Hayat tekerleği

TANYERİ AĞARIRKEN tarlanın yolunu tuttu Alâeddin. Kuşların kasidelerine karışan traktör gürültüsüyle ilerlerken, kendisi gibi işe gidenlere kimine eliyle, kimine klaksiyonuyla selam veriyordu.

Ovanın üstüne yeşil bir şal gibi örten zeytinlikler, güneşin ışık selamıyla belirginleşmeye başladı. Sabahın sükûnunda selamlarla vardı bahçesine. Huzurla huzursuzluk arasında git geller yaşıyordu nedense… Aniden doğan sevinçlerin ve üzüntülerin nedenini bulmak bazen mümkün olmuyor.

Dere kenarıyla küçük yamaç arasındaki zeytinlik bahçesini traktörüyle sürerken de devam etti gidiş gelişler… Bir yukarı, bir aşağı derken epey zaman geçti fakat içindeki garip hal geçmedi. Değişik duygularla içi de bir yerlere sürülüyordu sanki. Hayat da, yokuşla iniş arasında sürüp gitmiyor mu zaten.

İçinin gürültüsü traktörün gürültüsüne bastırmaya başladı. Duygu meltemleri fırtınalara dönüşürken traktör dereye doğru kayıyordu. Direksiyonu toplamak istedi fakat olmadı, kontrolden çıkmıştı, bilinmeze gidiyordu. Çalılıklar, yüksek otlar görüş alanını daraltıyordu. Bilemediği bir haykırışla haykırdığında yan yatmış traktörün tekerine sıkışmış buldu kendini.

Ölmemişti, yaşıyordu Alâeddin fakat birinin yardımı olmadan buradan çıkması da mümkün değildi. Kimseler de yoktu, kim kurtaracaktı onu? Bağırdı bağırdı, sesine ses gelmedi bir türlü… Sessizliğin sesini dinlemeğe başladı yalnızlıkta…

Hayat süzülür oldu ufkunda… Çocukluğu, anne-babası, ilk gençlik yılları, eşi, iki çocuğu… Dantel gibi ömrün yarısını yeni geçmişti daha… Demek ki ömrün yarısını bilmek mümkün değildi.

Hatıraların hatırlattığı ile bazen sevinç, bazen hüzünle gülümsedi kimsesiz dere kenarında. Dönen hayat tekeri bir tekerleğin ardına sıkışmıştı. Söğüt dalları arasında ara sıra kurtarılmak için bağırsa da duyan olmuyordu… Ümitleri ayağından sulara akıp uzaklara gidiyordu. Suyun akışını seyretti bir müddet. Gruba giden güneşin suya düşen ışık huzmelerine tutunmak istedi…

Gözyaşlarını sulara akıttı, derenin çağlayana dönüşmesi duasıyla… Dua ağlamalarına cevap geldi, köye dönmekte olan birileri fark etti onu…

Hemen başka traktörü bağlayıp çıkardılar sıkıştığı yerden. Boşluk ve sıcaklık hissediyordu… Hissiz giden ayaklarını birine dayanarak yürütebildi.

Ailesinin derin çığlıklarıyla hastaneye yetiştirildi. Şuuru, konuşması yerindeydi… Sedye ile ameliyathaneye girerken annesinin gözyaşlarına; “anne iyiyim” le karşılık verdi… Bu son sözleri mi olacaktı yoksa yine yokuş-aşağı hayat yolunda çift sürmeğe devam edebilecek miydi?

Doğum beklemek değil de, doğum-ölüm arası bekleyişle ailesi beklerken doktor kapıda göründü; “başınız sağ olsun” la başını yana salladı. Alâeddin’in hayat lambası sönmüştü, hastane koridoru ailesi için karanlık dehlize dönüştü. Dere deniz olmuş hepsini sürüklüyordu…

Tutunamıyorlardı söğüt dallarına, zeytin ağaçlarına; ölüm haktı, hayat tekerleğini geri döndürmek ise mümkün değildi. Durdular duruldular hep birlikte…

Anne yüreğinin çağlayanı durdurmak ise mümkün değildi, “keşke” dedi sedyede son bir kez daha saçını okşayabilseydim… Keşke… Hayat bir tutam saçı okşayabilmek kadar kısa, yıllar kadar uzun…

Tekerin dere kenarında mı, hastane koridorunda mı duracağı bilinmiyor, ama bir gün bir şekilde duracak. Bizi sevenin sevmek için verdiği yüreği sevgiyle döndürelim durmadan… Sevgi dereleri nehirlerden denizlere akarken okşasın da gitsin…

Evlat gibi çiçek de, yıldız da tefekkür eliyle okşanmak sevilmek ister. Biz de bizi saran sevgiyi böylelikle bir nebze olsun karşılık vermiş oluruz.

Dereköy’ün dereleri Alâeddin’in öyküsüyle hüzünle akarken, dönen hayat tekerimize birşeyler katmalı değil mi?

  28.11.2005

© 2021 karakalem.net, Hüseyin Eren



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut