Dışarıda, ramazanın orta yerinde…

DIŞARIDA HAYATIN üzerine yağan ramazanın orta yerinde, bir çocuk kımıldanıyor kalbimde. Oyuna karışan yaşıtlarının dışına düşmüşlüğünü resmeden bir duvar dibi görüntüsüyle...

Arkadaşlarına katıl(a)madığı besbelli... Oturduğu yerde diz çöküp, dişleriyle elindeki ekmekten bir parça parça kopartıyor. İştahla değil, mecburiyetten gibi... Arkadaşlarını sarmalayan oyunu uzaktan seyrediyor.

Oyuna giremeyen bu çocuk oluyorum. Sağımı solumu dolduran insanların elinden tutarak güzelleştiren havanın kıyısına düşmüşlüğün hüznü çöküyor üzerime. Arkadaşlarımın başında uçuşan, gözlerinden giren havayı soluyamayışımın içinden terk edilmişliğim geçiyor. Kullanımdan kaldırılmış eski eşyaların iliğine işlemiş vefasızlık, yağmur olup üzerime yağıyor.

Ramazan’ın cümbüşe çevirdiği hayatların ortasında, kıyıya düşmüş çocukların rüyalarında yakın bir tarihe düşüyorum. Masalların içinden geçmiş şehrin bir semtinde, vaktin akşama kaydığı saatlerde, kendimi semt sakinlerinin iftar öncesi fotoğraflarına bakarken buluyorum. Kalbimin atıp durduğu bu havada, bir ‘turist’ olmanın yakıcı hüznünde, sürgünlerin şiiri yazılıyor. Atik-Valde’den inen sokaktan geçerken şiir başlıyor:

‘Tenha sokakta kaldım oruçsuz ve neşesiz

Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı

Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.’

Aşkla bağlı olduğu, kalbinin gökkubesinde çınlayıp duran gönül medeniyetinin sultanı orucun havasını solumak arzusuyla geldiği Atik-Valde’de, oyuna girememişliğin acısından geçen şair oluyorum. İnsanın kötü tarafından beslenen görüntülerin yerini tatlı bir sükûnete bıraktığı ramazan saatlerinde, orucun iftar iskelesine yanaştığı vakitlerde, sokaklarda, huzurdan dalgalar dolaşıyor.

Biliyorum ki, semt sakinlerinin yüzlerine konmuş süzülmüşlük hali, az sonra varacakları iskelede oturacakları iftar sofralarında dağılacak. Oruçla birlikte kalplerine misafir olan iyiliğin karşılığını, gözlerine ilişecek ışıltıyla alacaklar.

Semti, fırından yeni çıkmış iftar pidelerinin buğusu basıyor.

İnsanlar sessizce geçiyorlar yanıbaşımdan.

‘Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları’, az sonra atılacak iftar topunu sezdiriyor.

Çok geçmeden sokaklar bütün bütün sessizleşiyor; gün atılan topla bitiyor bu semtte.

O saatten sonra kerpiçten evler, ışıklı bir neşenin içine düşüyor.

Ne müthiş bir hazdır bu!

Yalnız başıma kaldığım tenha sokaklarda, payıma bu insanlara katılamamanın gamı düşüyor. Ruhuma bir gurbet akşamının karanlığı bulaşıyor.

Koyu bir hüzün içinde kalıyorum.

Ve teselli oluyor, ruhuma dişlerini geçiren hüzün.

Madem ki, onlara katılmamam rahatsız ediyor beni, demek ki, dışarılara sürgün edilmiş bir buralıyım.

Bu düşünce saçlarımın üzerinde dolaşan bir el oluyor.

‘Kalk, sahur vakti’ diyen anne sesi geliyor bana, derinden...

Rüyadan ve uykudan uyanıyorum.

Bir anne eliyle kaldırılan yorganın altından çeşmeye uzanıyorum.

Gurbetten sılaya dönen kalbime sofralar kuruluyor.

  22.10.2005

© 2021 karakalem.net, Nihat Dağlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut