BİR MARTI kanadını değdirdi serin sulara, ürperdi ve uçtu.
Elini ateşe değdirdi çocuk, üfledi ve parmağını çekti.
Günebakanlar, güneşe karşı açtı, kargalar, korkuluğu gördü ve kaçtı.
Bir taş fırladı bir adamın elinden, gitti, gölün ortasına düştü, balıklar kaçıştı.
Bir patlama oldu pazar yerinde, kuşlar uçuştu, insanlar koşuştu, sebze ve meyveler saçıldı.
Bir kutlama yapıldı, havai fişekler patladı, gökyüzünü duman ve toz kapladı.
Aynı esnada, mutfaktaki tencerede mısırlar patladı, etrafa güzel bir koku yayıldı..
Bir yandan çocuklar mantar tabancalarını patlattılar, kediler kaçacak bir yer aradı.
Arabanın lastiği patladı, direksiyon hakimiyetini kaybeden şoför aracı bir duvara çarptı ve durdu. Çocuğun elindeki uçan balon patladı, gözyaşları ve feryatlar kapladı ortalığı.
Su borularından biri patladı, mahalleyi sel aldı.
Gözlüğü çatlayan genç, etrafa puslu gözlerle bakındı.
Bardağı çatlayan misafirin çayının tadı damağında kaldı.
Çatlak lavabo su sızdırdı durmadan.
Genç bayanın en sevdiği bardak kırıldı, servis takımı bozuldu.
Ödevini noktası noktasına tamamlayan bir programlama öğrencisi tam kaydedecekken yaptıklarını, mahallenin elektrik direğine yıldırım düştü..Kocaman kütük yere devrildi, elektrikler kesildi…
Mimarlık tezini hazırlayan gencin emek emek hazırladığı maket yere düştü..Tam ortasından çatladı ve sonra ikiye ayrıldı.
Bir çocuğun oyuncağı çatladı, birinin telefonu suya düştü, birinin hayalleri...
Başka çatlayanlar da vardı.
Fındıklar, cevizler, bademler çatladı, içlerindeki lezzet yiyenlere ayan oldu.
Çatlayan tohum, toprağın içinde yol almaya başladı..Yeni bir filiz doğdu.
Döküldü-kırıldı-çatladı-saçıldı-patladı.
Kimi için iyi, kimi için kötü bir netice oldu.
Kırık camlar batmadıkça ayaklara, patlayan balon yakmadıkça çocuğu, sel suları bir tahribat yapmadıkça, lastiği patlayan araç kaza yapmadıkça, serseri kurşunlarla kimse yaralanmayınca, bir “OH” çekildi derinden.
H harfi bazen F harfi ile karıştırılabildi.
Büyük musibetlerin önleyicisi küçük kazalar, büyük kazaları “ucuz” atlatmalar, hayatın ne çok sahnesinde karşımıza çıkıyorlar..
Kurtarılışlar, felaha ermeler, üzüntüler, geç kalmalar, kırıp dökmeler, kazalar, tüm bunlar bazen bir işaret oluyorlar, bazen bir silkelenme.. Bazen de, aldırmamak yine.
Oysa hiçbiri boş değil, boşuna değil…
Bazı parçalanışlar, bazı kazalar küçük görünseler bile, nice semereyle hayatımızın köşe başlarını tutuyorlar.
Tıpkı bir küp şekerin ancak parçalanarak tat vermesi, bir tarçın çubuğunun ancak kırılarak koku vermesi gibi, insan da kırılmalara bölünmelere meyyal, ancak sanıldığının aksine bir parçalanış bir uyanışa vesile olabiliyor.
Bir kimse, mısırla ömründe ilk defa karşılaşıyor olsa, onu toplasa, bir şekilde ondan istifade etse..Bir gün, mısırlardan biri ateşe düşse, “eyvah” der belki..Bu “eyvah” mısırın bir de patlamasının olduğunu bilmeyiştendir, bir yitirişedir. Oysa, patlamış mısırın tadına bakınca anlar ki, bir de böylesi bir lezzet varmış.
Elemler de böyle zannımca, başka lezzetlere, başka dirilişlere kapı açıcı.
Keder de, kaderde karşımıza çıkan şer görünümlü hayırlar da öyle..
Hem hayatta lezzet kadar elem de tat verebiliyor, elmanın olgunlaşması gibi olgunlaşıyor insan..
Bu yüzden, kırılana değil kırdıran hikmete, dökülüp bozulana değil, ardından geleceklere çevirmeliyim bakışlarımı..
Ufak tefek de olsa, karşımıza çıkan “aksilikler”in kader çizgimizde mukaddes bir yeri vardır diye düşünüyorum..
“Hay aksi” dedirten nefsin aksine çalıştırmalı hisleri, toparlanmalı, daha büyüğünden esirgeyen, bağışlayan Rabbe hamd ve senada bulunmalı.
Bir küçük yahut büyük kazanın da böylece atlatıldığına sevinilmeli, lezzet duyabilmeli..
Sevinmeli, zira zeval-i elem dahi lezzettir..
Elem dahi, bir yaratılış gereği, elem dahi hikmettir.