1111

BİR VARMIŞ, ama bir yok oluyormuş. Herşey ‘helâk olup gidici’ imiş. Hiçbir şey kararında kalmıyormuş. Bir var olan bir yok oluyormuş. Ama ‘O’na bakan yüzü müstesna imiş. Zaten ebedî hayat o yüzde gizli imiş, gerçek varlık o (yüz) demekmiş.

Tüm bunların sırrına ve künhüne vâkıf olmuş dört 1 varmış. Bazıları ‘elif’ de dermiş bu 1’lere. Aslında bu 1’lerin, kendilerini müstakil görmeye; bu âlemde hep varmış, kendilerine yokluk yokmuş gibi bilmeye; kendilerinde sınırsız, sonsuz güç varmış gibi düşünmeye; dahası, evvelâ ve bizzat kendilerini düşünmeye; aczi ve fakrı kendilerinden uzak bilmeye eğilimleri varmış. Rableri nice hikmetlere binaen böyle yaratmış onları.

Hem onlar bu hikmetin şuunatından nasiplenmişler de. Kendilerine verilen güç ve kuvvetin, ‘Kadîr-i Mutlak’ olan Rablerinin güç ve kuvvetini idrakte idraksizliklerini idrak etmeleri için verilmiş olduğunun farkındalarmış da. Hem bu bizim 1’ler, Rablerinin celâl ve azametine lâyık birer abd olamayacaklarını bilirler, tahiyyeler niyetinde ubudiyette bulunurlarmış.

Hem bu ubudiyetlerini küllîleştirmek, Rablerini birbirlerinin hususi âlemlerinin işaretiyle de tanıyıp tesbih edebilmek, tefekkürler ve tezekürlerinden hasıl olan istifade ve istifazadan nasiplenmek için bir de şirket-i maneviye kurmuşlar. Ama bu şirketten hiç dünyevî muradları yomuş. Bu dört ayrı ayrı ‘1’imiz, bu şirket-i maneviyenin mânâsını vuzuha kavuşturabilmek için ittihad etmeleri, yanyana gelmeleri gerektiğini bilecek tefekkür genişliğine sahiplermiş zaten.

Hem öyle de yapmışlar. Cem olmuşlar, ama ‘1’ler bir olmamışlar. Zaten aslında ayrı ayrı oldukları için yanyana gelebildiklerini, cem olabildiklerini, farklı oldukları için cem olmalarının anlamlı olduğunu kavrayabiliyorlarmış.

Önceleri ayrı ayrı 1 kıymetinde iken şimdi yanyana 1111 kıymetinde ve kuvvetinde imişler. Kıymetlerinin 1 iken 10, 100, hatta 1000 olabildiğini biliyorlarmış. Bizim ‘basamak değeri’ dediğimiz bu şeye onlar ‘sırr-ı adediyet’ diyorlarmış. Ama 1000 değerindeki 1 de, 1 değerindeki 1 de onlar için aynı kuvvette olmasa bile aynı kıymette imiş. Aynı kuvvette olmadığını teslim ederlermiş çünkü. “Herşeyi olduğu gibi tavsif etmek gerektir” derlermiş.

Hem 1’lerden hiçbiri bir diğerini küçük görmezmiş. Zira bilirlermiş ki, 1’lerden hangi biri yanlarından ayrılacak olursa olsun, 1111 olan kıymet ve kuvvetleri 111’e düşer, yani 1000 azalırmış. Bunun için her biri birbirlerine 1000 kıymetinde kuvvetli, 1000 kuvvetinde kıymetli gibi bakar ve öyle de görürmüş, gördüğü gibi de görülürmüş. 1000 kıymetindeki 1, 1 kıymetindeki 1’in yerinde sebat etmesiyle kıymetinin bir iken bin olduğunun bilincinde imiş üstelik. Her bir 1 bir diğerinin yanında olmasına kanaat eder, arkasında olmasını beklemezmiş. Hem yanında değil, arkasında olursa, ‘sırr-ı adediyet’in bozulacağını, 1111 tılsımının kaybolacağını idrak edebilecek kadar ‘sırr-ı ehadiyet’ten nasiplenmişlermiş. Hiçbiri kendisini bir diğerine dayatmaya kalkmazmış da.

Böylece tefekkürleri genişlenmiş, kâinattan nasipleri artmış, icmalden tafsile, taklitten tahkike, davadan bürhana, nazardan keşfe, malumattan marifete yol almış, sırr- ı ehadiyetten nasiplerini cem edip, sırr-ı tevhidin sırrına ermişler. Ve bu 1111’de 1 varmış, 1 yokmuş; hem varmış, hem yokmuş...

  17.11.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Ergöktaş



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut