YÜRÜYEN HEYKEL!

‘NASIL Kİ, merhume ve rahmete muhtaç bir güzel kadın cenazesine nazar-ı şehvet ve hevesle bakmak, ne kadar ahlakı tahrip eder. Öyle de ölmüş kadınların suretlerine veyahut sağ kadınların küçük cenazeleri hükmünde olan suretlerine hevaperverane (hevesle) bakmak, derinden derine hissiyat-ı ulviye-i insaniyeyi sarsar, tahrip eder.’(Sözler, 431)

Veyahut Ramazan ayında, nefis ve şehvetin dizginlenmesi gereken bir anda bile, küçük cenazeler hükmünde olan kadınların suretlerine şehvetle bakmak ve baktırmak, her iki cins için alçaklığın, kelimelerle ifade edilemeyecek bir düzeyini gösterir.

‘Şu medeni beşerin hırçınlaşmış ruhunda, şu suretler denilen küçük cenazelerin, mütebessim meyyietlerin rolleri pek azimdir. Hem tesiri müthiştir’(lemaat)

Her bir güzel yüz, geçici olduğundan, sahibinin ölümünü beklemeden ölen bir küçük cenaze hükmündedir. Yaratıcısını göstermeyen bir güzelliğin, gülümseyişi, makyajlanması, ölmüş küçük bir cenazenin ölüsünü diriltmez. Ancak güzelliğe müştak bir insanın, Yaratıcısının izni olmadan bu gülümsemeye karşılık vermesi, makyaja aldanması, içindeki ‘ölü cenaze’yi ortaya çıkarır.

Bir taraftan gülümseyen cenazeler, diğer taraftan bu cenazelere iştahla bakarak sırıtan canlılar. Aslında, cansız bir çıplak cesede şehvetle bakan birine de canlı demek zor geliyor. Onun da yüzünün küçük bir cenaze olduğunu düşünürsek, onun durumunun daha vahim olduğunu söyleyebiliriz. O da günahkar bir cesede sırıtarak bakan başka bir cenaze hükmündedir.

Günahkar cenazeler, cansız, ölü heykellerdir. Yaratıcısını göstermeyen, hatta kalın perdelerle örten maskeli yüzler, heykelden farksızdır. Heykel, nasıl ki Yaratıcısına meyden okuyan bir medeniyetin, nefisperestliğin, bir tür puta tapıcılığın ürünüdür. Zahiren canlı, aslında cansız bir bedene sahip güzellik kraliçeleri de, nefsimizin ve şeytanımızın birer imalatıdırlar.

Evet heykel, insan nefsinin ve egosunun bir tür Tanrılaşma iddiasıdır. Heykele benzeyen, insan yapımı bir kadın güzelliği de bir tür Tanrılaşma iddiasıdır. Güzelliğe meftun erkek tabiatını kendisine kul ve köle olmasını isteyen, bu güzellik kavramı, nefisperest, egoist bir zihnin, başkalarının bakışından zevk alan bir bakışını yansıtır. Kendi güzelliğine kendisi sahipmiş gibi, erkek zihnini baskılayan ve erkeğin iradesini dumura uğratan bu tarz bir güzellik, aynı zamanda Yaratıcısını unutan bir bakış tarafından da sahiplenmeye çalışılır.

Heykelcilik, bir tür iki yüzlülüktür. Gerçekte yaratamadığı insanı, yaratmış gibi görünmek ve Yaratıcıyla boy ölçüşmektir. Yaratıcı ile boy ölçüşen kişi, ya kendi ürettiği güzelliğe tapınır, ya da kendi güzelliğini Yaratıcının güzelliğine perde yapar. Bir yüzünde aciz olan insan, diğer yüzünde bütün dünyaya ve hatta Yaratıcıya bile meydan okuyan bir iki yüzlüdür. Böylece kendi çirkinliklerini, maskelerinin arkasında saklamaya çalışır.

Günümüz medeniyetinin insanı, suretperesttir. Sireti ile sureti yekdiğerini yalanlar. ‘Hayatta gayesi nefsi arzuları, heva ve hevesi tatmin olduğundan, insanı memsuh(yüzünü çirkinleştirir) eder, sireti değiştirir. Manevi meshediyor, insaniyeti değiştiriyor. Şu medenilerden çoğunun içini dışına çevirirsen, bir çoğunu maymun, tilki, yılan, ayı ve hınzır suretinde görürsün’.(Lemaat) Medeniyet, insanları en az iki yüzlü yapmıştır. Siretleri suretlerine yansımıştır. Yüzü gülerken, içi kan ağlıyabiliyor. Yüzü ağlarken, içi gülüyor. Yalancı gülmeler ve yalancı ağlamalar, medeniyetin görüntüden ibaret bir cilvesidir.

İçindeki domuzu, maskeleyerek makyajlayan birinin, güzellikten, sevgiden söz etmesi ne kadar inandırıcı gelir? Yılan ruhlu bir güzelin, sevgi gösterileri ne kadar gerçeği yansıtıyor? Maymun iştahlı birinin, perhiz yapması, oruç tutması ne kadar nefsini tebrie ve terbiye ediyor? Tilki mizaçlı bir dessas, acaba ‘seviyorum’ diye, kaç kadını kandırıp hayatını karartmıştır? Güzellik anlayışını dondurup içinde heykelcikler oluşturan bir erkek, gerçekte hangi tür kadınları sever? Güzelliğini kendisi yaratmış gibi sahiplenen bir kadın, kendisini heykelden ve tapınılacak bir puttan farklı görebilir mi?

Sevgiyi dünyevileştiren bu bakış, hayalindeki kadını heykelleştiren bir erkek tipi, bedenini başka insanlar için heykelleştiren bir kadın tipini ortaya çıkarmıştır. Aynı bakış, içindeki heykeli, dışarıya yansıtıp evinin, sokağının, caddesinin, iş yerinin ve en nihayetinde şehrinin görüntüsünü değiştirir. Böyle birinin nazarında, sokaklar sabit ve yürüyen heykellerin tenezzühgahıdır. Çarşı Pazar, satın alınacak heykellerle doludur.

Her şey, meftun olunacak bir şekilde dizayn edilir. Sokaklar, caddeler, plazalar görkemli ve kendisine ram olunacak bir şekilde inşa edilir. İçine bir sevgi barındırmayan bir kadın heykeli gibi, şehir ve sokaklar da sevgisiz kalır. Geniş meydanlar, yüksek ve baskılayıcı plazalar, insanın kendisini yalnız, güçsüz ve sevgisiz hissetmesine sebep olur.

Sevgi ve muhabbet isteğiyle donatılan kalbimiz ise, bu sevgi ihtiyacını bir şekilde gidermeye çalışır. Meşru veya gayr-i meşru, hangi yolla olursa olsun bir şekilde, kalbimiz kendini dışa vurur. ‘Adresini şaşırmış sevgiler’ ise, ya menfaat için sevmelere ya da gayr-i meşru sevmelerin belirsiz mekanlarında gezinir.

‘Ne şeyi seversen, ya lezzet için seversin, ya menfaat için, ya evlâda meyil gibi bir müşâkele-i cinsiye için, ya kemal olduğu için seversin. Eğer kemal ise, başka bir sebep, bir garaz lâzım değil.’

Hangi saikle olursa olsun dünyevi bir güzeli sevmek, geçicidir. Eğer Yaratıcıyla bağlantısı anlaşılmazsa, güzellik başa beladır. Leylasını kaybeden bir mecnuna, ya da ‘Adem’ini kaybeden bir ‘Havva’ya dönüşür insan. Güzellik ve sevgi, ikisi de Sonsuz Bir Güzel(Cemal) ve Sevgili(Mahbuba)ye olmazsa, gülün dikenleri gibi kanatır; gül solduktan sonra da kalbi kanatır.

Erkekte güzellik anlayışı, güzel olana sahip olmakla anlaşılır. Eğer bir ölçüye dayanmazsa, Yaratıcının güzelliğinin bir yansıması olduğu anlaşılmazsa, kadın, erkeğin egosunun tatmin aracına dönüşür.

Kadında güzellik anlayışı, kendi güzelliğine sahip çıkmak ve onu başkalarına da göstermektir. Eğer bir ölçüye dayanmazsa ve kendi güzelliğinin kendisine verili olduğunu anlamazsa, kendi güzelliğinin başka Bir Güzel(Cemal)den geldiğini anlamazsa, kadın güzelliği, erkeklerin baştan çıkarılması için kullanılır.

Yaratıcısından koparılarak anlaşılan bir güzellik, sahibinde edep ve hayanın yırtılmasına sebeptir. Ve diğer insanlara, ‘gayr-i meşru bir muhabbetin neticesi’ olan gaddarcasına düşmanlığa sevkeder.

Ten güzelliği, kalp güzelliği, duyguların güzelliği, ruh güzelliği, hayal güzelliği, vicdan güzelliği, hepsi tesettür toprağında kalmalı ki neşv-ü nema bulsun. Eğer uluorta sergilenecek olursa, kibir ve riyaya sebeptir.

Doğal bir çiçek veya ahlaklı bir hasna(kadın) ne kadar Yaratanını gösteriyorsa, Sun’i bir çiçek veya bir hasna heykeli de o derece Yaratanına perde oluyor. Güzellik anlayışımız, sun’i bir çiçekte ne kadar kendini belli ediyorsa, yapay kalıyorsa, kadın güzelliği konusunda aynı yapaylıkta ortaya çıkacaktır.

Bazı ifadelerimin, Ramazan ayı için çok ağır kaçtığını söylediğinizi hisseder gibiyim. Ancak, yukarıdaki ifadeleri, oruçsuz ve sevgisiz sokakların ve şehrin karanlık köşelerinde yürüyen heykellerin fazlalığının, Cemale ve Kemale müştak ruhumu, Sonsuz Sevgiliye olan derin iştiyakımı tahrik etmesinin notları olarak değerlendirirseniz, bu yazı amacına ulaşmış olacaktır.

İçimizdeki putları ve heykelcikleri kırmanın en uygun zamanı, midemizin aç kaldığı andır. Midesi aç iken, kalbini doyuranlara ne mutlu…

  24.10.2005

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut