Görüntünün iktidarı - IV

GÜCÜNÜ, NEFSİMİZİN heva ve hevesinden alan reklam pastasıyla ilgili serd-i kelam etmeye devam ediyorum. Reklam için, ‘gücünü nefsimizin heva ve hevesinden alan’ diyorum. Zira reklamlar, her Allahın günü, nefsimizi kışkırtarak, bizi, sürekli bir biçimde ürünlere bağımlı kılıyor.

Ticaret pastasındaki oranına baktığımızda, dev bir sektörle karşı karşıya olduğumuzu görürüz.

Radyo ve televizyonları kuran ya da batıran, gazeteleri sattırmak için elinden gelen her işgüzarlığı sarfeden ve her türlü medya ve tüketim malzemesini gözlerimize sokarcasına hakkımızı ve hukukumuzu ayaklar altına alan medyadan ve onu ayakta tutan reklamdan söz ediyorum.

Tükettiğimiz ürünleri, üzerindeki fiyattan daha pahalı bir şekilde almamıza ve tüketmemize sebep olan raklamdan söz ediyorum.

İhtiyacımız olmamasına rağmen, sırf görüntü olsun diye tükettiğimiz ürünlerden ve giysilerimizden söz ediyorum. İhtiyacımız olmamasına rağmen, sırf başkalarına hoş görünmek uğruna katlandığımız maddi sıkıntılardan söz ediyorum. Değişim uğruna, elimizdekileri çöpe atarak ya da kullanmayarak tükettiren reklama isyan ediyorum.

Haftalardır bu köşede, iki yüzlülüğü doğuran bir görüntünün iktidarından söz ediyorum. Özellikle reklam gibi eşyayı da iki yüzlü yapan bir görüntünün iktidarında yaşıyoruz: Birinci yüzü, eşyanın, nesnelerin ve hizmetlerin gerçek yüzü; ikinci yüzü ise gerçek olmayan, sanal olan, hatta yalan, sahte ve maskeli yüzüdür.

Eşyaya ikinci bir yüz ekleyen reklam, gerçekte bizim bakışımızı şaşı eylemiştir. Gözlerimiz bir taraftan ürünün gerçek değerine bakıp ihtiyacımız olmadığını görmekte; öte yandan ürünün süsüne/cilasına gözümüz kaymakta ürünü ihtiyaçmış gibi göstermektedir.

Git gide bu bir hayat tarzı haline dönüşmekte ve fikirlerimize de sirayet etmektedir. Önce düşündüğümüz gibi yaşamaktayızdır. Sonra, yaşamak istediğimiz gibi görünmeye başlarız. Reklamdan önce, olduğumuz gibi görünmüşüzdür. Reklamdan sonra, göründüğümüz gibi olmaya başlarız. Önce adil olmamız gerektiği için, yabancılara adil olmuşuzdur. Sonra, adil görünmek istediğimiz için adil davranmışızdır. Kendi dindaşımıza göstermemiz gereken hoşgörüyü, başkalarına hoş görünmek için yapmışızdır. Oysa ki, ‘Yaratandan ötürü, yaratılanı hoş görmeliydik.’

Kırkayak’ın meşhur bir fıkrasının tam da yeridir şimdi. Güzel sesli ve iyi rakseden kırkayak, önceleri kendi halinde, doğaçlama bir şekilde dansediyor ve seyredenleri hayran bırakıyordu. Ne zaman ki, düşmanları onu övüp, ‘Aman efendim, kırk tane olmasına rağmen, ellerinizi ve ayaklarınızı nasıl oluyor da bir birine karıştırmadan , ritmi bozmadan dansediyorsunuz? Acaba dansederken, önce ellerinizi mi kullanıyorsunuz, yoksa ayaklarınızı mı kullanıyorsunuz vs?’ gibi övgü dolu sözleri duyan kırkayak, dans ederken kendi ellerine ve ayaklarına bakmış ve hangisini önce kullandığına bakmış; bakmış ama bakmaz olaymış. Zira hangi elini ve ayağını kullandığını tespit edeyim derken, ellerini ayaklarını bir birine karıştırmış ve elleri ve ayakları birbirine dolanıp dans edemez hale gelmiş. Artık kırkayak, bir türlü dans edemez hale gelmiş.

Reklamlar, hayat tarzımızı değiştiren, başkalarına göre bizi konumlandıran bir yaşayış biçimini bize sunmaktadır.

Reklamların bu iki yüzü, özellikle ticaret, siyaset, sanat ve medya aleminde kendini göstermektedir. Öyle ki, kaliteli malı üreten, sırf reklamını istediği düzeyde yapmadığı için, malını pazarlayamamaktadır. Öte yandan, hiçbir kalite standardına uymadığı halde, reklamını iyi yaptığı için, malını iyi pazarlayanlar meydandadır.

Bu, ibadet hayatımıza da aksetmekte ve maalesef ‘Allah rızasının dışında gayeler için, başımız secdeye gidebilmektedir. Mesela, dinin icabatından olan bir ameli(mesla hoşgörü), başkaları dinin bu yüzünü görsün diye yapmaya dönüşüyor.

  12.12.2005

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut