başıboşluk veya bilgisizliğe yer olmadığını geç anlayanlardanım. Şefkat ve iyilik de, ilim ve bilgiyle yapılırsa güzel duruyor! Kaş yapayım derken göz çıkartılmıyor böylece!

Çinliler, bir adama her gün balık tutup vermenin gerçek bir iyilik olmayıp adama balık tutmayı öğretmenin asıl iyilik olacağını atasözlerinde vurgulamakla, ‘doğru iyiliğe’ bir derece tanımlama getirmişler anlaşılan!

Elbette ameller niyete göredir. Hani senin ‘kimsenin ayağı takılmasın’ diye yoldan kaldırdığın taşa, az sonra oradan geçen ve köpek tarafından kovalanan birinin ihtiyacı olabilir! Hayır olan bir şeyi şer bilmede, şer olan bir şeyi hayır zannetmede üstümüze yoktur ve insan olmakla şanımızdandır ne de olsa! Hem hadiseleri kişiler hakkında hayra veya şerre çevirmek Allah’ın elindedir. Biz sadece niyeten ve amelen iyiliği tercih eden olmaya çalışırız. İyi zannettiğimiz şey kötü sonuçlar doğursa da, ‘Muhakkak maslahatı mevhum mazarrata feda etmez’ bir şeyin yapılmasında kati bir fayda varsa, ‘ya şöyle kötü sonuç doğar mı?’ vehimleriyle hayrı yapmaktan çekinme(meli)yiz.

Yine de hayır ve iyilik için yaptığın bir hareket ve tuttuğun bir yol sonuçta başa dert açınca ‘boy boylamış, soy soylamış’ dedemiz ve atalarımızın dedikleri zihnen ziyaretimize gelir!

Annemin Kasımpaşa’da üç katlı müstakil küçük bir evi var. Bir aileye kiralamıştı. 5 Nisan krizleri çıktığında kiracı işinden olunca zaten çok ucuz olan kirayı veremez oldu. Anneme iş buluncaya kadar bu durumu hoş görmesini, ihtiyacımız olmadığını, sadakamız olacağını söyledim. Fakat adamın iş arama ve bulma niyeti zamanla kayboldu! “İş arıyorum, işe girdim vereceğim, işten çıktım veremiyorum”larla kaç seneyi geçirdi. At yarışlarında galyan tutturmaya çalıştığını öğrendik nice sonra. O arada yeni çocuğu oldu, oğlu büyüyüp işe girdi, kaç hükümet değişti. Tohum ekseydik koca bir ağacımız olmuştu!

Artık hepimiz gına getirsek de karşıya geçmek, onları evde bulmak zor olduğundan zaman böylece ilerliyordu. Kirayı ödemesinden çok bir an önce gitmesini istiyorduk çünkü ev bakımsız bir viraneye dönüyordu. Erkeklerimiz kızmaya ve ihtar vermeye gittiğinde hallerine acıyıp geri dönüyordu! Artık o ev onlarınmış gibi davranmaya ve benimsemeye başlamışlardı! Ev annemin olduğundan bizden çok onun sinirleri harap oluyordu. Bizim iyilik, marazları peşine takıp çığ olup üzerimize düşüyordu velhasıl.

En sonunda; yani su faturasını ödememekle gelen yüklü cezayı kiracı üzerine aldıktan, ha bir de haberimiz olmadan kaçak elektrik çekip yakayı ele verince gelen on milyarlık cezayı üzerine aldıktan sonra ‘ısrarlı ricamız sonucu’ gitti de kurtulduk!

Tüm bunlar olurken onlar hep birlikte çalışıp yeni eşyalar almış, açmadan kutularda depolayarak yeni evlerine epey hazırlık yapmışlar! Yüz liralık kirayı vermeyen adam beşyüz liralık eve gitti! İnsan ne çektiğini çekmesi bittikten sonra daha iyi anlıyor! Ve ‘bilgisiz ve başıboş iyiliğin bumerang gibi dönüp kişiye maraz olarak geri geldiğini!

Amacım iyilikleri yine de inkar etmeyen ama çokça suistimal eden kiracıyı çekiştirmek değil. İyilik fikriyle yaptığın davranışların neticelerini de seyretmeyi ihmal etmemek. Böylece ‘maraz doğuran’ iyiliklerden de kurtulmaya çalışmak. Bu noktada en dikkat edilecek şey de, birbirimize yaptığımız ihtiyaç anındaki veya ikram renkli olanlar değil de ‘sürekli iyilik’ veya ‘iyilik altına alma’ türünden ‘damlaya damlaya mermeri delen’ iyiliklerde marazların tetikte beklediği.

Mesela senin iyilik olsun diye işleri kimseye kaptırmayıp kendin yapman, ötekilerin o işlerde küt ve güdük kalmasına, kabiliyetinin körelmesine yol açmıyor mu? ‘Gören gözü, tutan eli olmaya çalışmakla’ bir gün yokluğunda onu elsiz, gözsüz bırakmaya!

Hazıra alışmışlar olarak dolaşmadık mı annemizin biraz yanlış yansıyan şefkati yüzünden?

Üstesinden gelebileceğimiz büyük ve önemli işler, aşırı korumacılık ve eften püften ‘mevhum mazarrat ve kaygılarla’ engellenmedi mi?

Tam biz balık tutmayı öğrenecekken ve oltayı alıp giderken, birileri balık ziyafetine çağırmış gibi vazgeçmedik mi buna lüzum olmadığını düşünüp?

Yani belki de iyilik diye bize yapılan yardım, koruma ve kollamalar yüzünden nice kabiliyetlerimizi gün yüzüne çıkaramayıp kendini salmış, sorun bulamayıp çözümde de görev alamamış yönlerimizin sayısı az mı?

Daha ötesini yanlış anlaşılır diye söylemekten vazgeçsem, vazgeçip söylememek boğacak: İhlaslı olması ve balık bilmese de Halık bilir anlayışına riayet etmek için yaptığım nice davranışlar oldu ki meslek hayatımda; ‘karşılığı verilmediği için değersiz kılınarak’ her şeye ödenen ücrete göre değer biçildiği bu zamanda, nice ürünlerim kıymetsiz muamelesi gördü. Gün geldi, yaptığım işin çok kıymetli olmadığına beni bile inandırdığı oldu da, nice üretim ve projelerim bu yüzden ellerini benden çekip gerisin geri gitti. İhlal edilen hukuklar ve kırılan izzet ve ‘kişiyi değersizleştirme’ de cabası olarak ‘iyilik bumerangım’ bana fena bir şekilde geri dönünce; hayata ne kadar acemi ve ters duruşlarım olduğunu oturup yeniden gözden geçirmek payıma düştü. İnsanların neden dünyevileştiğine bir kırılma noktası da orada olduğunu müşahede ettim.

İhlasla ve maddi karşılıksız iş yapanlar değersiz kılınıp mesela büyük paralar ödenerek işe alınan ‘önemli kişi’ daha makbule geçince; bizim saf adama ‘yolun sonu görünüyor!’ Yani insanın yürüyeceği hizmet yolu o açıdan bitiyor. Çünkü yaptığı iş takdir edilmeyip lüzum yokmuş gibi davranılınca, adam ‘lüzumlu işleri yapmayı’ önceliyor.

Kayahan’ın ‘Ben nerde yanlış yaptım?’ şarkısına epeyce aşinalık kesbedip; bu zamanda ihlasla hizmet etmenin ‘kendi içinde’ ne kadar zor olduğunu, ne çok engel olduğunu, ne çok değersiz kılındığını görüyor da, ücreti ödenmeyen ve satın alınmayan havanın değeri takdir edilmediği derecede geminin aslında onlarla ayakta durduğunu takdir eden olmuyor.

Her neyse. Bu da ayrı bir parantezdi. Niyetimiz istediği kadar iyi olsun, iyi amel ederken maraz doğmaması için ayrıca çaba sarf etmek gerekiyor!

  06.02.2006

© 2021 karakalem.net, Hülya Kartal



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut