Son'un başlangıcı

UYANDIĞINDA SABAH olduğunu fark etti.
Kalktı, giyindi.
Alışveriş için bakkala gitti.
Bakkal kapalıydı.
Karşıdaki markete yöneldi.
Hayret !. O da kapalıydı.
Zihnini yokladı.
Tatil değildi.
Çevresine bakındı.
Her taraf kapalıydı.
Ortalıkta kendisinden başka kimsecikler yoktu.
Saatine bakmaya yeltendi, kolunda olmadığını fark edince vazgeçti.
Bu sessizlikten ürkmüştü.
Yoksa darbe falan mı olmuştu?!.
Ana caddeye çıktı.
Koca şehirden çıt çıkmıyordu.
Yanından iri bir yılanın tıss..layarak geçtiğini görünce çok korktu.
Şehrin ana caddesinde salına salına giden bir yılan !.
Neler oluyordu böyle ?.
Aklına birden ailesi geldi.
Onları aramalıydı.
Evine yöneldi.

Apartmandan iri bir kertenkelenin çıktığını görünce dondu kaldı.
Şehri yabani hayvanlar basmıştı.
Ürke ürke merdivenleri çıktı.
Doğruca eve girdi.
Telefona baktı.
Çalışmıyordu.
Telaşlanmaya başladı.
Neler oluyordu..
Tüm bu anlamsızlıkların bir izahı olmalıydı.
Televizyonun düğmesine bastı.
Çalışmıyordu.
Lambayı kontrol etti.
Elektrikler kesikti.
Artık iyice paniklemişti.
Balkona çıktı.
Korkuyla içeri kaçtı.
Balkonda kol büyüklüğünde bir akrep duruyordu.
Tekrar telefona baktı.
Ses yoktu.
Sinirleri yay gibi gerildi.
Pencereden dışarıyı süzdü.
Gözleri bir insan arıyordu.
Annesi, babası ve kardeşi ne yapıyorlardı acaba ?
Ne yapıp etmeli, ailesinin yanına gitmeliydi.
Arabaya bindiği gibi gazladı.
Önüne çıkan iri bir köpeğe çarptı.
Çılgın gibiydi.
Milyonluk şehirde tek bir insan yoktu.
Kendisinden başka..
Neredeydi bu insanlar ?
Neler oluyordu böyle..
Nihayet doğduğu mahalleye gelmişti.
Her şey ve her yer yerli yerindeydi.
Ama sadece insan yoktu.
Apartmanın önünde durdu.
Arabanın kapısını açtığı gibi kapaması bir oldu.
Ön camda kocaman bir örümcek duruyordu.
Hızla apartmana girdi.
Koşar adım merdivenleri çıktı.
Zile bastı.
Çalışmıyordu.
Kapıyı yumrukladı.
Cevap veren yoktu.
Korkuyla bağırmaya başladı.
Kapıyı yüklenerek kırdı.
İçeri girdi.
Ama nafile !.
Kimse yoktu.
Karıncalardan başka..
Annesi, babası, kardeşi.. hiçbiri yoktu.
Nereye gitmişlerdi ?
Ağlamaya başladı.
Sanki yer yarılıp da içine girmişlerdi.
Yoksa nükleer bir felaket mi olmuştu ?
İyi de, sadece insanlar yoktu.
Bütün canlılar olduğu gibi duruyordu.
Hatta, ansiklopedilerde gördüğü hayvanlara bile rastlamıştı.
Hem de en olmayacak yerlerde..
Bir an aklını yitirdiğini sandı.
Bütün insanlar göz açıp kapayıncaya kadar yok olmuşlardı.
Nasıl olurdu..
Yoksa bu bir rüya mıydı ?!.
Birden ayaklarının dibindeki binlerce karıncaya takıldı gözleri.
Hemen evi terk etti.
Sokağa fırladı.
Yanından tıss..layarak geçen iri yılanı gördü yine.
Korkuyla arabasına bindi.
Bütün bu olup bitenlere hiçbir anlam veremiyordu.
Buhar olup uçmadıklarına göre..
Bilmediği bir sebepten ötürü şehri terk etmiş olmalıydılar.
Ama hayır !.
Her şey olduğu gibi duruyordu.
Aklı iflasın eşiğine gelmişti.
Sağlıklı düşünemiyordu.
Yoksa ölmüş olmasınlardı ?
Arabayla umarsızca dolaşırken, mezarlığın yanından geçtiğini fark etti.
İçinde mezarlığa girme isteği uyandı.
Ailesini bir de orada aramalıydı.
Mezar taşlarına baka baka ilerledi.
Daha düne kadar hayatta olan akraba dostlarının tamamı ölmüştü.
Hayretler içindeydi.
Demek ölmüşlerdi.
Mezarlıkta ilerledikçe, kabirlere olan akrabalığı da artıyordu.
Birden kardeşinin mezarını görerek irkildi.
Hemen yanında anne ve babasının kabirleri bulunuyordu.
Ama nasıl olurdu ?!.
Daha akşam telefonla konuşmuşlardı.
Hepsi birden nasıl ölebilirdi..
Buna inanmak istemedi.
Mezarlara bir daha bir daha baktı.
Evet, doğruydu.
Hepsi ölmüşlerdi.
Demek artık yapayalnızdı.
Her yanını korkunç bir ızdırap kaplayıverdi.
Annesinin mezarında HAPS-İ MÜNFERİT ( 1 ) yazıyordu.
Buğulu gözlerle mezara bakarken, toprağın altını gördüğünü fark etti.
Bakışları keskinleşmişti.
Az önce rastladığı hayvanlar olduğu gibi mezarın içinde duruyorlardı.
Ürktü.
Hemen yan mezara doğru yürüdü.
Babasının kabrine gelmişti.
Mezar taşında SAADET-İ EBEDİYE ( 2 ) yazılıydı.
Mezara baktığında, içeriye doğru açılan bir menfez dikkatini çekti.
Muazzam bir sarayın penceresi gibiydi.
Tarif edilmez güzellikte bir manzara görülüyordu.
Adeta cennete benziyordu.
Bir sonraki mezara ilerledi.
Şimdi kardeşinin kabrinin başındaydı.
Mezar taşında FİRAK-I EBEDİ ( 3 ) yazılıydı.
Mezarın içi görünmüyordu.
Zifiri karanlıktan hiçbir şey seçilemiyordu.
Bakışlarını bile yutan dipsiz bir kuyu gibiydi.
Tek kelimeyle dehşete kapıldı.
Biraz daha baksa, içine düşeceğini sandı.
Yan mezara ilerledi.
O da ne !.
Bir kendine, bir de mezar taşına baktı.
Evet, evet..kendi mezarının yanında duruyordu.
Demek ölmüştü.
Mezar taşında HAPS-İ MÜNFERİT yazılıydı.
Az önce rastladığı tüm hayvanlar olduğu gibi mezarının içinde duruyordu.
Akşamı olmayan o son günde, kendisini çetin bir akıbet bekliyordu.
Zira her şey çok keskindi.
Artık biliyordu.
Yaşadıklarının bir rüya olmasını o kadar çok istemişti ki..
Derken irkilerek kendine geldi.
Sırılsıklam ter içindeydi.
Bu kez gecenin ilerleyen bir vaktinde uyanmıştı.
Hem de ne uyanma..




DİPNOTLAR:

(1). Haps-i münferit : Tek kişilik hücre hapsi.

(2). Saadet-i ebediye : Ebedi, sonsuz mutluluk.

(3). Firak-ı ebedi : Sonsuza kadar ayrılık.

  20.11.2005

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu

  1. English Version of the Article Bu yazının tercümesini okumak istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut