Çocukları Dinlesek?

Mehmed Boyacıoğlu

HANIM OKURLARIM mazur görsünler; kadın taifesinde kendini göstermeye yönelik fıtrî bir eğilim vardır. Dikkati kendilerine çekmeyi çok iyi becerirler, istediklerini de bu yolla elde ederler. Bu durum imaja yönelik vurgusuyla öne çıkmış çağımızda daha bir belirgindir. Müspet veya menfi yönde, kendi aralarında sergiledikleri dayanışma da buna eklenirse, istekleri karşı koyulamaz bir hal alır. Kendi iradelerinin karşıtı herhangi bir fikir beyan etmek büyük bir cesaret ister.

Özellikle, kadının statüsü ve iş hayatındaki rolü, çocukların bakım ve eğitimi hususlarında karşı bir söz söylemek, yazı yazmak neredeyse imkânsız gibidir. Bu konularda yazma “cesaret”i gösterenler de oldukça ürkek bir üslup kullanmak zorunda kalırlar.

Bu kanaate varmama yol açan bir iki anekdot kaydedeceğim.

Taşradan İstanbul’a geldiğim günlerdeydi. Bir hanım dergisinin editörü olan bir gönül dostum elime bir dergi tutuşturmuş ve benden oradaki Kreşler Hakkındaki Acı Gerçekler ‘(Hard Truths About Day-Care Centers) adlı bir makalenin çevirisini yapmamı rica etmişti. Makalenin yer aldığı derginin editörü, bu yazının, “Çocuksuz Toplum (Child-Proof Society)” adlı bir kitabın özeti olduğunu ve bu kitabın da yakında basılacağını okuyucularına duyuruyordu. Ancak, aradan neredeyse yirmi sene geçti, o kitap hâlâ gün yüzüne çıkmadı.

When Mothers Work, Who Pays? (Anneler Çalışınca Kim Bedel Öder?) adlı kitabın yazarı da çalışan annelerin çocuklarının maruz kaldığı bütün problemleri rakamlarla, grafiklerle ortaya koyduğu halde, “ben bütün bunları annelerin çalışmaması gerektiğini söylemek için yazmıyorum” gibi özür dileyici bir üslup sergilemektedir.

Amerika’daki eğitimimim sırasında, işim icabı araştırdığım eğitim dergilerinin, bu hususa temas eden makalelerinde de aynı ürkeklik ve çekingenliği gözlemledim.

Bu çekingenliğin sebebi, yanına başka “–izm”leri de alarak, fıtrata karşı mücadelede sayı çokluğunu elde eden feministlerin tepkisidir. Peki, bir davayı savunanların çok olması, reaksiyonlarının güçlü olması onun haklılığına delil midir? Yani, dünyada buluğ çağını geçmiş olan kadın sayısı bir buçuk milyar ise, bu miktara bir o kadar da erkeklerden destek gelse, bu üç milyardan hiç birisi bir çocuğun annesinin işe gitmek için evden ayrılışı anındaki üzüntüsüne gerçek derman olabilir mi?

Çocukların maruz kaldıkları ruhî sıkıntılar, çöküntüler, beslenememe, kreşlerde olduğu gibi; bulaşıcı hastalıklara maruz kalma gibi problemler, aklıselim sahibi araştırmacılar tarafından ortaya konulduğu halde kadın hürriyeti adına gürültü koparmanın manası ne ola ki?

Çocukların fıtratın ta kendisi olan sesleri feryatları dinlense, tüketim toplumunun her gün karşımıza çıkardığı “ihtiyaçlar” bahane edilerek, masumlar sabahın köründe “emanet” ellere bırakılır mı?

“Altı yaşından küçük çocukların annelerinden dört saatten fazla ayrı kalması zararlıdır” uyarısı, akını kalbi ile birleştiren uzmanlarca dile getirildiği halde, psikolojik bir yanıltma ile bu yaştaki çocukların “anaokulu” denen nev-zuhur yuvalara terki uygun mudur?

Çocukların esas itibariyle evde yetiştiği bilindiği, hatta Süfyan b. Uyeyne’nin (ra) dört yaşında hafız olduğunu anlatan güzelim cümleler okunduğu halde, kreş ve anaokulu gibi kurumlara İslâm adına sahip çıkmak ve onları birer hizmet aracı olarak görmek ne ölçüde doğrudur?

Çocukların psikolojik ihtiyaçları öncelense, evde yapılabilecek iş tercihleri bulunabilir. Köylerde, çalışmaya muhtaç olan anneler hem işlerini yapma hem de çocuklarına bakma imkânına sahiptirler.

Sözün özü, ehl-i din, feminizmin “emanet bakım” dayatmasına karşı koymak; çocukların gerçek feryatlarını, fıtratın birer yansıması olan hıçkırıklarını duymak zorundadır. Kimse, çocuklara maddi gelecek sağlayalım derken manevî geleceklerini karartma hakkına sahip değildir.




1. Reader’s Digest, October 1988

  01.02.2006

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut