İrrasyonel harita

YEDİĞİ KURŞUNLA yere serilmiş insanı kim öldürmüştür? Tetiği çeken parmak mı, yoksa parmağı tetiğe götür(ebil)en zihinsel ve içsel alt yapı mı? Bir insan nasıl bir insanı öldürür? Bir ülkeyi kim ve niçin işgal eder? Çocukların ve yaşlıların, denizin ve toprağın üzerine kim/nasıl bombalar bırakır? Kuşlara yuva yapan ile ölüm kusan bombalar üreten aynı insan mıdır? Çelik kapıları kesip çalan ile bulduğu parayı sahibine teslim eden ‘aynı’ insan olduğuna göre, biri niye hırsız diğeri niye başka bir şey?

‘Biz’i; insanlarla, etrafımızı kuşatan varlık ve eşyayla kurduğumuz ilişki, kendimizi içinde bulduğumuz hadiselerde verdiğimiz görüntü ele verir. Çünkü ‘ilişki’de, yani eylemde, ‘kendimiz’den çıkarız; kendimizi dışarıya, başkasına taşırız. Bakışımız, dokunuşumuz, dokunup konuşmamız, konuşup eylememiz esnasında ve etrafında oluşan hava ‘iç’imizi gösterir. Rengimizi, kokumuzu, tadımızı… Farkımızı ortaya kor yapıp ettiklerimiz. Tarihimizi ele verir, içimizde biriktirdiklerimizi. Yaslandığımız, beslendiğimiz dağ ve kaynakları… Okuduklarımızın, dinlediklerimizin, doğru ve iyi bildiklerimizin veya çirkin ve kötü dediklerimizin yol göstericiliğinde adımlar atarız.

Kipling, “Doğu Doğu’dur, Batı’da Batı…” demişti. Demişti çünkü, Doğu Doğu’dur, Batı da Batı… Batı’nın Batı, Doğu’nun da Doğu oluşu, sadece içinden çıktıkları coğrafyayla izah edilemez. İnsanı ‘zübde-i âlem’ olarak gören Doğu ile insana ‘sahib-i âlem’ diyen Batı arasındaki fark çok daha derin olsa gerek. ‘Kuvvet haktadır’ demek ile ‘güçlü olan haklıdır’ demek arasındaki fark gibi… ‘Kul hakkı’nı vazgeçilmez kabul eden, varlığın her bir parçasını da, ‘Rabbini dillendiren bir kul’ gibi değerlendiren tasavvurun inşa edeceği/ettiği bir ‘sulh’u düşünün, bir de, ‘hedef’ için ‘başkası’nı rakip görüp onu alt etmek adına ‘oyunlar’ icat eden tasavvurun ateşlediği savaşları…

Tamamen tekniğe batmış bir uygarlığın janjanlı görüntüleriyle sarhoş bir dünyaya, ‘daha yok mu?’ deyip öteberiye saldıran insanlara; vazgeçmeyi, paylaşmayı, yemeyip yedirmeyi, düşeni kaldırmayı, kolu kanadı kırıklara merhem olmayı, zıvanadan çıkmış rasyonel aklın yanlışladığı erdemi, sınırları keskin haritalara sığmayan hançeremizdeki irrasyonelliği salık veren bir Dünya’yı işaretlemek, üzeri örtülmüş bir ‘harita’ya dikkat çekmek ne esaslı bir şey! Turna ve Gayda ile 2000 yılı Türkiye Yazarlar Birliği deneme ödülünü alan Berat Demirci’nin Sütun Yayınları arasında çıkan ikinci deneme kitabı Hançeremizdeki Harita, bunu yapıyor. Berat Demirci, rasyonel aklın ve diktatöryen reelin borazanlığına soyunmuş sosyal bilimlerin şaşı bakışlığında görmezden gelinen bir dünyaya götürüyor okuyucuyu. Felsefi bir derinliğe yaslanan ve okuyucuyu iyi bir Türkçe’nin içine çeken Demirci, daha ilk denemesinde bizi farklı bir tarih okumasına götürüyor. ‘Mutlak iyi’yle giydirilmiş aklı, ilerleme düşünü, teknik uygarlığı, ‘modern dünya’nın unsurlarını elbiselerinden soyundurarak, bizi onların çıplak halleriyle baş başa bırakıyor. ‘Hançeremizdeki harita’nın sınırlarının nereye kadar uzandığını, haritanın asla sınırlarıyla kalmadığını, sesimizdeki derinliğin ve sıcaklığın insanı neresinden yakaladığını gösteriyor. O hep ‘ti’ye aldığımız ‘sözlü kültürümüz’ün hiç de burun kıvrılacak bir şey olmadığını görüyoruz ‘söz ve medeniyet’ ilişkisinde.

Ve ayrıntılar… Hayatlarımızın kuytularına iteklediğimiz, üzerinde çokça düşünmediğimiz ‘furuat’lar… Birer birer ‘sıradan’laştırdığımız ayrıntıların toplamı olan hayatlarımızın da sıradanlaştığını fark etmiyoruz. Günde beş vakit okunan ezanlar; bir fincan kahve (hem fincan hem kahve); evin bir köşesinde unuttuğumuz, ufak bir anlaşmazlıkta kendisinden kurtulmaya çalıştığımız eşimiz; yerlisi olduğumuz veya doyduğumuz şehrin bir dönem vazgeçilmezi olan bir kurumun yavaştan çaptan düşmesi, hayatlarımızdan çekilmesi… İlginçtir, Berat Demirci’nin o derinlikli denemeleri, çoğu zaman bu ‘sıradan’ şeyleri anlatıyor. O anlattıkça bu şeylerin aslında ‘sıra dışı’ olduklarını, hayatlarımızın bu küçük şeylerin toplamı olduğunu anlıyoruz. Çünkü Demirci, yazdığı her konuyu felsefi bir zemine çekiyor, bir medeniyet perspektifinden bakarak durumu ele alıyor. Bir akademisyenin felsefi zeminde kotardığı denemeler, yoğun bir ironiyi de içerince, okuyucu kendini bir coşkunun orta yerinde buluyor. Demirci, hem derinlikli, hem sarsıcı, hem de coşkulu bir dilin sahibi. Hançeremizdeki Harita, bunun en açık delili.

  07.01.2006

© 2021 karakalem.net, Nihat Dağlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut