DERLER Kİ, HZ. İSA EFENDİMİZ havarileriyle geziyorken yolda çok kötü koku yayan bir köpek leşine rastlamışlar. “Bu leş ne kadar da pis kokuyor!” diye bağırmış bir havari. Hz. İsa şöyle cevap vermiş: “Dişlerinin beyazlığı ne kadar güzel!”
Güzelliği hayatlarımızdan kovalı çok oluyor. Sokakta ve evde, insanda ve âlemde burnumuza hep leş kokularının gelmesi bundan. Halbuki, Gafûr olan Allah güzel olanı koruyan ve çirkin olanı saklayandır. O sonsuz bağışıyla çirkinlikleri setreder ve bizim de insan kardeşlerimizin ayıplarını, kusurlarını örtmemizi ister.
Tuhaf olan, bugün müslim olduğunu söyleyen insanların hayatında çirkinliğin kurduğu saltanattır.
Şöyle bir bakın etrafınıza: Hepimizin insan ilişkilerinde bir kirlenme, ruh dünyamıza sinmiş bir çirkinleşme yok mu? Ticaret ahlâkından günlük ilişkilere, reklam estetiğinden propaganda konuşmalarına kadar hayatın pek çok alanında güzelliğin izini sürmek dururken çirkinliğe mağlup olmuyor muyuz? Dikkatlerimizi güzel olanı seçip ayıklamak yerine çirkin olanı teşhir etmeye yöneltmiyor muyuz? Güzellikle dolu anların çirkinliği konuşmaya ve yaşamaya ayırdığımız saatler arasında bir hükmü, sahiciliği ve heyecanı kaldı mı?
Allah’ın yaratışındaki güzelliği görmek ancak uyanık bir kalb ile mümkün. O Musavvir’dir, yarattıklarına en kusursuz güzellikleriyle şekil verendir. O’nun yaratışındaki güzelliği gören kalb, O’nun güzelliğini farkeder. Allah güzeldir ve güzelliği sever. O’nun güzel isimlerinin tecelligâhı olarak eşya bizi perdeleri kaldırmaya çağırır, şeyler perdeleyici olmaktan çıkar ve Gaybın anahtarlarını elimize tutuşturur.
İnanmak güzelliği görmeyi, güzellikle hemhal olmayı mümkün kılmıyorsa, ortada önemli bir sorun var demektir. İnandığını söyleyen insanlar hâlâ ‘Tanrı’nın sözlerini işitme kıtlığı’ çekiyorlarsa, bu sorunu iyi teşhis etmek gerekir.
Ben doğrusu yüce iradeye teslim olduklarını beyan eden insanların gündelik siyaseti bu kadar önemsemelerini, onu hayatın en kuvvetli âmili olarak telaffuz etmelerini yadırgıyorum. Hayatın günlük formülasyonunda gaybî kuvvetlerin tesirini ihmal eden ve hayatı kaba determinizmin sınırlarına hapseden bir anlayışın bizi güzelliği görmekten alıkoyduğunu düşünüyorum. Bu tür bir anlayış, aşkınlıkla olan rabıtasını yalnızca sembolik bir düzlemde kurmakta ve aşkınlığın yaşantılanmasına izin vermemektedir.
Soyut şeylerden söz etmiyorum, hayır. Alışverişte, imâl-i fikirde, sohbette, âmir-memur veya öğretmen-öğrenci ilişkisinde eşyanın ötesini de kuşatan bir vukufiyetten söz ediyorum. Herşeyin bir dokunuşla târumâr olabileceğini, bir tasarrufun yıkılmış herşeyi yeni baştan bir çırpıda onarabileceğini, ona yeni bir neş’e ve şevk verebileceğini, kâinatta herşeyin hem bir oluş hem de bir bozulma halinde bulunduğunu hisseden bir derin bilinçten...
Aslolan güzelliktir ve kâinatı temâşâ eden kişi şerrin hayra, çirkinliğin de güzelliğe inkılâb edebileceğini farkeder. Bunun tersi de sözkonusu olabilir; ama insana verilen görev, bozulmuş olanı onarmak, yıkılmış olanı yerine koymaktır.
Bu yazıyı William Chittick’in geçtiğimiz yıllarda Turan Koç’un ‘güzel’ Türkçesi’yle dilimize kazandırılan Varoluşun Boyutları adlı kitabından bir alıntıyla bitirmek istiyorum. Chittick’in heyecan verici makalelerinin bir şairin pürüzsüz diliyle Türkçe’ye aktarılmasının da, yaşadığımız günlerin güzelliklerinden biri olduğunu hatırlatarak:
“Modern dünyadaki İslâmî faaliyet, en azından toplumsal ve siyasî düzeyde, güzellik konusunda çok az şey bilmektedir. Güzellik Müslümanlar tarafından yeniden keşfedilinceye kadar; onlar yaptıklarını Allah tarafından ortaya konan ve eşyanın mahiyetince sergilenen ilkelerle tesbit edildiği üzere yapmadıkça, ‘İslâmî’ adını almayı hak eden herhangi bir kültürün ve medeniyet canlanmasının olması asla mümkün değildir.” |