Kalp kabı kırılınca...

PAPAZA KIZIP oruç bozulmaz, der atasözü. Lâkin yanında aynı safta namaza durup ha bire dirseğiyle itekleyip durursa biri, dönüp bir şey desen namazın bozulacak, cemaati kaçıracaksan, bir şey demesen huşû ve huzurun elden gidiyorsa, en önemlisi de onun kendisinin de namaz kılıyor olmaktayken kendi huzuru bozuk haline bir anlam veremezsen… Namazıyla ilgilenmek yerine seninle uğraşmayı görev edinmiş, sen de onun seninle uğraşmaları sebebiyle ister istemez her dürtmesinde onunla uğraşır hale gelmişsen şaşkın vaziyette ve kendi namazınla ilgilenemez olmuşsan…

Bu teşbihi yaparken tam burada aklıma Efendimizin(a.s.m) namazdayken sırtına atılan işkembe geldi. Ama yine de onu atan cehaletin babası ve karşı safın azılısıydı. Bense bu benzetmeyi, ‘içerden’ yapmaya çalışıyordum.

Gerçekten dıştan gelen darbeler güçlendiriyor insanı ve düşmanın attığı taş ‘gazi’ unvanı getiriyor belki. Ama bir düşünür demiş ya “Siz beni dostlarımdan koruyun. Ben kendimi düşmanlarımdan korurum nasılsa” diye… İçerden gelen her türlü darbe, seninle aynı safta duran, aynı hizmeti ifa eden, aynı gayeye yürüyen, aynı kutsal ve ağır sandığı taşımak için el uzatan durumundayken itişmeler ve didişmeler hiçbir anlam bulamıyor kendi içinde. Kırıcı olanı, direnci, şevki boğazlayanı bu oluyor. En takdir edici yoldaş diye okuyup başını kaldırınca yola en taş koyucu ve en yol keseni gibi durunca karşında, hayretli ve şoklu bakışlardan başka bir seçeneğin kalmıyor. “Bilmeden zındıkaya yardım” yerine nasıl da geçiyor; zira zındıka, ifsat komitesi vs. güruhu uzaktan ne yapıyorsa yapıyordur ama senin yüreğine, direncine, şevkine hiçbir halt yapamıyordur. Ama ‘dostun attığı gül’ (demeye dilim varmasa da tabir böyle olduğu için kullanıyorum) kadar insanın içini acıtan, tırmalayan ve kanatan bir şey yok.

Kalp kırgınlığı ve küskünlüğünün, kişinin Allah’a olan yönelişine de dolaylı olarak öyle büyük darbesi oluyor ki; küskünlükle içerden kapıları kilitleyip kozanı örünce, belki psikolojik olarak bir zırh inşa etme girişimidir bilemem, gelen hakikatleri de alamaz, anlamları okuyamaz bir şok haline düşüyor insan.

Her ne kadar kırık gönlüyle daha çok iltica halinde olsa da, hayatındaki duruşu ve seyri alabora oluyor. Şevkle koşarken aniden duran, durmayıp düşen, emeklemeyip acıyla sürünen bir içsel kayıplar sendromu… Manevi rabıtalar sarsıntı geçiriyor ve kalp kabı kırılınca ne kendisine ne başkasına bir tas su verecek yapısı kalmıyor. Kalp kırgınlığının tarifini yapmak gerçekten imkânsız…

İnsanın gelen tahkir ve acı sözle değersizleştirilmesi, derken kırılan kalbiyle kendini değersizleştirmeye başlaması, kendinden hiçbir şey olamayacağına dair ümit yitirişleri, göz göre göre ama elden hiçbir şey gelmemecesine düşülen içsel kayıplar. Artık günlük veya aylık kendi nefis muhasebesini yapamaz hale gelip ‘Bana nasıl böyle der? Hak ettim mi? Doğruyu mu söylüyor? Ya Allah’ın hakkımdaki hükmü de böyleyse?’ uzayıp giderken sorular, hüzünle çekilmiş bir perdenin gerisinde şaşkın ve kırgın kalakalmış bir yürek.

Ve bir anlamda yaşanan kaçış… Evet, kaçış. “Dairenin içi buysa, ben dışındayım” kaçışı… İçerisi neresi, dışarısı neresi uzun süre ayırt edemez hale gelme belki de… Kırgın yüreğiyle hayatı acılaşan, depresyona girip ya bir daha hiç uyanmamak ister gibi sürekli uyumak veya acıyla uykularından, dinlenmesinden ve yeni güne başlamasından kovulmuş bir ruh ve beden hali…

“Müminin her vasfı mümince olmayabilir” diye adeta ezberlemiş olman bile yetmez. Çünkü o mümince hatta insani olmayan tavır veya söz, çoktan kalp kabını kırmış ve seni dumura uğratmıştır.

İnsanların dine değil ‘dindara’ bakarak dinden soğumalarını daha iyi anlıyorsun. Kafileler halinde gelmesi beklenenlerin, ‘dindarların’ kötü hâl ve hareketleri sebebiyle geciken ihtida öykülerini…

İnsanların Risaleleri nasıl az okuduğuna hayret ederdim bir zamanlar ve ‘ekmek gibi, su gibi’ diye açardım önlerine, okumaya başlama haberlerine sevinirdim. Derken kalp kırıklıkları ve hayretler eşliğinde kim bilir belki başka bilmeklere davet edildim. Uzun süre açıp okuyamadım. Çünkü Risale öyle diyor ama onları yaşadıklarını ve hatta ona hizmet ettiklerini söyleyenler tam aksi, sanki Risale adıyla yeni kaideler kitabı yazılmış gibi davranıyorlardı ve ben de her ezberimdeki ruhuma şifa olan cümlelerin hal diliyle yalanlanışı gördükçe, çoğu kez uzaktan kitaplara ağlayarak bakıyordum.

Mesela, “Bir pedere bedel pek çok şefkatli abiyi bulur” cümlesi, pederim vefat ettikten sonra en önemli cümlelerden biriydi benim için; ama hiç umulmadık tahkir ve darbeler ‘önemli mevkilerdeki’ ağabeylerden gelmişti. Hem babam da küskünlüğünden vazgeçmeden gitmişti. O da iftiralar, darbeler, kalp kırıklıkları yaşamıştı zamanında.

Hepsinin tek sebebi ‘manevi rabıtaları bilmemek’ le mi özetlenirdi? İnsan kendi kalesine nasıl gol atar, kendi sırtındaki ağır vazifeye yardım edene nasıl el çektirmek isterdi? Mümince olmayan vasıflar kimlere neler çektirirdi kimsenin haberi bile olmadan?

Yine de acılar biraz geçince insan yeni bilmeklere yol alıyor. “Hasetçi müminin şerrinden” Allah’a daha çok sığınmakla birlikte, mesela ben hikmet açısından ‘ihlası daha çok kazanmaya vesile’ olarak nitelendirince biraz huzur buluyorum. En değer verdiğim köşk ve sarayların karton kuleler gibi yıkılışını o kadar seyrettim ki, belki benim içsel duruşum eğriydi. İnsanın kusurdan hâlî ve uzak olmayacağını, Risaleleri okumakla insanlıktan çıkmayacağını daha iyi anlamışımdır belki. Gıyabında dua etmekte zorlandıklarım veya hırlı hırsız herkese rahatça hakkımı helal ediyorken, kalbin merkezinden bombalanmakla içimi bir türlü helal etmeye ikna edemediklerim yine de var olacak.

Veya hiç değilse birilerinin kalbini kırmamakta, şevkini boğazlamamakta bu vesileyle daha dikkatli olurum kim bilir?

Bu dağınık ruh haliyle yazılmış yazıda asıl olarak şu cümleleri söylemekti niyetim:

Kendini bilmez, hevasına uymuş, mümince olmayan her bir davranış, bazen hassasiyetine göre gelip senin boğazını sıkıp güzel görmeye ve düşünmeye çalışan bakış açılarını bozmaya yol açıyor. Ve kişinin ilahi duruşunu tökezletiyor…

O sebeple, içten aydınlanmış güzel insanlar, bizim Cennete dair ümidimizdir. İçimizin cennetlerinden de kovulmamış, kalp kabımız kırılmadan yol almış oluyoruz o vesileyle…

  19.12.2005

© 2021 karakalem.net, Hülya Kartal



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut