Abartmayalım!

BİR YIL kadar öncesiydi. ‘Bizim gazete’lerden birinde okuduğum bir röportaj beni bir hayli şaşırtmıştı. Gazete ve televizyonlara ve de beyaz perdeye yansıdığı haliyle hiç sevmediğim, ahlâkî duruşunu ancak ‘–sız’ ekiyle tanımlayabileceğim bir aktris kadın, güne Kur’ân okuyarak başlamazsa duyduğu huzursuzluktan, Kur’ân’ı ne kadar sevdiğinden, buna mümasil şeylerden bahsediyordu.

Okuduklarım sonrasında, her insanın değişebileceğini, geçmişi ne olursa olsun gelecekte bambaşka bir insan olabileceğini düşündüm. Kendi kendime bu insanı tebrik etmek gerektiğini söyledim içimden. Olumlu anlamda bu kadar başkalaşabilmek, zoru başarmak demekti zira. Sözlerin en hakikatlisi, mahzâ hakikat olan Kur’ân’ın insanı getireceği nokta da ancak bu olmalıydı.

Derken, bu mesele gündemimden çıktı. Haftalar, aylar, hatta neredeyse bir yıl geçmişti ki, zihnim ve duygularım başka gündemlerle meşgulken ‘bizim gazete’ diyemeyeceğimiz bir gazetede çıkan birkaç satırlık bir haber bu eski meseleyi tekrar gündemime taşıdı.

Haber şöyleydi: Bir yıl kadar önce ‘dindar gazete’ye ‘Kur’ân sevgisi’ üzerine konuşan kişinin işlettiği gece kulübü, gecenin bilmem kaçında kurşunlanmış!

Bu haber, şaşırtıcı birşeydi benim için. Çünkü, bizim gazetelerden birinde röportajını okuduktan sonra olumlu bir başkalaşım, hatta bir dönüş yaşadığını, yaşama biçimini değiştirdiğini düşündüğüm insanın benim düşündüğüm anlamda ve benim düşündüğüm düzeyde bir değişim yaşamadığı gün gibi ortadaydı. Yoksa, Şâri’-i Hakikî’nin apaçık Kur’ânî yasağına rağmen içki içilen, kadın bedeni teşhir edilen, dahası fuhşiyata yataklık yapma işlevleri olan ‘gece kulübü’ gibi bir mekânın işletmecisi olmaya el’an devam etmesi, ciddi anlamda değişim yaşayan birinin yapabileceği birşey değildi. Demek ki, bu insan hayatında bir değişim yaşamış olsa bile, bu olsa olsa ‘kısmî bir değişim’di. Ama bütünüyle, kökten değişmemiş, olumlu anlamda başkalaşmamıştı. Bir yanıyla eski hayatının içindeydi, hatta hâlihazır geçim kaynağı haramın ta kendisiydi yine.

Sonra, ‘bize’ kızdım. Küçük değişimleri ne kadar büyütüyoruz ve bir insanın hayatının merkezine koyup, onu bambaşka biri haline gelmiş gibi gösterebiliyoruz diye. Öyle ya, sözkonusu kişi röportaj yapılıyor iken de yine gece kulübü işletmecisiydi. Oysa bundan hiç bahsedilmiyordu. Yazıya bakılsa, onun eski hayatıyla hiçbir bağlantısı yok sanırdınız. Başkalaştığını düşündüren de buydu zaten.

Ardından aynı şeyin, bir hadisin ifadesiyle ‘çöplükte yetişen başka kırmızı güller’ için de pek çok defalar yapıldığını hatırladım. Bambaşka bir hayatın içindeki birileri, bazen ‘dua edebiliyor’ diye, bazen hayatın sorgulanmasına dair iki cümle söz konuşuyor diye, bazen de akıldan çıkarılması mümkün olmayan ölümü hatırlıyor diye birer övülesi insan misali gündemimize oturabiliyor pekâlâ. Kendilerinden ekran ekran, sayfa sayfa bahsedilebiliyor, önlerine geniş imkânlar sunabiliyoruz. İşin ucu “Şarkılarını bizim otelde söyle, bizim dizilerde oyna” tekliflerine kadar varıyor. Hatta, onların hatırı için ‘tagannili kadın sesi’ni helâlleştiren fetvalar dahi verebiliyoruz!

Oysa bu insanlar hayatlarını bir bütün olarak değiştirme yoluna gitmiyor ve o sürece girmiyorlar. Bu yolda yürüyene ve bu sürece girene selam olsun! Ama niceleri, hayatlarını olduğu gibi sürdürürken, o hayatın içinde hakkaniyetli iki cümle sarfediyor veya ‘hayran’ kitlesini bizi de içine alacak şekilde genişletecek birkaç enstantane aktarıyorlar. Onları yine eskisi gibi yaşarken görüyoruz.

Halbuki, bu sözleri yürekten sarfeden bir dil, bunu düşünen bir akıl, evvelce yaşadıklarından gerçekten muzdarip bir kalb artık o hayatı yaşamıyor olmalı, yavaş yavaş da olsa oralardan çekilip çıkmalı değil mi?

Maalesef böyle olmuyor. Alışkanlıklar, alışkanlıklarla gelen hayat tarzı çoklukla değişmiyor. İnsanlar ‘iki yöne bakar’ vaziyette, ama daha fazla da eski yönlerine dönük vaziyette yaşayıp gidiyorlar.

Biz ise onların bu değişmeyen yönüne değinmiyor, söylediği iki cümleye alkış tutup, her yönden değişmiş görüyor ve öyle gösteriyoruz. Bu tavrımızla, örtülemeyecek kadar büyük yanlışları örtmüş, bu yanlışların arasında sıkışıp kalmış doğruları dev aynasına tutmuş oluyoruz.

Bu tavrın bir açıdan takdire şayan olduğunu da düşünmüyor değilim. Hakikatli söz ve davranışlar karşısında kayıtsız kalmak veya ‘ha şunu bileydin’ yahut ‘aklın, vicdanın neredeydi şimdiye kadar?’ diye başa kakmak yerine, birilerini yanlışlarından vazgeçirmenin yolu, doğrularının farkına varmasını sağlamak, doğrudan da nasibi olduğunu göstermektir diye düşünülebilir pekâlâ. Böyle yapılması, insanı yanlışlar içinde gösterip yolunu doğrultması noktasında şevkini kıran şeytanın tuzağına düşmekten de koruyacaktır. Zaten bir insan bütünüyle yanlışlar içinde olamaz.

Fakat takdirde ölçüyü tutturamadığımız zaman şeytanın bir başka tuzağına düşmeye zemin hazırlamış oluyoruz. Ölçüsüz takdir insanlara yanlışlarını unutturuyor, kendisini halihazırda olduğu haliyle doğrulardan ibaret gösterebiliyor, böylece dua ve istiğfar kapılarını çaldırmıyor.

İşin daha vahim bir tarafı daha var ki, isterseniz şimdi bu fasla hiç girmeyelim de gelecek Cuma’yı bekleyelim...

  20.01.2006

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut