Cennete Doğmak

Abdurreşid Şahin

GELİN SİZİNLE hayalde bir yolculuğa çıkalım. Gözünüzü kapayın ve kendinizi bir aynanın karşısında tahayyül edin. Yüzünüzü seyrediyorsunuz. Milyarlarca yüz arasından size özel seçilmiş yüzünüzü. Kendimizi biraz zorlayalım ve yüzümüze duygularımızı yansıtmaya çalışalım. Bu işi hayalde yapmak pek zor olmayacaktır. Hayal edin gülen haliyle yüzünüzü ya da ağlayan haliyle. Kızgın ve sinirli, sevinçli ve memnun haliyle. Acı çeken, kibirlenen, utanan, mahcup olan, burun kıvıran, tepeden bakan, kahkaha atan, öfkelenen, kızaran, anlayan, bön bön bakan, somurtan, nazeden, imrenen, sırıtan, tebessüm eden haliyle yüzünüzü. Sonra da gözlerinizin içine bakın gözünüzün karasıda geceyi hayal edin. Lambaların solduran ellerinin ulaşmadığı bir dağın tepesinden salkım salkım cenneti gülümseyen geceyi ve dünyanın cennete açılan pencereleri olan yıldızları seyredin. Sonra da hilalden dolunaya ayın evrelerinde seyahat edin. Halelenmiş haliyle dolunaya bakın. Hayalinizde hilalin başını aşağıya cekip bir gemi yapın ondan ve uçun semanın derinliklerine. Galaksiler arası yolculuk edin. Üzerine binlerce yıldız şebnemleri kondurulmuş galaksi çiçeklerinin foğraflarını çekin hayal kamerasıyla. Helezonik, spiral, disk ve daha nice şeklerdeki galksilerde nizamı, haşmeti ve azameti okuyun. Sonra da Samanyolundan bir yol yapın kendinize yıldız çiçekleri devşirerek avaneleriyle birlikte semaa kalkan güneşe uğrayın. Satürnün eteklerinde dolaşın. Oradan dünyanım eteğine yapışarak sizi döndürmesine müdade edin. Sonra eteğine yapışan ellerinizi bırakın ve sizi fırlatsın bulutların üstüne. Bulutların bembeyaz yumuşaklına göz sürün. Bulutların üstüne yaslanarak ğün batımına ve doğumuna uğrayıp sema tuvalinde bulurlarla boyanan cennet manzaralarını seyredin. Ruzgar dalgalarına binip gökyüzünde yolculuk edin. Sonra da şimşekle irkip yağmurla mücesem rahmete dokunun. Bulutların saçlarına tutunarak aşagılara inin. Dilerseniz dolularla birlikte yerde seksek oynayın. İsterseniz biraz bekleyin ve göğe kurulan dev kaydıragın üstünde kayarak renk çiçekleri arasıda inin aşagılara. Yada kartanesine tutunarak salına salına inin yere. Sonrada değdiği her yeri beyaz bir çiçeğe dönüştüren karla dikilmiş gelinliği içerisinde kış güzelini seyredin. Güneşin duvağına attığı parlak simler adedince gülücükler sunsun size. Onun beyaz yüzünde baharın yeşil yesil bakışını seyyredin. Allahın o yeşil örtüye kondurduğu bahar karları olan papatyaları hayal edin. Nergisleri laleleri gelincikleri, ğülleri beyaz sarı kırmızı kır menekşelerini ve kır çiçeklerini hayal edin. Dilerseniz başınızı kaldırıp ağaç demetlaerinde baharın yanaklarına kondurulmuş pembemsi beyez buketleri hayal edin.

Kirazın, seftalinin pembe çiçekleriyle eriğin, armudun, elmanın bembeyaz tebessümünü hatırlayın. Erguvanları, mimozaları, mor salkımları hatırlayın. Atkestanesinin kırmızı , sarı ve beyaz renkteki şamdamlarında gündüzün mumları yansın. Yada akasyanın gönül okşayan pembe süpürgesi değsin yüzünüze gözünüze. Sonrada çiçeklerin aşıkları olanböcekleri hayal edin. Sinekleri, kelebeklerİ, arıları, rengarenk kuşları hayal edin. Kanaryanın sarısına , muhabbetin yeşiline, tavustaki renk cümbüşüne bakın ve sanilerine hayran olun. Herbiri ayrı renk ve desende kostümlerine bürünmüş sayısız canlıyı düşünün.

Atları hayal edin mesela, rüzgarda yeleleri uçuşan dolu dizgin koşan özgür ruhları. Penguenin, kazın, ördeğin badi badi yürüyüşünü, kuğunun salına salına süzülüşünü, ceylanın şeyla bakısını, antilopun zarif kaçışını hayal edin. Dilerseniz yaza uğrayıp sudan pişirilen şerbetlerin latif kablarını hayranlıkla seyredin. Galaksilerin dört boyutlu fotokopileri olan şeftalilere narlara ve elmalara bakıp üzerlerine nokta nokta nakşedilen yıldızları seyredin. Meyvelerin letafetli, zerafetli, nezafetli ambalajlarını da hayranlıkla seyredin. Sonrada sonbahara uğrayıp pastel renklerde bakın dünyaya. Yapraklaın dans ede ede yere inişini, rüzgarda uçuşuşunu, su üstünde yüzüşünü hayal edin. Sonra hayalinizi yaprağa bindirip açılın engin denizlere. Mercan adalarına ugrayıp dalın denizin dibine. Mercan resiflerindeki parlak renk cümbüşlerini hayranlıkla seyredin. Denizin dibindeki latif balıkların rengarenk giysilerini hayal edin. Sonrada su yüzüne çıkın dünyaya yeni gelmiş bir bebeğin kırmızı suratına bir tebessüm kondurun. Dünyaya merheba deyin onunla, ilk göz açışını, sizi ilk farkedişini, çenesine dokunup “cee” dediğinizde yürek okşayan gülüşünü hayal edin. İlk ayaga kalkışındaki başarmanın memnuniyetini okuyun gülen yüzünde. Nazlanan , cilvelenen, yeni dillenen haliyle çocukları düşünün. Gençleri ergenleri yaşlıları ve insanları hayal edin. Renk renk, çeşit çeşit insanları... kara, beyaz, buğday tenli insanları ve insanların sayısız simalarını. Sonra da insanların ellerinde dokunan sanatları, el emeği göz nuru nakışları. Binaları ve binalara nakşedilen sayısız şekilleri hatları desenleri ... giysileri arabaları, evleri, teknoloji elinden sunulan aletleri, edevatları. Ve daha nicelerini...sonra yeniden aynaya dönün, tekrar yüzünüze bakın. Yüzünüze yerleştirilmiş bir çift göze iyice bakın ve gözünüzü açın.

Bütün bu sayılanlar gözümüze ihsan edilen nimetlerin sadece küçük bir kısmı ve her biri birer kudret mucizesi. Peki bütün bu güzellikleri bizim için güzelleştiren göze ne demeli. Nedense -göz veya görme olmazsa bizim için hiçbir değeri kalmayacak- göze takılan nesnelere takılıp dururuz. Aslında görmenin verilmesiyle ğüzelliğin kendisi bize takılmıştır. Gözün gördüğü her güzellik, aslında göz ile görme duyusuna haiz olan ruhta güzeldir. Ve ruh gördüğü her güzelliğe sahip kılınmıştır. Aslında yitirdiğimiz bir şey de yoktur. Asıl yitiriş sahibini yitirmek suretiyle ruhun yitirilişidir.

Şimdi yine gözünüzü sımsıkı kapatalım hem de sımsıkı kapatalım. Anadan doğma ama olduğumuzu hayal edelim. Hiç bir rengi, deseni, biçimi, sekli, boyutyu, nakşı, zerafeti, letafeti vehatta gölgeyi görmemiş olalım. Kapkaranlık bir dünyaya gözünüzü açtığınızı hissederek duyumsamaya çalışalım. Sonra da bir bahar mevsiminde rengarenk çiçeklerle dolu, yanında şelale manzaralı bir dağ evinin bahçesinde, muhteşem kostümleriyle havada uçuşan kuşların altında gözünüzü açalım. İlk söyleyeceğiniz kelime ne olurdu acaba? Bence CENNET olurdu. Cennete geldiğimizi zannederdik herhalde. Ya da kalbimiz bölesi güzelliği görmenin heyecanına tahammül edemez düşüp bayılırdık belkide kalpten giderdik ölüme.

Evet insan aslında cennete dogar. Ve bu dünyaya içine doğduğu cenneti farketmek ve ona sahip olmak için gelir. İnsan dünyaya ceneti ve kendini o cennetle tanıtan rabbini tanımak ve onun rızasını kazanmak için gelmiştir.

Evet biz CENNETTE YARATILDIK - ruhumuza takılan kalp vidan gibi hasseler bunun şahididir- ve içinde yaratıldığımız cenneti farkedip ebediyen kazanmak için burdayız.

Nasıl kapkara bir düünya ile rengarenk alemler arasında gözle farkedilmeyecek incelikte bir perde varsa, dünya ile cennet arasındaki perde de o kadar ince ve bir o kadar da kalındır. Yeter ki kalbimize örttüğümüz perdeyi azıcık aralayalım cennetin kokusun ve esintisini hissederiz o an.

İnsan alemi tanıdıkça kendini tanır. Kendini tanıdıkça da kendini dünya cennetine yerleştiren sonsuz şefkatli rabbini tanır.

Ne mutlu kendini (nefsini) bilene ve onu, Rabbi bilmeye vesile edebilene.

Rabbim bize eşyayı hakikatıyla –ne ise ve nasıl ise öyle- tanıt. Biz senden gelen her hayra muhtacız. Gönlümüzü gözümüze GÖZ yap ki her şeyde seni görebilelim.

  15.11.2005

© 2021 karakalem.net, Abdurreşid Şahin



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut