Ayrılık Şarkısı

BİR ŞARKIDIR sonbahar; ayrılığın şarkısını söyler bütün ayrıntılarıyla. Başta gökyüzü olmak üzere, bütün varlıkların gözünden bir damla gözyaşı akar; ayrılığın şarkısı, göz yaşı olur. Göz yaşı, kimilerinde bir ayrılık için, kimilerinde ise yokluk için akmaya başlar.

Bütün bir ömrümüzü, 4 mevsim birden yaşar, yeryüzü. İlk baharda çocukluğumuza doğarız. Bütün bir çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda bir bahar coşkusu yaşarız hepimiz. Bütün dallarımız taze, bütün yapraklarımız narindir. Duygularımız, henüz filizlenmiştir. Tenimiz terütazedir. Her bir kabiliyetimiz, yeniden toprağa düşecek tohumlar gibidir. Aşk şarkıları, kulağımıza hoş gelir.

Yaz geldiğinde, ömrümüzün olgunluk dönemindeyizdir. İlk baharımızda devşirdiğimiz, ektiğimiz her kabiliyetin, her duygunun en verimli hasadını toplarız yaz mevsimimizde. İnsan olmanın, kemale ermenin en olgun meyvelerini toplarız ömür ağacımızdan.

Sonbaharımızda, hasat mevsimimiz bitmiştir. Yaşlanmaya başlarız. Tenimize düşen sonbahar yağmurları, cildimizin taze kalmasına yetmemiştir; tenimiz solmaya yüz tutmuştur. Yavaş yavaş, Ayrılık şarkıları dinlemeye başlarız. Ölüm fikri, uzaktan çalınan bir davulun sesi gibi hoş gelemez kulağımıza. Haddizatında biz de ölüm fikrinden ziyade uzağız sonbaharımızda. İçimizi, hüznün kara bulutları kaplar. Ölüm, sonbaharımızın fırtınalar koparan fikri olur. Her günümüzün takviminden bir yaprak düşer hayatımızdan; bütün bir ömrümüzün düşen yaprakları, tek bir sonbaharda düşer yer yüzüne. Her bir günümüzün yapraklarını, hazan mevsiminde ayaklar altına düşmüş ağaç yaprakları görürüz. Her bir yaprak sararmış haliyle, yüzümüzün ‘bir gün’ünü, ‘bir an’ını yansıtan bir aynaya dönüşür.

Yolun sonuna geldiğimizde, kış mevsimine gireriz. ‘Bir gün bizim de başımıza karlar yağacak.’ Saçlarımızın beyazlığı, ölüm kefeninin beyazlığını andırır. Yer yüzü karlarla dolsa, ‘yer yüzünün de kefeni varmış’ diye hayıflanırız. Her düşen beyaz kılımızı, bize ölümü hatırlatan bir ölüm meleği sanırız. En sonunda, ölüm meleği, bizi de beyazlara büründürür, ikinci baharımızda tekrar diriltilmek üzere, berzah alemi’ne götürür; ait olduğumuz toprağa kavuşuruz. Ruhlarımız berzahta iken, bedenimiz, kışın bütün soğukluğunu yaşar toprak altında. ‘Haşrin baharında, yeniden dirilme fikri’, berzahımızı cennet bahçelerinin sıcaklığına kavuşturur. Bedenimiz, soğuk ve incecik bir kefenin içinde çürürken, ruhumuz, meleklerle beraber yeryüzünü dolaşır.

İlk baharda kavuşmanın neşesiyle dolup taşan her çiçek, ağaç, bulut, gökyüzü, görevini yapmanın huzuruyla ayrılır bu alemden. Görev başında, O’nun güzelliğini sergileyen her şey, solup giderken de yine O’nun izniyle ayrılıyor alemimizden. Yapraklar solgun, ama asla yokluğa gidişin renklerini yansıtmıyor.

Sararmışlığın bütün tonlarını yansıtan rengarenk yapraklar, giderken, zihinlerimizde renkli hüzünlere yerlerini bırakıyor, bir daha buluşmak üzere. İlk baharın rengarenk çiçeklerini aratmayacak bir güzellikle, okşar gözlerimizi. Ayrılık çiçekleri’nin gül bahçesinde hissederiz kendimizi. Çiçeklerin, zihinlerimizde bıraktıkları varlığın coşkusu, yerini ayrılık hüznüne terk ediyor. Dalındaki çiçekler, solmuş yapraklara dönüşür sonbahar meydanında. Yapraklar, sonbahar çiçekleri açar, kasvetli yüzümüze tebessüm ederek, yüzümüzü güldürür.

Bir estetik, bir zerafetle; salına salına, döne döne aşağı bırakır kendini, dalından her bir yaprak, sema canibinden iner yer yüzüne. Sanki görevli melekler, vazifesini bitirmiş yaprakların cenazelerini, saygıyla yer yüzü mezarlığına indirir. Sokaklar, yaprakların cenazeleriyle dolup taşar. Onların cenazelerine saygısızca ve onların vazifelerinin bitişini düşünmeden basanların ayakları altında, toprağa kavuşur yapraklar. Toprakla bütünleşir. Geldiği yere, ait olduğu memleketine gider. Bir daha yeniden diriltilmek üzere, kim bilir hangi ağacın hangi dalına yaprak, hangi çiçeğin hangi sümbülü, hangi insanın hangi gözbebeğine bir zerre olur yapraklar.

Bir zamanlar, dile gelmişti, ilk baharın şarkısını söylemişti yapraklar. Her bir yaprak, ait olduğu ağacın yüzlerce dili olmuştu bir zamanlar. Ağaçların her bir yaprağından ayrı bir musiki, ayrı bir name terennüm eylemişti. Varlığın, kavuşmanın, coşkunun şarkısını seslendirmişlerdi. ‘Binler dilleriyle, havanın dokunmasıyla, Hu Hu zikrini tekrarlıyorlar’dı. Ve varlıklarıyla hayatı Bahşeden’i ‘Ya Hayy’(Ey dirilten’) diye anlatıyorlardı. İşte şimdi de yine O’na şükrederek, başka bir aleme gidişin, başka bir göreve gidişin merasimini bitirmek üzere, ‘Ya Mümit’(Ey Öldüren!) diyerek hayata veda ediyorlar. Şimdi de ayrılığın şarkısı’nı seslendiriyorlar.

O’nun varlığına, her yerden koşup gelmiş olan yapraklar, O’nun varlığını ve güzelliğini yansıtıyorlardı. Şimdi de yine O’nun hala var olduğunu ve var olmaya devam ettiğini giderek gösteriyorlar. O’nun izniyle gelmişlerdi, yine O’nun izniyle gidiyorlar.

İlkbaharda, yapraklarla şenlenen dallar, cazibeli bir nazenin gibi, cezbe istiyorlardı. ‘Aşkın "Hay Huy" perdelerinden en hassas tellere, damarlara dokunuyor gibi sadâ veriyorlar.’dı. Kendilerine bakanlara, nazlı nazlı salınıyorlardı; gözlerini okşuyorlardı; ama şimdi kendisine ait cazibesini yitirmiş maşuk gibi, solmuş ve aşka veda ediyorlar.

Etrafı çiçeksiz, zülüfleri yapraksız kalan ağaçlar, kuru dallarıyla, yerde yatan yaprakların cenaze namazına hazırlık yapıyorlar. Kimi yerlere yatmış, secdede; kimi ruku’da, kimi de ayakta; birazdan ilkbaharın cenaze namazını kılacaklar. Kendileri de kışın gurbetine erecekler.

İşte tesbihlerini yapan ağaçlar, ‘kurumuş kemikler’ misali, bir sonraki baharda yeniden yaratılmak üzere, ‘yeniden yaratılmaya inanmayanlara, yeniden yaratılışın var olduğunu, hakk olduğunu’ ıspatlamak üzere uykuya yatacaklar. Uykuda bile, ‘yeniden yaratılış’ın varlığını ıspatlamak için dim dik ayaktalar. Ayakta oluşları, varlığın devam ettiğini, yokluğun asla olmadığını, ‘yeniden diriliş’in onlar üzerinden yeniden mümkün olduğunu gösteriyor.

‘Kurumuş kemikleri kim diriltecek?’ sorusunu, kurumuş kemik gibi dallarıyla, haşrin baharında tekrar yaratılacaklarını ıspatlıyorlar. Gökyüzü, yaprak dökümüne ağlayıp göz yaşı dökse de, bir başka baharda yeniden yaratılışı selamlamaktan geri durmuyor; yeniden yaratılış için, kuruyan ağaçları sulayıp, yeniden dirilişin mümkün olduğunu kendi diliyle anlatıyor ve kuru bedene bürünmüş nazeninlere ‘saki’(aşk şarabını dolduran) lik yapmaya devam ediyor.

‘Yeniden yaratılış’a inamayıp göz yaşı dökenler de, kurumuş ağaçlara bakarken sadece baharın sona ermesine ağlamıyor; aynı zamanda yer yüzünü yeşillendiren bütün varlık aleminin yok oluşuna, akrabalarının, dostlarının, arkadaşlarının, anne ve babalarının da sona eren veya erecek olan ömürlerine ağlıyor. Yokluğa ağlıyor, ölüme ağlıyor; baharı tutmak için elinden hiçbir şey gelmeyen iradesine, varlığının da bir gün sona ereceğine ağlıyor. Kendisi yaşasa bile, bir yaprağın ölümüne ağlıyor, milyonlarca milyarlarca ağacın, bitki ve hayvanların yok oluşuna ağlıyor. Gökyüzünden akan yağmurlar, onun gözünde yokluğa ağlamalardır. Rüzgarın esmesiyle ağaçlardan, dallardan yükselen ayrılık şarkısı, onların gözünde, yokluğun cenaze marşına dönüşür. Gökyüzü bulutlandığında, içi hüzünlenir, ruhu sıkılır, rahmet yüklü bulutlar, onların gözünde düşmana dönüşür. Kocaman yer yüzü, kocaman gökyüzü onun nazarında, bir hapishanenin kapanı gibi, kendisini bu geniş alemde daralmış hisseder.

Gurbet bile yoktur böyle birinin hayatında. Zira başka bir yerden geldiğine inanmamaktadır. Gurbet fikri ise, bir yerden geldiğini, buraya ait olmadığını ve bir gün gurbetin biteceğini hissettirir insana. ‘Yeniden yaratılış’a inanmayanın, gurbeti de yoktur. Ne ilk baharı ne de sonbaharı yoktur. Ne ‘kavuşma’ fikri vardır, ne de ‘ayrılık’ fikri. Böyle birinin sahibi de yoktur. Sahibinden kaçmış bir köle gibidir, sahipsizlik, yeniden diriliş’e inanmayanın, en büyük ızdırap duyduğu fikridir. Ayrılık şarkılarını dinlerken, ruhu, onulmaz bir yarayla yaralanmaktadır. Ve ayrılık şarkıları, onun için yokluk şarkıları’na dönüşür.

Maddi olarak et ve kemikten ibaren olan insan, sahip olduğu manevi duygularıyla bu aleme yabancıdır; başka bir alemden buraya gönderilmiştir ve tekrar oraya gönderilecektir. Hem yaşayan canlı alem, hem de bunun insanın manevi duygularındaki yansıması bunun en canlı şahididir.

Yeniden yaratılış fikri, ‘ayrılık acısı’nı, ümitsizlik buhranına dönüştürmeden, tatlı bir hüzne dönüştürmektedir. Böylece ayrılık şarkıları, sevgilisinden geçici olarak ayrılan aşıkın, kavuşma heyecanına dönüşmektedir. Ayrılık, tatlı bir hüznün göz yaşı olarak akar kalbimize. Yüreğimiz, O’nun sevgisiyle ıslanır. Ve hüzünlü şarkısını söylerken, sonbahar, tatlı bir gözyaşı olur…

  31.10.2005

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut