Başörtüsü meselesi nasıl çözülmez?

GEÇEN HAFTA içinde, bir gazetede, mü’mine ve mesture bir kardeşimin bir konuşma anında çekilmiş fotoğrafını gördüm. Haklar ve özgürlükler için, bu meyanda hakları ve özgürlükleri ‘anayasal garanti altına almış’ şu ülkede özellikle görmezden gelinen, bilakis engellenen haklar ve özgürlükler için mücadele eden bir derneğin de başkanı olan bir mü’mine kardeşimizin fotoğrafını.

İş inancını ifade özgürlüğü gibi, bu meyanda meselâ inandığı şekilde tesettürüyle okula gitme özgürlüğü sözkonusu olduğunda üç maymunlardan öte kaplanları oynayan bir gazetede bu fotoğraf yayınlanmış olsa, özellikle bir suiniyet arardım. Ama fotoğraf ‘bizim mahalle’nin gazetelerinden birinde yer alıyordu; ve bu mü’mine kardeşimizin ağzının açık olduğu anda çekilmiş bu fotoğraf, bana kalırsa, duyarlı gazetecilik adına yakışmıyordu.

Yazımın asıl konusu, elbette ağız açık iken çekilen bir fotoğrafın seçilmesi değil. Fotoğrafta, ellerin ve yüz hatlarının aldığı biçimden okunan ‘mücadeleci mü’mine kadın’ imgesi üzerinde de durmayacağım—durulmaya değer olduğu halde, bu konuyu başka bir yazıya bırakarak...

Bu fotoğrafın da içinde yer aldığı yazı, bu hamiyetli mü’mine kardeşimizin başkanı olduğu derneğin, Ramazan ayı içinde başörtüsü yasağını protesto için ve başörtüsüne özgürlük adına her Cumartesi günü bir meydanda protesto toplantısı yapacağını bildiriyordu; ki tam da bu konu üzerine yazmak istiyorum.

Başörtüsü yasağı, Türkiye’nin en anlaşılmaz ve kamu vicdanını en ziyade yaralayan yasaklarının başında geliyor. Anlaşılmaz; zira ‘üniversitelerde kılık kıyafet serbesttir’ yazılı bir kanun maddesine ve ‘üniversitelerde kız öğrencilerin kıyafetini yasaklayan’ hiçbir kanun hükmü olmamasına rağmen bu yasak icra ediliyor. Yasağa dayananların diline pelesenk ettikleri ve anayasada ‘değiştirilmesi teklif edilemez’ nitelik izafe edilmiş ‘devrim kanunları’nda da, kadınların kıyafetine dair bir hüküm, dolayısıyla da kadınların kıyafetine dair bir yasak, hatta bir ima dahi yer almıyor.

Dolayısıyla, özellikle üniversitelerde uygulanan başörtüsü yasağı, gerçekte, bir ‘keyfîlik’ simgesi, bir ‘ben yaptım oldu’ gösterisi, bir ‘güçlüyüm; kanunmuş, hak ve özgürlükmüş tanımam’ manzarası...

Bu yönüyle de, kamu vicdanını yaralıyor, dahası o dilimizden düşmez hale gelmiş ‘toplumsal barış’ı dinamitliyor.

Buna rağmen, sosyal bilimci Ali Bayramoğlu’nun yazılarında sıkça kullandığı tabirle ‘toplumsal fay hatları’ndaki ‘enerji birikmesi’ni de sembolize ediyor başörtüsü yasağı. Yani, nasıl bir deprem fay hatları çizgisinde enerji yoğunlaşan yerde gerçekleşiyorsa, bu toplumun eşitlikçi ve özgürlükçü kesimleri ile ‘biz daha eşitiz’ci kesimleri arasındaki kırılmanın yoğunlaştığı bir nokta başörtüsü yasağı. Birileri, gereğinde ‘kanırta kanırta,’ yani yasağın yol açtığı bireysel mağduriyetlere de, toplumsal yaralanmalara da asla aldırmadan yasağı ‘ebedîleştirme’ derdinde.

Buna karşılık, başörtülüler yanında ille de kendisi veya bir yakını başörtülü olmayan ‘özgürlükçü’ insanlar nezdinde de bu ülkenin en önemli sorularından biri bu: Yasak nasıl çözülür?

Bu soru, bu ülkenin en önemli sorularından biri. Ve açık söylemek gerekirse, bu ülkenin başbakanı bile bu sorunun cevabını bilmiyor. O yüzden, ‘toplumsal uzlaşma’ ile bu sorunun çözüleceğini belirtirken, bana göre, cevabı bulma yolunda zaman kazanmaya çalışıyor; ama bu arada, ‘toplumsal uzlaşma’yı özellikle baltalayanların varlığını görmüyor, göremiyor.

Başbakanın, etrafındaki bunca danışmanla ve elindeki bu kadar iktidarla çözemediği bir sorunun anahtarının elimde olduğunu iddia edecek durumda değilim.

Ancak, en azından, “Başörtüsü yasağı nasıl çözülmez?” sorusuna dair bir cevaba sahip olduğumu düşünüyorum.

Zannımca, benimle birlikte, herkesin de kolaylıkla sahip olabileceği türden bir cevap, bu.

Akıl deneme-yanılma yoluyla çalışır ve ‘denediğimiz’ bir yoldan sonuç alınamıyorsa, o yolu denerken ‘yanıldığını’ kavrayarak başka bir yol ve usul arayışına girişir.

Bu çerçevede, görülen o ki, ‘başörtüsü yasağı’nı çözme yolunda bugüne kadar yapılıp denenenler dışında bir yolla bu yasak çözülebilir. Bugüne kadar yapılıp denenenlerin tekrar be tekrar yapılması ise yasağı çözmez, bilakis daha da ‘kronikleştirir,’ yasakçıları yasağa dair daha fazla gerilim ve enerji biriktirmeye tahrik eder.

Bunu görmenin hiç de zor olmadığını düşünüyorum.

Dolayısıyla da, bu yasaktan fiilen, fikren, vicdanen mağdur olan âkıl ve âkılelerimizin meselenin bu yönü üzerinde yeterince zihin yormuş olmadıklarını görünce üzülüyorum.

İşte, alın yazımın başında sözünü ettiğim mü’mine kardeşimin ‘çözüm’ yolundaki ‘yeni’ girişimlerini... Her Cumartesi günü, yasağı protesto için bir meydanda (bu ister Taksim meydanı olsun, ister bir üniversite giriş kapısı veya bir cami önü) toplanmak, bize neyi kazandıracaktır?

Bu yol ile başörtüsü yasağı çözülecek olsa idi, bugüne kadar zaten çözülmez miydi?

Bu yolun tekrar denenmesi, ‘yasağı hatırlatmak’tan öte bir yarar sağlamayacaktır.

Ama tam da burada, gördüğüm ve anladığım üzere, bu yasağın ‘hatırlanması’na ve ‘hatırlatılması’na değil; ‘unutulması’na ihtiyaç vardır.

Bu toplumun büyük kesimi, başörtülü arkadaşlarının başlarını açmıyorlar ise ancak okuldan atıldıklarını ve başlarını açtıkları takdirde okula alındıklarını gören ‘başörtüsüz’ hanım ve erkek öğrenciler, öğretim üyelerinin de büyük kısmı bu yasağın devamından yana değildir.

Nitekim, geçmişte de, başörtüsü yasağı sözümona uygulanır durumda iken, üniversitelerin pek çoğundan pek çok öğrenci başörtülü biçimde okuyarak mezun olabilmiştir.

Öyle ki, bugün yasağa karşı mücadele edenlerin önemli kısmı yirmi yıl önce, onbeş yıl önce böyle bir durumda başını açmadan okuldan mezun olabilen kişilerdir.

Bütün bu verilerden hareketle, bu ülkede ‘başörtüsü yasağının nasıl çözülmeyeceği’ bir türlü anlaşılmaz, anlayamıyorum.

Üstelik, bütün bu veriler, başörtüsü yasağının nasıl çözüleceğinin de ipuçlarını verdiği halde...

Başörtüsü yasağı, bu noktada ‘çok güçlü’lere karşı bir ‘güç mücadelesi’ ile çözülmeyecek; her türden güç mücadelesi, tam aksine, yasağın daha bir inatla ve ısrarla sürdürülmesi sonucunu getirecektir.

‘Ütopik’ ve ‘fazla romantik’ olduğumu düşüneceklerin, cesaretsizliğimi ve sinip pısmışlığımı ileri süreceklerin varlığını gözardı etmeden söylüyorum: Başörtüsü yasağı, hatırlatılmadığı müddetçe çözülecektir. Ve başörtüsü yasağını çözme uğruna girişilen her protesto girişimi veya her güç gösterisi, yasağı uygulamamaya yatkın olanlara karşılık yasakçılara bunu hatırlatarak problemin ‘fiiliyatta’ ve ‘kendiliğinden’ çözülmesini güçleştirmektedir.

Bilinmelidir ki, bu ülkede erkeklerin başlarında şapka olmadan sokakta dolaşmaları da yasaktır ve yetmiş-seksen yıl kadar önce bu yüzden bu milletin erkeklerine neler neler yapıldığını bilen bilir.

Bir önceki cümleme dikkat edilsin; ‘geçmişte yasaklanmıştır’ demiyorum, hâlâ daha ‘yasaktır,’ zira ‘şapka iktisâsı hakkındaki’ değiştirilmesi teklif edilemez surette anayasal koruma altındaki kanun, erkeklerin açık alanlarda şapka takmasını mecburî kılmaktadır. Ama bu kanunun yol açtığı mağduriyet, tekrar tekrar bu kanun hakkında konuşarak, bu mecburiyetin absürdlüğünü pankart açıp haykırarak, bu uğurda gösteri yürüyüşleri yaparak çözülmemiştir; ma’şerî vicdan, kamu vicdanı meseleyi zaten çözdüğü için, ‘soğumaya bırakıldığı andan itibaren’ mesele kendiliğinden çözülüp gitmiştir.

O yüzden ey mü’min ve mü’mine kardeşlerim, bunca tecrübeye karşılık lütfen biraz hikmet!

Masumiyet, her zaman için, güç gösterisinden daha güçlüdür. Ama sonuç alması zaman ve sabır gerektirir.

  20.10.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut