‘Günlük Takvim’in Olmadığı Bir Gün!

BİR takvim yaprağı daha düştü hayat ağacımızdan.
Bir yıl önceydi. Takvimin ilk yaprağını da yine bu günkü gibi koparmıştık.
Bir yaprağın içinde yazılı olduğu kadar okumuştuk dünyayı.

Bir takvim yaprağı içinde neler olabilirdi ki!
Sayılamayacak olayların yıldönümüydü, takvimin hafızasına yazılan.
Binlerce ciltlik tarih külliyatları, her bir tarihin yıl dönümlerini hatırlatıyordu.
Oysa ki, takvim yaprağı, sadece birkaç olayın yıl dönümü olduğunu hatırlatıyordu.
Diğer olayların yıl dönümleri ise, tarihin tozlu raflarında kalıyordu.

Takvim! Geçmiş zamanın bilgisini, bir yaprağına sığdırmaya çalışıyordu.
Bazen zafer edasıyla İstanbul’un fethini canlanıyor zihinlerimizde.
Bazen, bir mağlubiyet hüznünü hayalimize resmediyordu.
Takvim yaprağı, tarihe küçücük bir ayna olmuştu.

Kimi zaman bir ayet veya hadis meali.
Kimi zaman Rabbimizden bir haber nazil oluyor gibi.
Kimi zaman, O kutlu Nebi’den bir hayat iksiri.

‘Geçmiş zaman olur ki!..’ nostaljisiyle geçmişe dönüp bakardık takvim yaprağına.
Takvim yaprağının aslında, yaşadığımız günü ifade ettiğini hatırımıza bile getirmezdik.
Sanki takvim yaprağı, o günümüzü değil, geçmişimizi anlatıyormuş gibi.
Bu günü anlatıyor, bu günkü zamanı, bu ‘an’ı anlatıyordu.

Bu gün, 2 Ocak 2006’yı gösteriyor.
Binlerce yıldır dünya, Güneşin etrafında geziniyordu.
Bunca yıldır, her gün bir yaprağın düştüğü binlerce yıla şahitlik ediyordu.
Takvim yaprağı, geçmişe şahitlik ediyor, ama bu günü anlatıyordu.

Bu gün, yaşadığımız 24 saattir.
24 saatte yaşadığımızı bir takvim yaprağına kaydedebilir miydik?

Her bir olayı, bir sayfaya kaydedebilir miyiz?
Günlüğümüzü, bu günkü takvim yaprağına yazabilir miyiz?
Sevgimizin şarkısını, aşkımızın şiirini yazabilir miyiz bir sayfalık bir günlüğe?
Gün yüzüne çıkamamış aşkımızı not düşebilir miyiz tarihin bu sayfasına?
Kalbimizden geçeni, sonsuzluk sevgisini sığdırabilir miyiz bu zaman sayfasına?

Her gün, takvimden kopardığımız, bir yaprak değildir!
Her gün yaşadığımız olayları kaydeden bir ‘Levh-i mahfuz’un kayıtlarıdır.
Geçmişten bu güne, bu günden geleceğe tutulan kayıtların çekirdeğidir kopardığımız!



Bu gün, hem geçmişe, hem de geleceğe şahitlik etmekte.
Geçmiş te gelecek te bu günümüzde saklı kalmakta.

Adem de Havva da bu gün cennetten indirildi!
Her şey, bu gün yaratıldı!
Kıyamet bu gün kopacak!
Haşir meydanı bu gün kurulacak!
Hesap günü, bu gündür!
Ezeliyet, bu gün bize varlık boyutunda göründü!
Zaman, bu günün içine gizlendi!
Ebediyet, bu gün kadar kısaldı!
Sebepler, varlıktan elini bu gün çekti.
O’nun yanında, bu gün bir ‘an’ gibi geçti.

Koca dünya, bu gün bir takvim yaprağına sığdı.
Bu gün, bir takvim yaprağı, dünyanın bir kere daha döndüğünü anlattı.
Bir gece ve bir gündüz, bir takvim yaprağına sığdı.
Takvim, bu gün ‘bir gün’ü anlattı.

İnsan da bir takvimdi.
Hem de en güzel bir şekilde yaratılan.
Her bir günü bir yaprak gibi.

İnsan takviminin yaprağında şunlar yazılıyordu:
İnsanlık yaratılmadan, kainatın değeri anlaşılamıyordu.
Anlayacak ve idrak edecek de kimse yoktu.
Adem geldiğinde, her şeyin ismini andı, her şeyin değeri anlaşıldı.
İnsan, kainata takvim olmuştu.
Her bir kamil insan, bir Ademdi.
Her Adem, bu dünyanın bir takvimiydi.
Bu dünya, ademler için dönüyordu.
Kainatın varlığı bir kamil insanla anlaşılıyordu.
İnsan takvimi, kainatı anlatıyordu.
Kamil insan, kalıncaya kadar bu dünya dönecekti.
En son kamil insan öldüğünde, bu ‘dünya takvmi’nin son yaprağı da kopuyordu.
Artık tarih yoktu, zaman yoktu.
Kıyamet vardı! Hesap günü vardı!
O gün, yaprakların ifade ettiği günler değil, gerçek bir gün vardı.
O gün, yapraklar ellerimize veriliyordu!
O gün, yapraklar levh-i mahfuzdu.

Aynı gün, Cennet ve Cehennem, sakinlerine kavuşuyordu.
Aynı gün, seven, Sevilen’e kavuşuyordu.
Aynı gün, Varlık yek-vücud oluyordu.

  02.01.2006

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut