Aşkın derisi kızıldır

BİR ESKİ aşk münkirinin, hikâyesine dair yazdıklarını okuyup bitirdiğinde yazarına döndü; baktı, baktı, baktı... Bir-iki kelâm etmeyecek miydi? Büyük validesinin merhamet dileğine katılan eski aşk münkirinin yazdıklarından sonra sadece gözleriyle konuşmayı tercih etmesi bir gizli kabul müydü? Yani bir merhamet yoksunu muydu yazarı? İhtiras burcunda yükselen sahip olma güdüsü içinde, aşktan ve aşkın olandan mahrum biri miydi?

Sevda yolculuğundaki ısrar ve gayreti; sevgisiz, ama yolun bir yerinde sevdaya ve sevdanın 'kefen'ine sahip olmayı düşünen bir avcı olduğunu mu gösteriyordu?

Altınlara, hazineye el koyan; bunun için yollara düşen, kan döken, kuyu kazan, hilebaz ve muhteris bir avcı... Aşk'tan ve merhametten yoksun, ama onları bir elbise gibi üzerine geçirip sonra tüketen biri... Aşk'ın dışında aşkı yazan aşk(ın)sızın teki...

Sorular uçuşup durdu ortada.

Çekip gitmedi yazarı; gözleriyle konuştu sadece.

Sevgili yazarım!

Bir bütünlük halinde insanı içine alan, ona kendini dayatan hayata karşı kendini koruyan senin fantezin değilim!

Sana aidim ve sen de içimdesin!

Ten'in kıvrımlarında depreşen; tümüyle tenden doğan ve tende suskunlaşan; sadece bir arzu olarak çakan ve sönen 'sahip olma' güdüsünün iteklediği bir yolcu değilsin!

'Mimarların muradı ruha kefen biçmekmiş.'

Mimarlar ruha 'kefen' mi, yoksa 'elbise-isim-biçim' mi giydiriyorlar? Onlar birer katil mi yani?

Evet, ruhun var; belki, ruhuna elbise-biçim-isim arıyorsun.

Süleymaniyesiz Mimar Sinan ruhu bir isme ihtiyaç duyuyordu; Süleymaniye ona isim oldu.

Eski aşk münkirinin, 'yağmursuz coğrafyasının acısıyla seslenen adam, -aşkı istemekten farklı ve uzak- aşka sahip olmayı isterken mi kaybediyordu?' sorusu, bana, geçenlerde seyrettiğin bir filmden aktardığın repliği hatırlattı. İnsanın tabiata, eşyaya, her şeye hakim ve sahip olma yürüyüşünün geliştirdiği, azmanlaştırdığı modern-teknolojik hayattan (zindandan) çıkış kapısını işaretleyen bir replikten söz etmiştin.

'Kızılderililerin reisi Amerikalı'ya şöyle seslenmişti:

—Siz bu topraklar bizimdir, diyorsunuz. Oysa biz, bu topraklara aidiz!

Mülk edinme (sahip olma) isteğinden vazgeçmeliyiz! Çünkü biz dünyanın sahibi, Tanrı değiliz; dünya da bize ait değil! '

Aşka sahip olmak mı istiyorsun, sevgili yazarım?!

Hayır adamım! Amerikalı değilim; çok fazla Kızılderili’yim!

Evet, Kızılderili duyarlığa imkân vermeyen hayatın içine girmiyorum; onun kıyısında duran aşk(ın) olana aidim. Çıkmaya çalıştığım dağın doruğunda aşk değil, aşkın ismi duruyor. Süleymaniye'ye dökülen Mimar Sinan ruhu gibi, aşk da, dağın doruğundaki isme kavuşmak istiyor. Var olmak için 'isim' arıyorum.

Sevgili adamım!

Hasretinden prangalar eskittiğim sevgiliyi, oturduğumuz ve içine karıştığımız köyün (hayatın) içinde değil, dışında bekliyorum. Yüksek bir kayanın üzerine çıkıp uzaklara bakıyor, bazen uzaktan ona benzeyen siluetlere yürümekten kendimi alamıyorum.

Godot'yu bekler gibi bekliyorum.

Varsın yorgun düşeyim.

Hani Mevlana'nın Şems'e olan aşkına dair bir hikâye anlatılır. Mevlana'nın aşkından haberdar kötü niyetlinin biri Mevlana'ya gelir, Şems'i gördüğünü (veya Şems'in geldiğini) söyler. Mevlana haberin sahibini hediyelerle sevindirir. Etraftakiler bu habere inanmaz ve Mevlana'ya, ‘Ne yaptınız, efendim!' derler. Şems'e canını vermeye hazır Mevlana, Şems'e dair yalan bir haberi hediyelerle karşılamanın kendisi için anlamsız olmadığını söyler. ‘Yalanına hediye veriyorsam, bir de doğrusunu düşünün, canımı veririm o zaman.’ der.

Sevgili adamım!

Aşka dair olan ve senin de içinde olduğun hikâyeler yazıyorum. Eski bir aşk münkirinin böyle bir hikâyeden sonra gönderdiği mektupla buğulanan ve konuşan gözlerinden, asla bilemeyeceğimizi kesin olarak bildiğimiz şeyi yazmakla aşka uzak düşmediğimizi okuyorum. Aşk'ın yazılamayacağını, ancak yaşanabileceğini onu yazarak öğreniyoruz.

Altında fay hatı geçen bir hayatı yaşarken aşkı yitirmiş değiliz; koruyup yakalayamadığımız aşk değil, onun ismidir. Eski bir aşk münkiri olan arkadaşımız, yazdıklarıyla, Süleymaniyesiz bir Mimar Sinan ruhunun olmadığını söyler gibi oluyor. 'Sevginizin ismi olmadığı için sevmiyor, sevmek için isme yürüyorsunuz. Bu sevmek değil, sevgiye sahip olmaktır' der gibi...

Bir beddua gibi gelip insanı yakalayan aşk mıdır, yoksa 'aşk'a isim olan 'şey' midir? Arkadaşımız, 'isim'siz bir aşkın olamayacağını mı düşünüyor acaba?!

Sevgili adamım! Arkadaşımıza kırılma e mi?

Çünkü ikimiz de onu seviyoruz.

  14.01.2006

© 2021 karakalem.net, Nihat Dağlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut