Ezber bozmaya devam...

UZUN ZAMAN önce bir televizyon programında çok uluslu bir şirketin Türkiye'deki yatırımlarından sorumlu bir zatın söylediklerini duyunca şaşırmıştım. Mücevher ve özellikle pırlanta ticareti konusunda faaliyet gösteren firmanın büyük potansiyel gördüğü Türkiye pazarındaki hedeflerinden bahsediyordu. Türk toplumunun özellikle düğün-dernek vesilesiyle büyüttüğü takı piyasasındaki altın tercihini pırlanta yönünde değiştirmek için 25 yıllık bir zamanı hedeflediklerini söylüyordu. Evet, 25 sene içerisinde takı kültürümüzü büyük ölçüde değiştirebileceklerinden gayet emin görünüyordu. Çünkü kitleleri hedefleri doğrultusunda dönüştürmek için çok kullanışlı, başarısı tescilli araçları vardı.

Yeryüzündeki hakim ekonomik işleyişin sürekli büyümeye dönük yapılanmasının piyasanın aktörlerini böyle stratejiler belirlemeye zorladığını söylemek için ekonomi tahsili yapmak gerekmiyor. Bu stratejilerin yeryüzündeki muhtelif yaşam tarzları üzerinde nasıl bir tehdit oluşturduğu da herkesin görebildiği bir şey. Hayatını vahyin ilkeleri doğrultusunda kurmak derdinde olan Müslümanların yaşam tarzları da bu dayatmalardan nasibini almış görünüyor.

Bir kısmı kendi yapıp ettiklerine—bize göre son derece doğal bir iç güdüyle—dini bir kılıf uydurup meşrulaştırmaya çalışsa da kahir ekseriyeti üzerimize dini veya ideolojik bir gerekçeyle değil "tamamen duygusal" sebeplerle geliyor. Ama bir türlü tam olarak teslim alamıyorlar. Bize dair hiç hesaba kitaba gelmeyen şeyler, yerüyüzünün egemenlerinin kafasını acaip bozuyor.

Bunun farkına varan biri, Ferhat Kentel bakın ne diyor:

"Müslümanlar, “Müslüman oldukları için”, ya da “kendiliklerinden” mükemmel insanlar değiller. Ama Müslümanlar, bu dünyada işledikleri sevap ve günahların bilançosuna göre, öbür dünyada verecekleri hesabın ötesinde, herşeyden önce, bu dünyada “yaşayan” insanlar… Bu dünyada, çalışan, tüketen, seven, mutlu olmaya, karınlarını doyurmaya çalışan, hayalleri olan insanlar… Müslümanlar, yaşadıkları toplumların bireyleri… Yani, önemli olmasına rağmen, tek referansları İslam değil… Onlar İslam’ı şu veya bu şekilde yaşıyorlar… Ama işte “şu veya bu şekilde” yaşadıkları için, bu dünyanın hakim paradigmasının ve yapılarının dışına her zaman için çıkma potansiyeli taşıyorlar.

Tüketim ve yaşam tarzlarıyla bütün dünyayı ele geçiren yeni-kapitalist yapılar için bu potansiyel inanılmaz derecede tahrik edici… Müslümanların, İslam’a atfederek yaşadıkları pratikler, bu hakim paradigmaya kıyasla bambaşka bir düzeyde cereyan ediyor ve bu yüzden her türlü ince kontrolun dışında kalıyorlar… En azından, zengin kodlar, ritüeller, gramerler, kelimeler, taktikler, kişisel güzergahlar, hikayeler ve duygularla beslenen bu pratikler mutlak olarak ele geçirilemiyor…

Tabii ki, Müslümanlar da küreselleşen bu kapitalist toplumun parçaları oldukları için, herkes gibi, onlar da ruhlarının bir kısmını satıyorlar… Ama ruhlarının geri kalan kısmıyla bu dünyanın hakim yapılarına, kavramlarına, sınıflandırmalarına karşı –bilinçli veya bilinçsiz– inanılmaz bir direniş gösteriyorlar. Ortaya yepyeni senkretik, karmaşık alaşımlar sunuyorlar… Belki öbür dünya için iyi bir ön hazırlık yapmış olmuyorlar ama tam olarak ele geçirilemedikleri için, anlaşılmayan, kontrol edilemeyen, ezber bozucu olmaya devam ediyorlar.

Evet, dünyanın çeşitli bölgelerinde bir takım insanlar “İslam adına” cinayetler işliyorlar; başka insanlar türbelerden medet umuyorlar, ama en önemlisi, hayatlarımızı ele geçiren rasyonalist, disipline edici makro çerçevenin dili için sorun oluşturuyorlar. Çünkü o dilin en önemli ihtiyaçlarından biri, dışarıda hiçbir şey bırakmamak… O dil için cinayetin kendisi önemli değil; bu cinayetin İslam adına işlenmiş olması…

Bu yüzden İslam adına olan her şeyin kontrol edilmesi gerekiyor… İslam adına yapılan her şeyin bu makro dil tarafından ehlileştirilmesi gerekiyor… Ya dünya çapındaki bir imparator bozuntusu tarafından zorla-güzellikle, ya da sahip olduğu incir çekirdeğinden “bilgi” sayesinde “iktidar”ın tadına varmış uzman taslaklarının da kullanılacağı prosedür ve tekniklerle yola sokulması gerekiyor.

Ama bu çok zor… Çünkü ruhlarının bir kısmını satmış olsalar bile, Müslümanlar, kendilerinin bile çoğu zaman farkında olmadıkları bir öznelliğe, özneler arası bir dinamiğe sahipler… Bu öznellik ve “öznelerarasılık”, yukarıdan aşağıya işlemeye çalışan tahakküm kurucu söylemlere, sahte bilgiye ve sahte meraklara geçit vermiyor… Burada geçit verse, Müslümanların özneler arasında sahip oldukları referanslar, gündelik hayatın başka yerlerinde yeniden mevzileniyor…

Çünkü anlayış farklı… Zihniyet farklı… Paradigma farklı… Farklılığın azaldığı, denetlemenin sağlandığı düşünülürken gene elden kayıp giden başka bir düzey söz konusu…

İmparatorlar, uzmanlar hep konuşacaklar; konuştuklarını “hakikat” olarak satmaya çalışacaklar ama gündelik hayatı tam olarak ele geçiremeyecekleri gibi, o gündelik hayattaki Müslümanların akıl almaz taktikleri karşısında çıldıracaklar…"

Yani piyasanın basit aksesuarları olan birimler haline getirilmeye, bu uğurda yaşam biçimlerimiz üzerindeki mühendislik denemelerine cevap vermeye müsait olmayan bir "öznelliğimiz," daha doğrusu "öz"ümüz var. Dünyanın bir yerinde birileri teslim olacak gibi olsa, bir başka yerinde birileri bir sabah namazıyla kuşatmayı yarıyor. Tam bayrağı kalbimize diktiklerini sandıkları anda bir Ramazan gelip her şeyi alt-üst ediyor. "Direnişimiz" gücünü üç-aylardan, Ramazanlardan, seherlerden, sahurlardan alıyor ve zamana da bir türlü hükmedilemiyor. Günde beş vakit "akıl almaz taktikler" alıp yeniden kuruyoruz dilimizi ve "hakim paradigma"nın ezberi bir kez daha bozuluyor.

O yüzden en çok Akmerkez'de falanca marka bot, filanca marka mont ile dolaşan başörtülü kızlardan hazzediyorlar. Bazılarımızın, kendini önemli hissetmek ve adam yerine konmak için markalardan medet uman modern tüketicilerle aynı davranış eğiliminde olmasından o yüzden o kadar memnuniyet duyuyorlar. O yüzden tesettürlü kadınların dar kıyafetleri " vücut dilini ön plana çıkarmak, kadınlaşmak" olarak takdir ve teşvik ediliyor. Çünkü bu "makro dil" kadının güzel, çevik ve vücud dilini konuşturanını tanıyor. O yüzden tüketim kültürüyle barışık bir "Pop-İslam"ın köpürtülmesi için ellerinden geleni ardına koymuyorlar. O yüzden aslında "Ilımlı İslam" derken kimliğine sahip çıkma savaşını silahla vermeyi benimsemeyenler değil bu makro dili konuşmayı yadırgamayan "Uyumlu İslam" kastediliyor. O yüzden ne yaparsak yapalım İslam'ı da Hristiyanlık gibi izafileştirip, marjinalleştirmeden duracakları/doyacakları bir yer yok.

Kanaatkar, sabırlı, yardımsever, diğergam olduğumuz ve cenneti bu dünyada aramadığımız sürece gözlerine girebileceğimiz yok. Ve bu yüzden ne Avrupa ne Amerikan modernizminin—kendi kendileriyle hesaplaşmadıkları sürece—İslam ile hesabını moral alanda görmeye niyeti yok.

  27.11.2005

© 2021 karakalem.net, Pınar Demir



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut