Yarış aynı hedefe doğru olur

Mehmed Boyacıoğlu

AVRUPALININ, SEMAVİ dinlerin katkısı ve tüm insanlığın fikirlerinin eklemlenmesinin sonucu olarak ulaştığı, insanlığa gerçekten faydalı buluşları hariç tutularak denilebilir ki;

Batının, fazla “ileri” gitmesinde sömürdüğü halkların teri, kanı ve gözyaşı vardır. Serpilip gelişmesini yeryüzünün çeşitli yerlerinde fitilini çektiği fitne ateşlerine borçludur. Dayandığı menfi esaslarla, geçen yüzyıl içinde dünyayı iki kez bütünüyle kana bulamıştır. Doymak bil-meyen hedonizmiyle yeryüzünün kaynaklarının kısa zamanda dengesini bozmuş, onu çöplüğe çevirerek ekolojik bir felaketin eşiğine getirmiştir. Faizle şişirdiği bankalarında, ölesiye çalış-tırdığı Afrikalı ve Asyalı işçilerin emeği vardır.

Vahye sırt çeviren tek gözlü dehasının ürünü olan sözüm ona Aydınlanması ve “Diğer”i dü-şünmede geliştirdiği Oryantalizmi ile Avrupalı, İslâm ülkelerinin değişik bölgelerinde kendi açtığı okullar marifetiyle, aydınlarımıza da kendi paradigmaları çerçevesinde düşünmeyi ve akıl yürütmeyi ‘öğretmiştir’. Aynı Batı, onlarca etnisitenin kayda değer bir hoşgörü içinde yaşadığı bir coğrafya olan Osmanlıyı parçalayarak ondan bir yığın milliyetçilikler çıkarmış ve bu milliyetçiliği ezelî-ebedî bir hakikat imiş gibi algılatmayı başarabilmiştir.

Sonuç olarak, bu ülkede, hemen her duruşunu Batıya göre belirleyen bir kesimden tutun da ona karşı olduğunu söyleyenlere kadar hemen her kesim Batılı değerler dizisinden, farkında olsun veya olmasın, etkilenmiştir.

Batının hediye (!) ettiği kavramlardan biri de “ilerleme”dir; daha doğru bir ifadeyle ne paha-sına olursa olsun ilerlemedir. Bu, öylesine sorgulanmadan kabul görmüş bir kavramdır ki, değer verdiğimiz başka birçok kavram da ona göre ‘hizaya getirilir’. Birileri, ilerlemeye en-geldir diye dini dışlarken, bir başkası, iyi niyetle de olsa, dini, ilerlemeye mani olmayışı nok-tasından meşrulaştırma yanlışına düşer. Hatta dinin, ilerlemenin karşısında gördükleri hü-kümlerini yeni tevillerle yeniden okumaya çalışan nev-zuhur bazı ulema vardır.

Oysa Zatı gibi Sıfat ve İsimleri de ezelî ve ebedî olan Rabbimizin vaz’ ettiği dinin yanında ilerleme nosyonunun ağırlığı ne ola ki? Sorulması gereken, İslam’ın ilerlemeye nasıl baktığı; onun hangi unsurlarını kabul edip hangilerini reddettiğidir. Bu gibi sorular, ya gündeme gel-mez ya da ilerleme paradigmasının estirdiği fırtınanın tozu dumanı içinde kaybolur gider.

Ne pahasına olursa olsun ilerleme anlayışının; ve dolayısıyla Batı ile yarışmanın sonucu ola-rak, bizden diyebileceğimiz kimileri, Batılı bazı kurum ve uygulamaların, onlara ya muadiller (counterparts) aranıp bulunarak ya da mekanizmaları içine dini bütün kimseleri yerleştirerek İslamileşeceğine inanıyorlar. Ya da bizatihi menfi olan bir kurumun başına dinini yaşamaya çalışan birini; mesela sakallı bir erkeği veya mesture bir hanımı getirmekle İslamileşeceğini sanma yanılgısı içindeler.

Oysa Batının bazı kurumlarının, domuz etinin haramlığı nevinden; aynen haram liaynihi gibi, yanlış esaslar üzerinde kurulu olduklarından; ıslah edilerek İslamileşmeleri pek mümkün de-ğildir.

Mesela ferdiyetçiliğin, git gide atomize olmanın; bununla tüketici kitlesini olabildiğince ar-tırmaya çalışmanın, şefkatsizliğin bir ürünü olan huzur evlerini nasıl İslamileştireceğiz?

Batılının, ihtiyaçları sürekli artırma marifetiyle kadını, çocuğu ile ilgilenemeyeceği bir işte çalışmaya mecbur kılmasının sonucu olarak hemen her mahallede mantar gibi bitirdiği kreşleri alıp nasıl ıslah ederek İslamileştireceğiz?

İslâm’ın alışverişte hiç de sıcak bakmadığı belirsizliğe dayalı sigortayı, o haliyle nasıl ıslah edeceğiz? (Kur’ân-ı Hakîm’deki bütün “emn”, “emniyet”, “emanet” kelimelerini içeren âyet-lerini, hiçbir düşünce çilesine girmeksizin, bir araya getirerek sigortaya meşruiyet kazandır-maya çalışan bir Arap mütefekkirinin (!) kitabı karşısında hayrete düşmüştüm.)

Kur’ân, eşsiz şefkatiyle, ibn üs-sebîl dediği yolcuya izzet ve ikram etmeyi tavsiye eder, hatta ona gerektiğinde zekât verme emrini (bkz. Tevbe Suresi 60) verirken, biz, şehirlerarası yollar üzerine lüks restoranlar kurup, yüksek fiyatlarla yolcuyu nasıl söğüşleyebiliriz? Ve böyle ya-pan bir kurum sırf başındakilerin, sahiplerinin çalışanlarının dindar olması ile İslamî olur mu?

“İhlâs”ı evlerimizin hemen her odasına taşıyan kuruluşun, sivrisinek ve benzeri güzel kuşçuk-ları yakarak imha eden bir makine imal etmiş olması onu İslamî bir müessese kılar mı?

Biliriz; yarış denilen olgu, aynı pist veya şeritte, aynı hedefe doğru koşanlar arasında geçerli-dir. Bizim hedeflerimiz; âhireti unutmuş, dünyayı imarı biricik gaye bilen hazcı Batınınki ile aynı değildir ki onlarla yarışalım.

Sözü özü; müminin eşyaya, kâinata, hemcinsi olan insanlara bakışı imanın verdiği dürbünle, farklı olmalı; eşya ve hadiselerle ilgilenişi farklı olmalı değil midir? Batılılar gibi yaşayarak, Kur’an’ın vasfettiği hayırlı ümmet olma halini nasıl kuşanacağız?

  07.12.2005

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut