AİHM'nin hakemliği

GEÇMİŞ RAMAZANLARDAN biriydi. Bir iftar vesilesiyle bulunduğum mecliste, misafir olarak bulunan bir öğretim görevlisi grup içindeki mesture hanımlara bakarak, "Ben müslümanları ciddiye almıyorum. Onlar önce kendi davalarına kendileri sahip çıkma iradesini göstersinler. Bu yasak başladığı zaman bir Allah’ın kulu çıkıp da kendini İstanbul Üniversitesi kapısı önüne kelepçeleme cesaretini gösteremedi!" dediğinde ortalık buz kesmişti. Yapılan eylemleri yeterli görmüyor, eylemlere özellikle ekabirden müslüman erkeklerin destek vermemesini manidar buluyordu. Bir anlamda hepimizi kendi ilkelerimiz ve yaşam biçimimize itimat ve sadakat hususunda samimiyetsiz olmakla suçluyordu. Ona göre hak ve özgürlük talepleri, uğrunda mücadele etmekle ve bunun bedelini ödemeyi göze almakla anlam kazanır ve toplumun diğer kesimlerince kabul ve destek görmeyi hakederdi. Hoca, insan hakları, özgürlük, eşitlik, adalet adına Batıda büyük acılara mal olan tarihsel mücadeleye gönderme yapıyor, üstü örtülü bir şekilde "siz haketmiyorsunuz" diyordu. Meseleyi bu kadar toptancı ve indirgemeci bir şekilde ele alan zatın kışkırtmalarına itiraz edenler havanın gerilmesi karşısında hazirunun itidal çağrılarına kulak verdiler ve mesele kapatıldı.

Bu ülkede başörtüsü ile ilgili meseleyi bu şekilde vaz' eden ve mevziyi yukarıdaki gibi belirleyen seküler kesimin İslami bir izdüşümü var. İslami hassasiyetlerinden ve samimiyetlerinden asla şüphe etmediğimiz bu kardeşlerimiz, biraz da bu tür bir tazyikin neticesinde, başörtüsünün bir insan hakları meselesi olarak ortaya konulması durumunda Batıdan hakedilen desteğin alınacağını varsayıyorlar ve muhtelif eylemler yoluyla konuyu gündemde tutmaya çalışıyorlar. Malum; Batıda din ve vicdan özgürlüğü kişisel hak ve özgürlükler kapsamında koruma altında. Laiklikle ilgili farklı tecrübeler dolasıyla farklı uygulamalar sözkonusu olsa da başörtüsü şimdilik hiç bir Batı ülkesinde ( Fransız orta öğrenimini saymazsak) bir tehlike olarak görülüp yasaklanmıyor. AB'ye giriş politikalarının demokratikleşme konusundaki vaadlerinin oluşturduğu iyimser hava da başörtüsünün insan hakları çerçevesinde gündeme alınmasının stratejik olarak doğru olduğunun varsayılmasına sebep oldu. Fakat aynı iyimser hava, bu mücadelenin, böyle stratejik manevraların içinde müslümanları çok daha zor meselelerle yüzyüze bırakmaya doğru seyrettiğinin görülmesine de engel oldu. Aslında Refah Partisi ile ilgili davada kendini ayan eden bu sakil durum maalesef yasağın AİHM de çözülebileceğine inanan kardeşlerimizin dikkatini çekmedi. Sözkonusu davada bir ayetin bile yargılandığı söyleniyordu. Bu İlahi olanın beşeri akıl tarafından yargılanıp mahkum edilmesi demek değil de nedir? Mahkeme başörtüsünün bir hak olup olmadığına karar verirken ona dair bir tanım yapmaya bile yeltenmiştir. Başbakanın ulema ile başlayan tartışmada zor duruma düşmesine sebep olan şeyi söyleten AİHM'nin bu cüretidir.

Meseleyi böyle bir platforma taşıyanların şu sorulara cevabı var mıdır: Batının tarihsel tecrübesiyle oluşturduğu "insan hakları" kavramı insana dair batılı tasavvur göz önüne alınmadan ele alınabilir mi? "İnsan kimdir?" "Sınırları nedir?" "Hakları, sorumlukları nelerdir?" sorularının cevabı değerden bağımsız ve evrensel midir? Batılı tasavvurun "din nedir?" sorusuna verdiği cevap konusunda mutabık mıyız? Dini özgürlükler nereye kadar insan hakları çerçevesinde ele alınabilir? "İnsan"ın haklarını nasıl bir "akıl", nasıl bir "otorite" belirler? Şimdi kendi hak bellediklerimizle ilgili tavrı başka talepler karşısında da gösterebilecek miyiz? Eşcinsel olma tercihinin insanın tabii bir hakkı olmasına bir itirazımız olabilecek mi? Veya, henüz böyle bir talep yok, ama bir gün pedofilileri de hoşgörmemiz beklenirse ne diyeceğiz? Ötenazi konusunda bir fikri olan var mı? Ya şu an Danimarka'da olduğu üzere Peygamberimize (as) hakaretin "insan"ın ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi konusunda ne söylemeyi düşünüyoruz?

Diğer yandan, bu yasağın insan hakları bağlamında ele alınıp başörtüsü engelinin kalkmasından yana olan bir takım liberal demokrat aydının bilinçaltında nasıl bir İslam algısı olduğunu da farketmemiz gerekiyor. Onlar da sonuna kadar aydınlanmacı ilerleme anlayışına intisap etmiş insanlar olarak "Bu kızları eğitim sistemine dahil edelim ki aydınlanmaları mümkün olabilsin" mealindeki görüşleriyle "militan demokrat" modernleşmecilere göre sadece yöntem açısından bir farklılıkları olduklarını ilan ediyorlar. AİHM’nin sözkonusu kararına muhalif kalan yargıç Tulkens’in şu gerekçesi de bunu açıkça ortaya koyuyor: "Davacının üniversiteden dışlanmasını kabul ederek, çoğunluk, onun serbest bir çevreden, bu değerlerin şekillenebileceği ve gelişebileceği bir çevreden dışlanmasını kabul etmiştir. Üniversiteler bütün otoritelerden bağımsız bilgiye pratik ulaşma imkânı sunar. Bu çeşit tecrübe sekülerizm ve eşitlik ilkelerinin farkına varmayı yükseltmede gönüllü benimsenmeyen, empoze edilen bir yükümlülükten çok daha etkilidir. Kadınlar için özgürlük ve eşitliği savunmak onları gelecekleriyle ilgili karar verme şansından mahrum bırakmak değildir. Yasaklar ve dışlamalar bu tedbirlerin mücadele etmeyi hedeflediği fundamentalizmi yankılandırmaktadır."

Başörtüsü sorununun AİHM hakemliğinde çözülmeye çalışılmasının benim görebildiğim hayırlı bir sonucu şu oldu: Avrupa aydınlanmanın temellerine olan inancını ve güvenini kaybetmiştir. Dini düşüncenin insanın maddi ilerlemesi nispetinde gerileyeceğini varsayan Batı aklı dini özgürlüklere çok masum bir alanda yasaklar getirerek bu konudaki aczini ve yenilgisini deklare ediyor. Kararın meşruiyetini savunma babında Türkiye'nin kendi özel şartlarının bahane edilmesi de sözkonusu kanaatimi değiştirmiyor. Bazı Fransız aydınlarının gettolardaki olayları yorumlarken hayret içinde "entegrasyonu reddediyorlar" diye dert yanması da bu tedirgin ve güvensiz ruh halinin bir göstergesi olarak kabul edilebilir.

Son olarak, İslam’la ilgili tüm meselelerde olduğu gibi başörtüsü konusunda da sonucu bütün müslümanları ilgilendiren bir mücadeleye soyunanların nasıl bir dünyada yaşadığımızı anlamaya dair sağlam bir formasyona sahip olmasını beklemek hakkımızdır diye düşünüyorum.

  20.11.2005

© 2021 karakalem.net, Pınar Demir



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut