Farklılığı Kabullenmenin Ontolojisi

FARKLILIK, HER şeyin tabiatına işlenmiştir. Hayatı, ne kadar tek düze görmek istesek de bu, gerçeği değiştirmiyor. Her şey, gizli bir el tarafından sürekli bir biçimde değiştiriliyor ve bir birinden farklı kılınıyor.

Makro düzeydeki galaksilerin çeşitliliğinden, mikro düzeyde gözle görülemeyecek kadar küçük yaratıklara kadar, farklılık, reddedilmesi imkansız bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor. Hiçbir şeyi fark edemesek de mevsim değişiklikleri, farklılığın her boyutunu iliklerimize kadar, kendisini hissettiriyor.

En büyük yıldızlardan ve gezegenlerden hiç biri, diğerinin varlığından ne rahatsız olur ne de rekabet içine girer. Güneş, kendisinden büyük bile olsa diğer yıldızların var oluşundan hiçbir zaman rahatsız olmamıştır. Ay, hiçbir zaman yansıttığı ışığı sahiplenmemiştir. Dünya, kendisine gelen ışığı, sahiplenmediği gibi, diğer gezegenlere giden ışığa da hiçbir şekilde mani olmamıştır. Ve binlerce yıldır, bütün gezegenler ve yıldızlar bir arada yaşamaktadırlar.

Cansız varlıklar, canlıların varlığından hiçbir şekilde gücenmemiş; kendilerini, canlıların var oluşuna katarak hem kendilerinin hem de onların hayatlarının sürdürülebilir olmasını sağlamışlardır. Böylece canlılarla cansızlar, hep bir arada ve iç içe yaşamışlardır.

Her şeyde en bariz olarak görünen şey, teklik (vahdet) içinde bir tür çokluk (farklılık)un sağlanmasıdır. Teklik, eşyanın kendisine ait bir vasıf değil, kendilerini yaratanın bir vasfıdır. Her şeyin çokluk ve farklılık içinde yaratılması, O’nun isimlerinin farklılığındandır. Eşyanın özelliği ise, çokluk içinde ve beraberce bu isimleri yansıtmasıdır.

Canlılar da, kendi içinde, sayılamaz bir şekilde bir çokluk ve farklılık arz ederler. Bu çokluk ve farklılık, hiçbir türün, diğer türü yok etmesiyle veya yok saymasıyla sonuçlanmamıştır. Hem büyük balık, hem de küçük balık hala beraberce yaşamaktadırlar. Ne büyük balıklar, bütün küçük balıkları yutmuş, ne de küçük balıkların soyu tükenmiştir. Bütün canlılar, yüzyıllardır bir arada yaşarlar ve bu mükemmel bir düzenin varlığını bize gösterirler. Bu denge hali, yüzyıllardır var olagelmekte, ve hiç bir şey, kendi varlığını, yekdiğerinin yokluğu üzerinden sürdürmez.

İnsanlara geldiğimizde, aynı çeşitliliğin ve farklılığın var olduğunu görmekteyiz. Renklerimiz, tenlerimiz çok çeşitli olduğu gibi dillerimiz, dinlerimiz ve kültürel yapılarımız da farklılık arz etmektedir. Yüz yirmi dört bin peygamberin varlığından söz ediyoruz. İnsanların çok çeşitli olmasına ve farklı ihtiyaçlarının varlığına paralel bir şekilde, çok sayıda peygamberler gönderilmiştir. Bu yetmemiş, her asırda çok çeşitli evliya ve asfiya ve müceddidler gönderilmiştir. Ancak bütün farklılıklarına rağmen, bütün peygamberler, çokluk içinde bir tekliği ifade etmektedirler. Başka bir deyişle bütün peygamberler farklıdır, ama söyledikleri hep aynı gerçektir. Hiçbir peygamber, diğerini inkar etmediği gibi, evliya ve asfiya da çok çeşitli meşrep ve mesleklerde olmalarına rağmen, çok zengin bir farklılığı yansıtırlar.

Farklılık, sadece dillerimizde ve renklerimizde değil, erkek ve dişi olarak, birbirinden tamamen farklı denebilecek bir şekilde yaratılmamızda (Hucurat 49/13) da kendisini göstermektedir. Modern ailenin parçalanmasından önce, bu erkek ve dişi, bir biriyle didişen ve mücadele eden değil, yardımlaşma çerçevesinde neslin devamını sağlayan çiftlerdi. Farklılık, bir mücadele vesilesi değil, insanları bir araya getiren bir cezbe (cazibe) sunuyordu. Halen de, ‘aileyi, farklılıkların buluşmasının mekanı’ olarak gören anlayışlarla, farklılıklara tahammül edemeyen anlayışların çarpıştığını görmekteyiz.

Milletlerin ve kavimlerin farklılığı da O’nun ayetlerindendir. Milleti millet yapan en önemli unsurlardan olan dil de bir farklılıktır ve O’nun ayetlerindendir. Bir milletin varlığını yok saymak, bir dilin farklılığını yok saymak, görmezden gelmek O’nun ayetlerini anlama nimetinden mahrumiyettir. Kendi milletini, dilini ve etnik yapısını diğer milletlerin etnik yapısının üzerinde ve onu kapsayan bir şekilde görmek de ötekini inkar anlamı taşır. Kendi etnik yapısının arkasına devlet gücünü de alarak, bu farklılığı görmezden gelmek, bir arada yaşama arzusuna gem vurmaktır.

Devletin varlığı, toplumun bir arada yaşama arzusunun sonucudur. Devlet, kendi varlığının temelini bozacak nitelikte, bu arzunun gerçekleşmesini, imkansız hale getirmemelidir. Kaçınılmaz olan bir gerçek varsa o da, bir dilin ve farklılığın inkar edilmesinin, bir arada yaşama arzusunu yok ettiğidir.

Hasbelkader bir devlet çatısı altında yaşamak durumunda kalmışsak, bu, devletin her türlü icraatını kutsayarak devleti bir tür ‘İlahi İradenin bir yansıması’ olarak kabul etmek zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Başka bir deyişle, İlahi irade, devlet üzerinde tecelli/temerküz etmiş değildir.

Ulus-devlet anlayışı, devletin mayasını bozduğunda, aslında modern devletin krizi de başlamıştı. Devlet, tek bir etnik yapının hamiliğine soyunduğunda, diğer etnik yapıları da karşısına almış demektir. Oysa ki, devletin varlığı, onu meydana getiren vatandaşlarının bir tür sosyal sözleşmesinin varlığına bağlıydı. Yani öncelik, vatandaşların sosyal sözleşmesiydi. Devlet bu sözleşmeden sonra var olmuştu. Devleti kutsayanlar ise, devleti bu sözleşmeden bağımsız ve ondan habersiz gibi göstererek, bir ezeli ve ebedi devlet anlayışıyla yola çıkmaktadır.

Toplumdan ve toplumsal sözleşmeden önce, kendisine bir varlık atfedilen devlet, eğer bir arada yaşama formülleri üretemiyorsa ve kendisi sorun olmaya başlamışsa, yeni bir sosyal mutabakata ihtiyaç vardır.

Yeni bir sosyal mutabakatın olmazsa olmaz şartı, toplumun bütün kesimlerinin varlığını, farklılığını görmek ve bunların sonuçlarına katlanmaktır.

Devletin yapması gereken, kendi varlığının temel dinamiklerini inkar değil, onların varlığını kabul etmek ve bu doğrultuda toplumsal mutabakata katkı sağlamaktır. Bir arada yaşama arzusunun tartışılmaya başlandığı bu günlerde, ciddi bir sosyal mutabakata ihtiyacımız vardır. Medeniyetler ve dinler arası diyaloglara imza atanların, kendi iç dinamikleriyle de bir diyaloga girmesi halinde, bu yazı, amacına ulaşmış olacaktır.

  26.12.2005

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut