Bir şiir niçin kırk kez yazılır?

MEVLANA HAZRETLERİ cancağızına seslenirken, ‘Yeni şeyler söylemek lazım!’ diyordu. Can yakan durumlara ve yaşanılanlara artık ‘ev’ olamayan, bunları karşılayan ‘dil’ olmaktan çıkan söylemlerin çelimsizlikleri karşısında her birerimiz de Mevlana’nın bu deyişine sığınmışızdır, ‘Azizim! Artık yeni şeyler söylemek lazım!’ demiş, gidip yeni bir ‘dil’e oturmanın gerekliliğine vurgu yapmışızdır. Hep böyle demiş, ancak hiç de ‘yeni şeyler’ söyleyememişizdir. ‘Yeni şeyler söylemenin’ gerekliliğine olan o ısrarlı vurgumuz eskimiş ama bu gerçekleşmemiştir. Şimdi de söylüyoruz: ‘Yeni şeyler söylemek lazım.’

Niçin ‘yeni şeyler’ söyleyemiyoruz?

Eğer dil, yaşanmışlığa, yani ‘varlık’a ‘ev’ ise; ‘ev’i dolduracak ‘şey’in, yani yaşanmışlığın ‘yeni’lenmesi gerekiyor başta. Aynı şeyi yaşamaya devam ediyorsak, hikâyemiz bir yerden kırılmaya uğramıyorsa, hayatımızın dalları yeni bahçelere eğilmiyorsa, ‘eski’ye niçin ve nasıl ‘yeni’yi giydirelim ki? Biz hangi durumlarda gardrobumuzu değiştiririz? Hep ‘aynı’ şey kaldıkça, böyle bir zahmete de girmeyiz. Ne zaman bedenimiz genişler veya incelirse, eskilere sığmaz veya onlara küçük gelmeye başlarsak, işte o zaman soluğu ‘yeni’lerin kapısında alıyoruz. Vücudumuzu elbisesiz (yani ‘ev’siz) bırakamıyor, ‘yeni’ bedenimize ‘yeni’ giysiler giydirmekten kendimizi alamıyoruz. ‘Dil’imizin ‘yeni’lenmesi de, hayatlarımızın ‘yeni’lenmesine bağlı. Hayatlarımızın farklılaşmasıyla dillerimiz de değişiyor. Çünkü dil, daha temel bir şeyden sonra geliyor. Merkezde, ‘varlık’, biz neysek o duruyor. Merkezde duran şey mazruf, dil ise zarftır.

Ayrıca, bütünüyle yeni şeyler söylemek de biraz zor gibi görünüyor. Doyumsuz hırsın kucağına oturmuş insanın, ‘iktidar’a kilitlenmiş insanın iktidarında sınırlar anlamını yitirmiş olsa da, bu insanın elleriyle her şey bir başkalaşım geçirmişse de, insanlık durumu denen şey değişmemiş, değişecek gibi de değil. İnsan, ‘sonlu’da ‘sonsuzluğu’ istemek gibi güç bir durumun orta yerinde çırpınıyor. Mutlak acziyet içinde imkânsızı istemekte. Her yolu denemekte; kalpten akla, akıldan absürde sarkıyor, ama nafile, son bir ‘hiç’ oluyor. Geçen koca bir zamanda hep aynı insanlık durumları… İnsanın hikâyesi değişmiyor. Dolayısıyla değişmeyen hikâyenin gelip oturduğu dil de aynı oluyor. Elbette ki, ‘Doğu’nun ve ‘Batı’nın farklılıklarını göz ardı etmiyoruz. Sırat-ı müstakimde yürüyen medeniyetlerin kurduklarıyla uçlarda dolaşanların yıkımları arasındaki o keskin çizgiyi görüyoruz.

Dememiz o ki, bu farka rağmen, hepimiz, içine doğduğumuz hikâyeleri devam ettiriyoruz. İsmet Özel’in dediği gibi, hikâyelerimiz başkalarının hikâyeleriyle başlıyor. Zaman ve mekânın ara tonları seçilse de, derinde aynı hikâye devam ediyor. Değilse, Leyla ile Mecnun niye kırk kez, kırk farklı kişi tarafından yazılsın? Bu hikâye ‘yeni’lense de, hep bir tarafta Leyla diğer tarafta Mecnun duruyor, merkezinde ise aşk... Hikâyeye hangi dil giydirilmiş olursa olsun, Leyla ile Mecnun hangi forma sokulursa sokulsun, aynı kırıklık yaşanıyor. O derin yetmezlik, o hüzünlü son yakayı bırakmıyor. Birimiz Mecnun diğerimiz Leyla oluyor, çöle düşüyoruz. ‘İçine doğduğumuz zaman, mekân ve şartların çaresiz tutsağıyız.’ Zygmunt Bauman böyle diyordu. Leyla’dan geçip Mevla’ya ulaşanlarımız da oluyor, Leyla’ya varıp orada boğulanlarımız da… Mecnun ile omuz omuza gelip ‘insan’ı doğuran Leyla da oluyor, Mecnun’un gölgesinde çelimsizleşen Leylalar da oluyoruz.

Hikâyemiz işte hep böyle ‘aynı’ olunca, hikâyemizin gidip oturduğu ‘dil’ de değişmiyor. Değişmediği için de canımızı sıkıyor. Çünkü bu durum çaresizliğimizin altını çiziyor, bir türlü dolduramadığımız o kadim boşluğumuza ışık düşürüyor. Altı çizilerek ve üzerine ışık düşürülerek görünür hale gelen, gözlerimize sokulan ‘yara’mız, kaşınmayı dayatıyor. Kaşındıkça derinleşiyor, derinleştikçe kaşınıyor. Acı ve hazın birleşen kolları arasında hikâyeden hikâyeye geçtiğimizi sansak da, temelde değişen bir şey olmuyor.

İlhan Genç’in, Leyla ile Mecnun’un İki Şairi Fuzuli ve Sezai Karakoç isimli kitabı (Şule Yayınları, Türkiye Yazarlar Birliği 2005 ödülü sahibi) bana bu kadar laf söylettiksen sonra şu soruyu da sorayım: İnsanlık durumu devam ediyorsa, Fuzuli ile Sezai Karakoç ne yapsın?

Yazıyı burada bitirirsem, beni böyle konuşturan, diyeceğimi deme imkânını veren bu kitaba haksızlık etmiş olacağım. Leyla ile Mecnun gibi kadim bir insanlık durumunu; aşkı, şiiri çalışmasının odağına koyan İlhan Genç hocam büyük bir teşekkürü hak ediyor. İki muhteşem şairin yazdığı muhteşem bir şiiri, hikâyeyi, romanı (evet roman, ‘Leyla ile Mecnun’a roman diyenler de var) bize yeniden okuttuğu için kendisine teşekkür ediyoruz.

‘Akademisyen’ denen insan türünün o üniformalı diliyle bir şekilde karşılaşmış okuyucuyu şaşırtacak bir kitaptan bahsediyoruz. Yanı başını her zaman dostlara hazır tutan bir insan İlhan Genç… ‘Eski Edebiyat’ı okutan bir doçent doktor… İzmir’de kırk altı sayı yayımlayabildiğimiz Harman dergisindeki refikliğimizden bilsem de, bu kitapla bir kez daha fark ettim ki, İlhan hoca bildiğimiz o akademik dilin çok dışında. Kitabını, severek okuduğu iki şairin yazdığı o muhteşem şiirin evreninde örmüş. Aşk ile… Leyla ile Mecnun şiirinin hikâyesini, tarihini, kültürel kodlarını; divan şiirinin ve geleneğin bize neler söylediğini, Fuzuli ve Sezai Karakoç’un Leyla ile Mecnun şiirlerinin mukayeseli okuması içinde vermiş. Merkezde Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun’unu tutarak, Sezai Karakoç’un, Fuzuli’nin bu şiirini nasıl yeniden yazdığını, Karakoç’un gelenek ve divan şiirini bugüne nasıl taşıdığını anlatıyor.

Bu kitabı, daha doğrusu, Fuzuli ve Sezai Karakoç’un Leyla ile Mecnun şiirlerini mukayeseli okurken, bu yazının başında anlatmaya çalıştığımız hikâyemizin, zaman ve mekânda nasıl değişerek devam ettiğini gördüm. Hikâyemizin aşktan geçtiğini, aşk ile yaralandığını, yine aşka vardığını bir kez daha fark ettim. İyi ki de öyle oluyor. Değilse, nasıl katlanırdık böylesi zor bir hayata? Sırtımıza aldığımız o ağır emaneti ancak aşkla taşıyabiliriz, değil mi?

  21.01.2006

© 2021 karakalem.net, Nihat Dağlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut