Ameller ve niyetler

HAYATINI KAZANMA yollarının giderek çeşitlendiği bir çağda yaşıyoruz. Bu sadece mesleklerin dağılımı yönünden değil. Meslek türleri zaten her dönemde bir çeşitliliği barındırmıştı. Demek istediğim, ahlâkî açıdan değerlendirmesini yapmadan, para getirisi sağlayan herşeyin mübah sayılır olduğu bir zihniyetin günümüz dünyasında fazlasıyla yaygın olduğu.

Bu durum, belki de, insanların gelirinin temizliğiyle değil de harcamasının fazlalılığıyla değerlendirildiği bir anlayışın yansıması. Satın alınan her yeni şey—ister bir ev, bir araba, isterse yeni bir giysi, dışarıda yenilen yemek olsun, hepsi—harcama gerektiren herşey, niteliğine bakılmadan değer taşır konuma gelmiş. Üstelik, harcama miktarı arttıkça değer de yükselir hale gelmiş. Bir jip arabadan, villa apartman dairesinden, markalı bir tişört pazardan alınan aynı kalite bir diğerinden daha hatırı sayılır olmuş. Bu da ister istemez insanın beklentilerini, hedeflerini, gayretini etkiliyor. İnsanlar artık bir ev almakla mutlu olmuyorlar. Ancak lüks ve sıfır bir daire, bu tatmini bir ölçüde sağlayabiliyor. Ayağını yerden kesecek, işlerini hızlandıracak ortalama bir araba, bir binek sahibi olma mutluluğunu yaşatmıyor. Temiz giyiniyor olmak, temel bir ihtiyaç olan giyinmenin giderildiği anlamına gelmiyor iç dünyalarda.

Tabiî, bu gidişatta insana sayılamayacak kadar çok, seyredilemeyecek kadar saçma dedirten televizyon dizilerinin rolünü de gözden uzak tutmamak gerekiyor. Birbirinin tekrarı haline dönüşen dizilerde, hep zengin veya ona yakın durumda, öyle olmasa da harcaması ve yaşantısı geri kalmayan insanların ilişkileri işlenip duruyor. Bu insanlar hep âdeta iç mimar ve dekoratörlerin ellerinden çıkmış mekânlarda yaşıyorlar. Arka planda olsa da, evleri ve işyerleri konudan daha fazla ilgi çekiyor. Oyuncular her nerede olurlarsa olsunlar giyim kalitesi ve zevkinden asla taviz vermiyorlar! Arabaları ancak filmlerde görünecek cinsten...

Hal böyle olunca, geçimini temin edecek bir iş sahibi olmak denildiğinde, tüm bu ihtiyaç görülen ama gerçekte öyle olmadığı halde öyle gösterilen, sadece izafe edilen değer dolayısıyla ihtiyaç sınıfına sokulan şeylerin karşılanabildiği bir gelir kastediliyor. Daha aşağısını kazanıyor olmak, insanı boşuna çalıştığı halet-i ruhiyesi içerisinde yaşatıyor. Daha aşağısını kazandıracak bir iş, daha en başından, iş sayılmıyor. Belki ancak içerisinde daha fazlasını ahlâkî olmayan yollardan kazandırma imkânını barındıranlar, o imkânları için kullanılıyor. Rüşvet, hortumculuk, fuhuş hep bu yüzden, daha fazlasını zahmetsiz ve kısa yoldan kazanıp harcamak adına önü alınmaz biçimde sürüp gidiyor.

Üstelik tüm bu manzara, derdi şu hayattan çok ahiret olması gereken dindarlar cephesinde de değişiklik göstermiyor. Zaten insanın canını en çok acıtan da işin bu kısmı. Dünyası şu dünyadan ibaret olan bir insanın ne pahasına olursa olsun istediği gibi yaşaması yakışıksız kaçmıyor. Elbette ki insaniyetine yakışmıyor; ama hayatını Hayatı Veren ile ilişkilendirmemekle zaten daha başında insaniyetini mağlub duruma düşürdüğü için, arkası da kolayca geliyor. Oysa ehl-i din için durum hiç de mazeret bulunacak cinsten değil. Bir taraftan da içinde bulunulan ahir zaman fitnesinin hiç de öyle kolay altedilebilir olmadığını gösteriyor.

Bir mü’min erkeğin dünyası, sıradan bir hemcinsi gibi, her insanın kolay kolay sahip olamayacağı bir araba markası ile dolu olabiliyor. Kredi kartı harcamaları şu dünyanın anasını ağlatacağım derken kendi anasını ağlatacak kadar yüksek olabiliyor. Kendisi bu harcamaları kaldırabilir bir konumda olan için bile, bunu yapamayacak durumdaki dindar bir insan için nümune olup, onu her ne pahasına olursa olsun bu kazancı edinmem lâzım düşüncesi içerisine sokuyor. Böylece, bu insanı harama yan gözle bakar konuma getiriyor.

Yahut, mü’mine bir hanım eşini işine uğurlarken “Aman harama bulaşma” deyip arkasından harama bulaşmadan yaşanamayacak harcamalar içerisine girebiliyor. Kocası, harama doğrudan bulaşmamaya çalışsa da, böylesi bir harcama tablosu dolayısıyla, ucundan kıyısından haram kokuları veren ilişkiler içerisinde yer alabiliyor.

En az birkaç kez kulaklarımla şahit olduğum bir durum, ‘bizim mahalle’de durumun vehametini abartmadığıma dair bir örnek olsa gerektir. Meselâ, şu örneği duyduğumda irkilmiştim: Bir anne-baba, çocuklarını dini hassasiyetler ile yetişmesini önemseyerek çocuklarını bu hassasiyetin yaşandığını düşündükleri bir özel okula gönderirler. Daha ilk yılın içerisinde çocuğun eve taşıdığı hassasiyetler ise traji-komik bir durum arzeder. Çocuk babasına niye jipleri olmadığını, niye villada oturmadıklarını, fakir oldukları için mi bunları yapamadıklarını sorup durur. Babaya ise, bu durum karşısında, çocuğunun okulu konusundaki hassasiyetinin doğru bir seçim yaptırıp yaptırmadığını sorgulamak düşer. Elbette burada sorun okulda ve okulu kuranlarda değil; yine de bu tablo, ehl-i din arasında dahi ‘harcaması üzerinden kendini isbatlama’ tavrının çocukların başka çocuklara kendilerini takdim biçimini etkileyecek derecede ‘içselleştirilebildiğini’ gösteriyor.

Üstelik bütün bunlar, çoğunlukla ‘Allah’ın dinine hizmet’ mantığı ile meşrulaştırılıyor. Ehl-i dünyaya “Biz de sizin gibi yaşayabiliriz” söylemi ile “Din sizi arzuladığınız hayattan alıkoymaz” diyerek tebliğde bulunulduğu düşünülüyor. Oysa harama önce yan gözle baktırıp, sonra ucundan bulaştıran, ardından belki de tam da içine çekip alacak bir hayat tarzı ile, hizmet edilecek hangi din kalıyor diye insan sormadan edemiyor.

Halbuki alimler ‘sedd-i zeria’ şeklindeki bir kavramlaştırma ile, bu yaklaşımlara sed çekmişlerdir. Haramın içinde bulunmak kadar, harama yaklaştıracak şeyleri de haram addetmişlerdir. Buradan hareketle, içki içmek kadar taşımacılığını yapmak da, zina yapmak kadar mahremi olmayana bakmak da haram sayılmıştır. Bunun gibi, denilebilir ki, hayalini ulaşılması zor ve israf bir araba markası ile doldurmak suretiyle veya eşine haramdan kaçınmasını öğütlerken israf harcamaların içinden çıkmamak suretiyle haramdan kaçılmış olmaz. Bunlar harama götürdüğü için bilakis haramın içinde olunur. Yapılan işin kendisi kadar o işi yapmaya götüren yollar da helal olmak durumundadır. Helal bir amele ancak helal yollarla ulaşılmak durumundadır. Ameller kadar yollar da helal olmalıdır.

Diğer taraftan, kazancımızın helâl olduğu kadar, harcamamızın da helâl olması gerekmektedir. Kazancının tereddütsüz biçimde helâl oluşu, hiçbir mü’mine ‘israf’ hakkı tanımaz. İsraf haramdır. İsraf edenler, şeytanların kardeşleridir.

Dahası, amellerimizin ve de kazanç yollarımızın helal olması için, ehl-i dünya ile yarışır bir hayata girişmeden, önceliklerimizi tekrar tekrar gözden geçirmemiz gerekiyor.

“Biz kimiz, hedefimiz neresidir, şu hayatımız ne içindir?” soruları, tekrar tekrar, yeniden yeniye cevap bulmalıdır iç dünyalarımızda.

Ve, harcamalarımız gözden geçirilmelidir. Ne kadarı gerçekten zaruridir, ne kadarı zaruri gösterilmektedir?

İsraf hayatlarımızda yer bulmamalıdır ki, haram girecek delik bulamasın.

  21.10.2005

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut