Vehimler Üzerine

Mehmed Boyacıoğlu

ÇOKTANDIR NİYET ediyordum. Ulus İnşa Etme Enstitüsünün üyelerinin toplantısına, nihayet, hayalen katılıyorum. Ben onlara görünmediğim için ‘dinleme!’ demiyorlar. Tartışmalarının arasına girip yorumlar yapmayacağım. Hepsinin sözü bitikten sonra konuşacağım:

-İnşa edeceğimiz ulus-devletin halkı, X adlı kişinin birilerinin zulmünden kurtuluşuna ve çevresindekileri de kurtarışına inananlardan meydana gelmelidir.

-Pekiyi, bu hikâyeye herkesi nasıl inandıracağız?

-Başka birilerinin inandırdığı gibi. Hani, serpilip çoğalmışlardı da, kendilerine dar gelen o ovadan, bir yiğidin liderliğinde demirden dağları yararak kurtulmuşlardı ya…

-Hayır, bu kurtuluş hikâyesi makul görünmüyor.

-Niye makul görünmesin, Batılı bilimsel kurumlara ve üniversitelere birkaç milyon dolarcık veririz; onlar da bu efsanenin kanıtlarını; linguistik uzmanlarını ve antropologlarını kullanarak gün yüzüne çıkartırlar.

-Peki, devletimizin sınırlarını nasıl belirleyelim?

-Z nehri ile Y dağı arasındaki arazi en uygun görünüyor. Orada çoğunluk itibarı ile A dilini konuşanlar yaşıyor.

-Tamam, da, devletimiz için tasarladığımız alan içinde, bölgecikler (enclaves) halinde yaşayan; B ve C dillerini konuşan yüzlerce köy ve onlarca kasaba bulunuyor.

-Olsun, ne önemi var, onları komşu devlet içinde yaşayan ve bizim dilimizi konuşanlar ile mübadeleye tabi tutarız, olur biter.

-Bence devlet kuracağımız alanı belirlerken bazı kültürel unsurlardan da yararlanmalıyız.

-Ne gibi?

-Mutfak kültüründen yararlanabiliriz. Meselâ, C yemeğini çok tuzlu yapanlar ile az tuzlu pişirenler, ayırımda bir başka kültürel ölçüt olabilir. Yemeğe çok baharat ekenler ile az baharatlı ya da baharatsız yapanları ayıran sınır da önemli bir işaret taşı olabilir.

-Bu ölçütü esas alırsak, bizim dilimizi konuşmayan ve efsanemize de inanmayan milyonları da sırf yemekleri tuzlu ve baharatlı pişiriyorlar diye teritoriyal alanımıza katmış olmayacak mıyız?

-Düğünlerde hızlı ve ritmik halaylar çekmeyi ve zılgıt çalmayı esas alsak nasıl olur?

-Zılgıt çekenler öylesine geniş bir alana yayılmış durumda ki, onların içinde dilimizi konuşanlar da var konuşmayanlar da… Hem de düşündüğümüz devlet sınırları içinde zılgıt çekmeyen ve daha ağır havalarla oynayanların oturduğu bölgecikler var.

-Olsun, onları da zılgıt çekmeye zorlarız, kabul etmezlerse birilerinin dediği gibi ‘ya sev, ya terk et!’ deriz ve onları başka coğrafyalara süreriz. Ulus-devletin kitabında öyle yufka yürekliliğe yer yoktur.

Münakaşa bu minval üzere sürüp gider. Bazıları, ‘yahu, arkadaşlar, yanlış yapmıyor muyuz, bu geniş coğrafyada insanları birbirlerine bağlıyan Esmâ-i Hüsnâ adedince kutsî irtibat noktaları var; bunları hiçe sayarsak yanlış bir çığır açmış veya açılan yanlış çığırları devam ettirmiş olmaz mıyız, hem bu girişimimizden, koskoca bir ümmetten kırk küsur ulus-devlet çıkaranların zalim kesimi yararlanmaz mı?’ diyecek olurlar. Onların da sesleri ‘ulus-devlet prensipleri içinde ümmet fikrine yer yoktur!’ naraları ile kesilir. Şefkat gibi, merhamet gibi; bunların kaynağı olan din gibi mefhumları dinlemeye zaman ve halleri müsait değildir.

Farz edelim ki, bizim hayalî enstitü, birçok gerçeğe kulağını tıkayıp, yukarıdaki diyalogda geçen varsayımlara dayalı bir ulus-devlet inşa etti. Ulus-devlet demek göç demektir, insanları yersiz yurtsuz bırakmak demektir. Yine milyonlarca insan mübadele denilen insafsız anlaşmaların kurbanı olur, tanımadıkları, yabancısı oldukları coğrafyalara yerleştirilirler. Acaba, iş bitecek midir; hallerinden memnun olacaklar mıdır?

Onu da haftaya takip etmeye çalışalım inşaallah…

  04.01.2006

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut