İLKGENÇLİK YILLARINDA okuduğum az sayıda büyük roman içinde beni belki en derinden etkileyen, Balzac’ın Goriot Baba’sı olmuştur. Dante’ye nazire olarak tasarladığı belirtilen İnsanlık Komedyası külliyatı içinde sunduğu bin civarında tipleme ile romanlarında en fazla tipleme sunmuş edebiyatçı ünvanını da kazanan Balzac’ın bu romanı, okuduğum zamanın ruhuna uygun bir kıvam da arzeder benim için. Üzerinden neredeyse yirmibeş yıl geçti; ama bir akşam üzeri başlayıp vakit namazları hariç sürekli okuyarak ertesi gün öğleyin bitirdiğim bu romanın içindeki birçok isim hâlâ hatırımda. Taşradan gelen öğrencilerin ya da hayata tutunamamış veya tutunduğu yerden düşmüş yetişkinlerin buluştuğu pansiyonlar mekânı olarak Quartier-Latin; orada, bir pansiyonda kesişen hayatlar; bir yanda dünyanın her türlü halini görmüş yaşlı Goriot Baba, öte yanda ‘Paris sosyetesi’nin önce gözüne, sonra içine girme derdindeki taşralı hukuk öğrencisi Eugéne de Rastignac, sağlam karakterli bir genç olarak zihnime kazınmış olan ama B ile başlayan ismini unuttuğum tıp öğrencisi, ve diğerleri...
Bu romanı okuduğumda, üniversite üçüncü sınıftaydım, ‘siyasal bilgiler’de okuyordum, hukuk fakültesi komşumuzdu ve ben tıp fakültesinde okuyan bir arkadaşımla beraber kalıyordum. Üstelik, üniversite öğrenimi dolayısıyla İstanbul’a gelmiş taşralılardık.
Bir taze gençlik idealizmiyle fakülteye başladığını, dahası bir ‘dava’ ve bir ‘ideal’ uğruna Siyasal Bilgiler’i tercih ettiği ilk iki yıldakı heyecanından bildiğim nicelerenin yüzünü başka mecralara döndürdüğü o son iki senede ‘Eugéne kompleksi’ne kapılmadıysam eğer; sosyete sınıf arkadaşları bir ‘özenme adresi’ olmadıysa benim için, okul-sonrası tasavvurlarım da buna göre kurulmadıysa; hayatımı yazı üzerine kurarken de, birilerince ve bir yerlerce kabul gibi bir arzu gizliden gizliye yönlendirip kaydırmadıysa ayağımı, bunda, toprağı bol olsun, bu romanıyla Balzac’ın büyük hissesi vardır. O son derece başarılı tiplemeler içinde aslında iç dünyası temiz Eugéne’in yaşadığı ikilemleri, açmazları, çelişkileri ve kaymaları öyle ustalıkla tasvir ediyordu ki Balzac, ruhumun sesini dinledim ve Eugéne gibi olmak istemedim.
Gelin görün ki, yirmibeş senedir, sağda-solda başka isimler altında binlerce Eugéne gördüm ve görmekteyim.
Taşralı, taşralılığını bir noksan olarak algılayan, hatta bazan bunu taşrayı yücelterek telâfi etmeye çalışan; ‘kentli’ye göre daha dindar, ama dindarlığından çoğu yerde utanan; giyim-kuşamı ailesinin maddî imkânlarına göre olan, ama ailesinden ve o maddî şartlardan da utanan; sınıfında kolej mezunu bir kızın ona şöyle bir gülümsemesi ile kendinden geçmeye dünden hazır, işyerindeki master’ini bilmem nerede yapmış mesai arkadaşının “Sen farklısın. Sen diğerleri gibi değilsin” diye başlayan cümlelerine kapılıp dönüşmeye müheyya.. binlerce Eugéne gördüm.
Bu Eugéne’leri her yerde gördüm, her türlü ‘taşralı’ yapılanma içinde ve her türlü dinî içerikli oluşumda. Görmeye de devam ediyorum.
İtiraf edelim: Bizler, Balzac’ın Goriot Baba’sındaki Eugéne’leriz. Kararlarımızı çoğu zaman Eugéne halet-i ruhiyesi ile veriyoruz; tercihlerimiz ve tarz-ı hayatımız Eugéne kompleksiyle şekilleniyor.
Sorgulayamadığımız, haydi sorgu faslını geçelim, en azından itiraf edemediğimiz bu Eugéne halimizle, kendimiz ‘dönüşmeye’ ve ‘dönüştüğümüz’ü fark yahut itiraf etmeme uğruna sabitemizi, yani dinimizi, İslâm’ımızı da dönüştürmeye pek de müsaitiz.
Filan gazetede bize ayrılan bir köşe, feşmekan köşe yazarının bize yönelik iltifatı, filanların verdiği yemeğe bir davet, falan topluluğun bize verdiği ödül, filan davette falanın bize söylediği “Azizim, sizi çok takdir ediyorum, siz diğerleri gibi değilsiniz...” diye başlayan usturuplu yönlendirmeleri, feşmekanların “İşte böyle dindara can kurban!” gazıyla verdikleri ‘tebliğe çok müsait’ görüntüler, feşmekan kolejli güzel sunucunun programına davet.. derken, dönüşmeye o kadar aç, dönüştürmeye o kadar açık, dönüştürücüler için ise o kadar kolay lokmayız ki...
Bu tahlilimin izdüşümünü ister iç dünyanızın kıvrımlarında arayın, ister mensubiyet hissettiğiniz dinî toplulukta, ister eşinizle birlikte kurguladığınız hayat modelinde, ister insanlarla ilişki biçiminizde, ister siyaset âleminden dünyanıza yansıyan görüntülerde, ister başka yerde...
Ama eminim ve eminim ki, bu yerlerde bir Eugenie kırıntısına muhakkak rastlayacaksınız.
Alın işte içimizden nicelerinin havada kapacağı son zokayı. Daha az önce okudum, Münâfikûn sûresini dikkatle okumadan kendisini çözümlemenin doğru olmayacağı bir büyük yazar döktürmüş yine, “İslâmî Kalvinistler”den dem vurup Bediüzzaman’ın, Fethullah Gülen’in ve Nurcuların adını anarak. Ve hiç sevemediğim ama bizim camiadan bazı açık ağızlara çaldığı balın tadını hâlâ unutamayanların pek itibar ettiği kasıntı adamın aha bugün bir kez daha yazdığına göre İslâm kapitalizmle uyuşabilirmiş meğer.
Ey kardeşlerim! Ey Eugéne halet-i ruhiyesi taşıyan kardeşlerim!
“Beşinci Şua” müellifini, “Beşinci Şua”nın telif sebebi iki ‘şahs-ı manevî’ ile ‘uzlaştırmaya’ gerçekten razı mısınız?
Razı mısınız buna? Vicdanınız elveriyor mu, basiretiniz bağlandı mı, ferasetiniz mi yitip gitti?
Ey kardeşlerim! Ey Eugéne kompleksiyle muzdarip kardeşlerim!
Dikkatli olun lütfen! Lütfen dikkat!...