Zor zamanda aile olmak

AİLE İNSANIN yeryüzü serüveninde bir şekilde var olmuş kadim bir kurum. Derleyip toplayan, koruyup onaran doğası ve temelini oluşturan prensiplerin zaman üstülüğü sayesinde değerini ispat etmiş, zamanın aşındırmalarına, modern hayatın mutlak özgürlük illüzyonu ve bireyi yücelten rüzgarlarına karşı, asli yapısını koruyarak bugüne kadar gelebilmiş bir birim. Fıtratıyla arasındaki mesafe ümitsiz bir şekilde açılmamış her insan, ruhunu bir ailenin sıcak çatısı altında sağaltma ihtiyacını duyuyor. Ve bu ihtiyaç, neo-liberal kuşatma altında varolma mücadelesi veren Doğu toplumlarında elan devam ediyor.

Geleneksel olandan köklü bir kopuşu ifade eden modernite her türlü yapıyı olduğu gibi aileyi de üstünde hayat bulduğu zemini kökünden sarsarak yıprattı. Pek tabi, kendisini evrenin merkezine yerleştiren ve bir üst otorite ile bağlarını koparan modern bireyin, Mutlak bir Varlığın diğer yaratılmışlara karşı sorumluluk bilinciyle donatılmış kullarının oluşturduğu aile içinde barınabilmesi mümkün değildi. Bu birey, kendisini, aracılığıyla tanımlayacağı zaman ve mekan üstü, ebedi prensiplerden yoksun kalınca, dışındaki herşeyi "öteki" haline getirdi. Bu ötekileştirme ameliyesi aile içinde kadın-erkek karşıtlığının da temelini oluşturuyordu. Sanayi devrimi ile aile, bir üretim birimi olmaktan çıkınca, kadın, kendisine bir toplumsal kimlik de sağlayan bu yegane dayanağından mahrum kaldı. Kitlesel üretimin ortaya çıkardığı iş gücü açığı kadınları da fabrikalarda çalışmaya sevkediyor ve kadın ile erkeği birbirlerine rakip eden yola bir taş daha döşeniyordu. Kadının evle ve annelikle ilgili sorumluklarının onu bu yarışta geri bırakmasına ve ezilip, sömürülmesine sebep olduğu yolundaki feminist teori de bu zeminde ortaya çıkıyordu. Dahası toplumsal olanın bir tür tanrı yerine konulması ve cinsler arası farklılığın verili, doğal kabul edilmemesi sonucunda cinsiyetin bir çeşit proje olduğu ve tekrar üretilebileceği bile iddia edildi. Gender yani toplumsal cinsiyet kavramı böyle bir zeminde hayat buldu.

Marksist teori ise toplumsal sömürü ilişkilerinin aile içinde kadın-erkek arasında palazlandığını, evde erkeğin burjuvayı, kadının proleteryayı temsil ettiğini söylüyordu. Ailenin ve toplumsal dokunun kurgulanabilir yapılar olduğunu, onları üreten alt-yapının değiştirilerek üst-yapının da değiştirebileceğini düşünüyorlardı. Fakat toplum içindeki iktidar ilişkilerinin kaynağı olarak gördükleri şeyleri değiştirmeye çalışırken farkında olmadan doğalarını da değiştirmeye yeltenmişlerdi. Ve beşeriyet bu tecrübenin de fiyasko ile sonuçlandığını görecek kadar "ilerledi". Kapitalizmin tüketim ambarı olarak öngördüğü aile de maruz kaldığı merkezkaç kuvvetlere direnebilecek dayanaklardan yoksun olduğu için hali hazırda Batıda yaygın olan tek ebeveynli, çocuksuz veya homoseksüel aile çeşitlerine doğru parçalamanya devam ediyor.

İslam açısından aile, yaratılıştaki çift-kutupluluğun birbirlerini bütünleyen doğasının toplumsal tezahürlerinden birini oluşturuyor. Birbirlerinin rakibi ya da kendilerini tanımlamak için ihdas olunmuş birer "öteki" olmayan kadın ve erkek, yaratılıştan getirdikleri bir takım özellikleriyle bir "ev" kurar ve iki cihan saadetinin yeryüzü ayağını burada ve şimdi gerçekleştirirler. Korunması emredilen beş şeyden biri olan neslin devamını temin açısından evlilik nebevi bir ifadeyle "dinin yarısı" olarak tanımlanır. İslamın ahlaki ideallerinin uygulama alanı olarak aile, ne kadar muti olabildiğimizin de test edildiği bir yerdir bir bakıma. Sabır, fedakarlık, anlayış, dayanışma ve yardımlaşma, birey oluşunu ihmal etmeksizin topluluğu önemseme gibi hasletleri öğrenme ve uygulama imkanı veren bir okul gibidir aile.

Neo-liberal değerlerin küreselleşme adı altında tüm dünyaya yayıldığı bir zaman diliminde, içinde varlık bulduğumuz, kendimize, insanlara ve kainata dair tasavvurumuzu hem kurduğumuz hem de koruduğumuz bir yer olarak aileyi tahkim etmek adına yapabileceklerimiz üzerinde yeniden düşünme zamanıdır. Bir takım batılı sosyal bilimcilerin en önemli toplumsal sermayemiz olarak tanımladıkları ailemiz bu küresel yağma hareketinin ciddi araştırma konularından biri haline gelmiş durumda. Nitekim kadın-aile araştırmaları için büyük fonların akıtıldığını görüyor, öğreniyoruz. Yeryüzünde insan şeref ve haysiyetini korumanın yegane yolunu bize bildiren Ed-Din'in müntesipleri olarak aile ile ilgili sorunlarımızı çözmek beşeriyete karşı bir vazife aynı zamanda.

Kadını ve erkeği birbirlerinin dost ve yardımcıları ve dahi tamamlayıcıları olarak biraraya getiren, tek başına asla ulaşamayacakları bir varoluş hazzını yaşatan bu kadim kurumun serencamı ve mevcut hali üzerine Cihan Aktaş ile yaptığımız röportajı Karakalem dergisinin Şubat ayında çıkması planlanan yeni sayısında okuyabilirsiniz.

  15.01.2006

© 2021 karakalem.net, Pınar Demir



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut