Böyle gelmiş, böyle gitsin mi?

Mehmed Boyacıoğlu

BİLİRİZ, “O parti” ile uyum sağlamak rejimin selameti açısından oldukça önemlidir. Zira 1937 yılında “o parti”nin, o zamanki deyişle umdeleri – prensipleri- anayasaya girmiştir. Aynı yılın sonlarında, o partinin başkanı olan zat, yetkilerinin sınırını soran, yeni atadığı başbakanına şunları söylemiştir. “Komutanların terfileri, emeklilikleri benim işimdir. Orduya sakın karışma. Ayrıca, valilerin, emniyet müdürlerinin tayinleri, terfileri de benim ilgi alanımdadır. İçişlerine karışmayacaksın. Büyükelçileri ben belirler, ben tayin ederim. Dışişlerine de, sakın karışmaya kalkma. Bunların dışında kalan alanlarda, dilediğini yap.” (Mehmet Barlas, 18 Ocak 2000, Yeni Şafak) Söylememiş de olsa, o devirde “saylav”ların da nasıl seçildiğini bilenler bilir. Yani, “o parti” devlet partisidir.

Cumhurbaşkanı ile başbakanlık arasındaki bu müthiş “uyum” 1950’ye kadar kesintisiz devam eder. 1945 yılında “o parti” dışında partilerin kurulmasına izin verilir. Bu partilerin, muhalefetteyken çok farklı görüşleri dile getirmelerinde pek sakınca yoktur. Ama “iktidar”a geldikleri zaman “o parti” ile uyum sağlamak zorundadırlar.

Şayet, onunla uyum sağlayamazlar ise, o ahengi ucundan kıyısından bozacak olurlarsa, “o parti”nin misyonunu restore etmeye memur birileri, durumdan vazife çıkararak idareye el koyar; o uyumu yeniden tesis ederler. 1960’da, 1971’de, 1980’de ve 1997’de yaptıkları gibi.

Bu uyumu biraz daha açacak olursak; mesela, o parti dışındaki partiler okul binası yaptırabilir, ama zinhar, öğrencilerin ne okumaları gerektiğine karar veremezler. Müfredat programlarında ancak ufak tefek değişikliler yapabilirler. Müfredat programlarındaki mühim değişiklikler, ancak ya “o parti” tarafından ya da onun zihniyetini restore etmek için gelen birileri tarafından yapılabilir. Diğer partiler üniversite binası da inşa edebilirler. Birilerinden izin alabilirlerse birçok ilde aynı anda üniversite de kurabilirler. Ama o üniversitelerin işleyişine dair herhangi bir mevzuatın harfine dokunduklarında, “o parti” ve taraftarları vaveylayı koparır.

O zaman diğer partilere düşen iş sadece baraj, köprü ve yol inşa etmektir. Elbette ki “o parti” zihniyetiyle iş gören müesseselerden yetişen çeşitli haşereler devlet hazinesini delmemişler ise… Barajların tipine dair meclis genel kurulunda ve komisyonlarda uzun ve hararetli tartışmalar yapabilirler. Okul binalarının stili ve boyası hususunda kafa yorabilirler. Köprülerin hangi konsorsiyuma ihale edileceğini tartışabilirler. Otoyolların kaç şeritli olacağına dair tartışmalar açabilirler. Diğer konulara girmeleri sakıncalıdır.

Özetle, biliyoruz ki “o parti” ile uyum sağlamak önemlidir. Son seksen yıla rengini vermiş olan bir teşekkül ile birlikte çalışmak zordur. Onun muhalefetine dayanmak güçtür.

Onun için sayın başbakanın, Avustralya’da kendisine, başörtüsü ile ilgili olarak yöneltilen bir soruya “ana muhalefet partisi ile mutabakat arayışı içindeyiz; onların bir adım atmasını bekliyoruz” demesi, bizim istediğimiz bir doğru olmasa da, yukarıda değindiğim “uyum”dan dolayı anlaşılır bir durum tespitidir.

Ama yurtta ve dünyada kişisel özgürlükler konusunda bunca mesafe alınmış ve ideolojilerden arınmış bir devlet modeli hususunda az buçuk mutabakat sağlanmış iken, hâlâ miraslarının ne olduğu belli olan birileri ile mutabakat arayışı yerinde midir?

Hem de mutabakatı sağlanmaya çalışılan “o parti”:

  • İslâm âlemini başsız bıraktığı zaman;

  • Milletin başına, secdeye mani o ucube nesneyi zorla geçirdiği ve onu takmayanları hemen her yerde kurduğu sehpalarla “hiza”ya getirdiği zaman;

  • ‘Allah, Allah’ diye zikreden binlerce dilin bulunduğu irfan yuvalarını susturan kararları aldığı zaman;

  • Milletin bin yıldır okuduğu -yazdığı alfabeyi değiştirerek onu bir gece içinde kara cahil bıraktığı zaman;

  • Milletin dilinden İslam kültürüne dair kelime ve ıstılahları söküp atacak kurumları icat ettiği zaman;

  • İslâm’sız bir tarih inşa etmeye matuf kurumlar ihdas ettiği zaman;

hangi toplumsal mutabakatı aramıştır ki? Zaten böyle bir mutabakatı arayacak olsa “o parti” kendisi olmaktan çıkar ve hürriyetçi bir çizgiye girer. Bu da varlık sebebinin inkârı anlamına gelmez mi?

Durumunuzun güçlüğünü biliyoruz. Yani “hariçten gazel okuyanlar”dan değiliz: kendisiyle mutabakat aradığınız “o parti”nin hışmından endişe etmekte haklısınız. Ama hürriyetçi çizgide duran yığınları yanınıza alarak bir girişimde bulunmaz iseniz, bu sefer hürriyetleri kısıtlanan milyonların desteğini kaybedeceksiniz. Millet size silinip gidenlere alternatif olasınız diye “iktidar” mevkiine getirdi. Umarım vakit geçmeden özgürlükler hususunda müspet adımlar atarsınız.

  21.12.2005

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut