Mümince Vasıflar

BİR GECE perdeyi aralayıp yandaki dükkâna girmeye çalışan hırsızlarla göz göze gelmiştim de, onlar beni görüp kaçtıktan sonra gelen polise eşgal vermeye çalıştığımda kendime epey şaşırmıştım. Hani insanın düşüncesine, saplantısına hayret ettiği ve kendini ‘aptal’ yakaladığı anlar vardır. ‘Ne düşüncesizim!’ diye kendime esef ettiğim anlardan biriydi bu da…

Polise “Tinercilere benzemiyordu!” diyorum. “Tinerciler kendinden geçmiş, onlar değildir zaten” diyor. “Yani, bizim gibi normal insanlardı işte!” Üç genci bir türlü tarif edemedim. Zaten yüzlerini net görmedim ama ‘hırsız’ tarifi yapmaya çalışırken gördüğüm ‘normal insanları’ bir türlü izah edemiyordum! Bilirsiniz, karikatürlerde hırsızın tarifi bellidir. Gözlerinde siyah bant, sırtında çuval ve elinde fener varsa işte odur! Oysa benim gördüklerim, yolda gördüğüm insanlardan üçüydü! Hatırladıkça hâlâ gülüyorum ve bu hayret beni başka bilmeklerin kapısına götürüyor.

Hele polis “Arka sokaklarda apartmanın birinde oturuyorlardır. Sokakları arasak da bulamayız” dediğinde, arka sokaklardaki bir evde hırsızın oturacağı fikri ayrıca şaşırtmıştı. “Arka sokaklarda neler oluyor?” dediği gibi şarkının, üstüne benim kendi içine dönük ve dışarıdan alakası kesik yaşantımı da eklersek, komik tablomdan gülmekle birlikte düşünmeye yelken açabiliriz belki! Beni ilk düşündüren şuydu:

Sanki belli bir hırsız profili ve hırsızlar güruhu varmış da, ne bileyim meselâ onlar Kasımpaşa, Karagümrük gibi bu konuda adı çıkmış yerlerde otururlar, geceleri rast gele ‘piyasaya’ çıkarlarmış gibi zihnimdeki gizli bir kalıpla karşılaşmış oldum. İlk kez bu kadar net görünmüştü kalıplamak! Yani insanın zihninde objeleri sınıflandırması ve kalıplar oluşturması, o zihnindeki kalıplara dışarıda gördüğü insanları ite kaka, tıka basa yerleştirmesi o kadar tuhafıma gitmişti ki.

Aslında her şey dönüp dolaşıp insanın zihninde, algılayış ve yorumlayışında bitiyor. Kendimizi ve etrafımızdaki her şeyi biyologlar gibi “daha iyi aklımızda tutmak ve bilmek için” sınıflandırıyoruz. “Şunlar kınkanatlılar familyası, bunlar tek hücreliler, derisi dikenliler…” Müminler, münafıklar, vahdet-i vücutçular, tarikatçılar, cemaat içi ve dışılar, kenarda duranlar, öte gidenler, orta direkler, taşralılar vs. Hazır espri üretiyorken; Ret Kit’te ‘kepçekulaklılar’ ve ‘iriburunlular’ vardı. Havada tas, tava uçuşarak kavga edip orta çizgiden öte tarafa geçmiyorlardı! Fakat latife bir yana âyetler boyunca müminler ve diğer taraftakiler, hattâ iyiliğin ve kötülüğün derecelenmesine varıncaya kadar sınıflandırmalar görürüz. Ama o sınıflandırma ve tarifi yapan biz değil Allah’tır ve kimin hangi sınıftan olduğunu Allah bilip imtihan dünyasında yine de bir şeyler gizli kalacaktır. Münafıkların kim olduğu bile sahabelere bildirilmemiştir. Bense zihnimizdeki kalıplara göre insanlara hüküm vermekteki ‘el çabukluğumuza’ zihinsel sorgulama yapmaya çalışıyorum. Kalıplamanın her türlüsü kalıplanana haksızlık olduğu gibi, hele onun iman dünyası ve yaşayışı hakkında el iyice uzandığında zulüm renkli davranışlar kaçınılmaz oluyor.

Biyologların yaptığı bu sınıflandırmayı zihnen biz de yapıyoruz. Ama ne biliyoruz? Belki de iyice bilip anlamaktan çok bilmemeye ve hepten karıştırmaya yol açıyordur bu? Nasıl bunu ‘en iyi bilmek’ sayıyoruz bilmeden? Derisi dikenli bir hayvana ‘derisidikenli’ demek tarif için anlaşılır olabilir. Ama insanların ancak belli karelerine şahitlik etmişken, ortasında açtığımız ve beş dakika görüp kapattığımız bir filmi çok iyi anladığımız görülmemişken, hemen bir renk verip aceleden bir kalıba sokmak ne tür bir zihinsel problemdir? Oysa hep bu bilmemek yüzünden “her gördüğünü Hızır bil” denmekle, kimseye ‘bilmeyen bilmekle’ yaklaşmamaya çağrılmıyor muyduk?

İnsanların o anki davranış, söz ve hallerine bakarak fiillerine hapsetmeyi, iyi bir karesine şahitlik etmişsek, hele bize iyiliği de dokunmuşsa zihnimizdeki ‘en iyiler’ sınıfına, kötü ve yanlış bir haline denk gelmişsek ‘en aşağılar’ tabakasına oturtmayı, çabucak tanımlayıp tarif etmeyi neye dayanarak beceriyoruz?

Kendi hayatıma bakıyorum da, artık o kadar ‘bilmediğim’ bir yerde duruyorum ki, aslında gerçekten ‘bir fikrim yok!’ Hele zihnimdeki ‘iyi tarafta’ yer alanlardan umulmadık darbeler, ‘kötü tarafta’ duranlardan hiç beklenmedik iyileşme, gelişme ve ilerlemeler görüyorum ki, gerçekten ‘iyiyle kötünün aynı tezgâhta satıldığı bir zaman’ sözünü tasdik etmeden geçemiyorum. İnsanlar ve belki zihnimdeki kendi kalıplarım o kadar kafamı karıştırdı ki, bu dolaşık ipleri çözmeye gerçekten gücüm yetmiyor bazen. Çare olarak sadece ‘kimse hakkında hüküm vermemeyi’ görüyorum. Çünkü ne zaman hüküm vermeye yakın dursam, aksini gösteren fiili bir cevap gecikmeden geliyor!

İyi dediğinden de kötü dediğinden de aksini söyleyen ve bolca kafa karıştıran, böylece ne iyi dediğine, ne kötü dediğine fazla yaklaştırmayıp uzakta durduran… Belki de ben beyhude bir şekilde insanların iyi taraflarına yakın, kötü taraflarından uzak bir yer bulup orada durmaya çalışıyorum? Bunun tek çaresi ‘insanbilimcilikten’ kaçınmak olsa gerek. Artık kesin hatlarla bildik kalıplarla sınıflandırmaktan korkar hale bile geldim. Kendimi de bir yere koyamadığımdan mıdır bilemem. Ama önyargılardan ve sonra gelen şaşkınlıklardan kurtulmak istediğim aşikar.

“Hepsi benim içimde” diyorum en sonunda. Mesela hırsızdan örnek vererek başladım ya; ‘En kötü hırsızın namazından çalan, aceleyle, tâdil-i erkansız kılan” Hadisini düşünüyorum. Benim içimde bir yerde bir hırsız dolaşıyor biliyorum. Çalışkanlığım, şevkim, güzel bakışlarım ara sıra çalındığına göre! Bazen maddeperestler gibi anlamını açıp okumadan gözümün önünden geçen sembol ve mektuplara lâkayt kalmıyor muyum? Tabiatperestler gibi ‘kendimden ve kendilerinden bilmek’ ler ara sıra tutmuyor mu beni?

‘Vasıflarımı daha çok müminleştirme’ adına yeni seferlere çıkmak istiyorum. Verdiğim sözlere sadık kalmak, aldığım işi yapmak, randevu vermişsem geç kalmayıp bekletmemek… Çok çabuk moralimin bozulması, hemen karamsarlığa düşmek, hemen şevki kırılmak gibi inceden sarsıntılar bile yer etmesin. İmanımın dört yanımı ısıtıp ışıttığı, fiillerimin sözlerimi yalanlamadığı, içimle dışımın ayrı tellerden çalmadığı bir denge hali…

Düşlerime bunu aldım artık.

Bu aralar okuduğum ve yarısına geldiğim Robin Sharma’nın Ferrarisini satan bilge’sinde üzerinde durulduğu gibi, (Vesvese bahsi, Hastalar Risalesi ve aslında genelinde geçtiği gibi) zihnine neyi alır ve üzerinde hayal ederek çokça durursan gerçekleşiyor! Güzel şeyleri hayal etmek, güzel görmek ve düşünmek iyi ahlakın da vazgeçilmeziydi. Hatta dostlar meclisindeki bir adam sarhoş edici şeyler içip kendini düşmanların ve vahşiliğin içinde zannedip bağırıp çağırmasının merhamete perde oluşu… Kötü ahlaklının kötü ve karamsar düşüncelerden kurtulamayacağı, o yüzden daima iyi şeylere nazar etmenin ahlakı ve vasıfları da iyileştireceği… İhtiyarlar Risalesinde ‘Yalnız harabezara bakma, bize de bak’ diyen yeni açmış çiçek ve meyvelerin bakışları kendine çağırışıyla yıkılmış Van’ın ortasında ümit ve sürurla dolmanın yol göstericiliği…

Her şey, her şey insanın kendi içinde! Bakışlarında, niyetinde, nazarında…

Gülün Kalbi tekniğini, yani her gün taze bir güle on beş dakika kesintisiz bakıp tefekkür ederek ‘iyi bakış ayarı yapmayı’ Paulo Coelho’ nun Veronika Ölmek İstiyor’ unda da okumuş ve doğu kültürüne ait olsa da bizim buralarda hiç yapan duymayıp ilginç bulmuştum.

Gerçekten zihne daima iyi objeler getirmeyi, güzel görüp güzel düşünmeyi, güzel görme ve düşünmemizi baltalayıp ruhumuzu karartacak her türlü insan, obje ve şey’den, ‘olay yerinden koşarak uzaklaşmayı’ şiar edinmeli.

Zihinlerdeki kalıpların, insanları kalıplamanın, ne tür bir zihinsel problem olduğunu, aslında ne tür bir ‘kendini en iyiler kalıbına koymak’ ve büsbütün ‘kendinden uzaklaşmak’ ve tastamam ‘kendini bilmezlik’ olduğunu iyice kavrayabilsek, vasıflarımızı müminleştirmek adına, imanımızın hayatımıza daha çok nüfuzu adına gayret etsek, böylece hiç değilse Allah insanları ‘bizim şerrimizden’ korusa… Amin.

  09.01.2006

© 2021 karakalem.net, Hülya Kartal



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut