CUMHURİYETİN KORKU KÜLTÜRÜ VE ERMENİ MESELESİ

1915 ERMENİ tehciri sırasında meydana gelenleri Türk Ceza Kanunundaki soykırım tanımlamasıyla değerlendirmek, bugünden düne bakışla malul olduğu ve totolojik bir nitelik arzettiği için (bu tanıma göre her türlü kıyım soykırımdır!), hukukilikten yoksundur. Dahası, soykırım tanımlamasında “niyet “unsurunun aranmaması, yani, “Ermeniler Ermeni oldukları için öldürülmese” de, bunun soykırım tanımlamasına mani oluşturmaması, konunun bu şekilde adlandırılma ısrarının esas itibariyle güncel siyasetin bir yansıması olduğunu göstermektedir.

Bu meselede tarihin güncel yüzü, özellikle diaspora Ermenilerinin baba ve annelerinin 1915 olaylarının mağduru olmalarının beraberinde getirdiği kolektif acıdır. Hiç kimsenin bu acıyı yok saymaya ya da küçümsemeye hakkı olamaz. Bu acının tanınmamasının, acıyı daha da büyüttüğü doğrudur. Ancak bunun doğurduğu siyasi inisiyatifler, zorunlu değil gönüllü bir stratejinin ürünüdür.

Öncelikle Ermeni diasporası konuyu bilimsel zeminde tartışmaya kapatmıştır. Bu zemindeki tartışma çabalarını “inkar” çabaları olarak görmekte ve mahkum etmektedir. Oysa bilimin en temel doğruları bile her zaman sorgulanmaya açıktır; çünkü bilim nihai kesinlikler içermeyen, yanlışlanmaya tabi, “açık uçlu” bir faaliyet sürecidir. Bu yüzden, Türkiye’nin resmi düzeyde dile getirdiği meselenin tarihçilere havale edilmesi tezi, doğru ancak eksik bir yaklaşımdır. Çünkü mesele bilimsel olduğu kadar, hatta ondan da fazla siyasi bir nitelik taşımaktadır. Dolayısıyla tarihçilere havale edilerek bu işin üstesinden gelinemez! İşte burada, Cumhuriyetin korku kültürü uç vermekte ve siyasete ilişkin olumsuz algılama sahne almaktadır.

Ermeni diasporası, Ermeni tehcirinin acılarıyla yaşayan, varlığını buna göre anlamlandıran bir topluluktur. Dolayısıyla, 1915 Ermeni olaylarının sonuçları bu topluluk tarafından tüm canlılığıyla yaşatılırken, Türkiye Cumhuriyeti bu olayları Cumhuriyet kuşaklarının tarih hafızasından kazımış ve unutturmuştur. Cumhuriyet, toplumsal ve siyasi meselelerin yönetiminde bir çözüm tarzı olarak siyaseti reddettiği için de, kendisi açısından öteki olarak tanımladığı tüm toplumsal problem yumaklarını “dondurmuş”, gözlerden saklamış ve üzerine yatarak çözdüğünü varsaymıştır. Oysa, bu üzerine yatma durumu aksine bir sonuç vererek “kuluçkalamayla” sonuçlanmıştır. Siyasete ilişkin olumsuz bakış açısı da, bu problemlerin demokratik kanalları menfez olarak kullanıp dile getirilmelerini engellemiş, sonuç ani frenle duvara “toslayarak” “arızaları” farketmek olmuştur.

Daha 80’lere kadar Türkiye’de “Kürt” adı serbestçe telaffuz edilmezken, Kürt kimliğinin aşırı siyasallaşarak siyasi şiddete yönelmesi ve PKK’nın insanlık dışı terör eylemleri sonucunda, Türkiye’de “Kürt meselesi” konuşulur hale gelmiştir. Aynı şey, Ermeni meselesi için de söz konusudur. Cumhuriyet hükümetlerinin ve kuşaklarının bir “Ermeni meselesi” olduğunu fark etmeleri, ne yazık ki ASALA’nın gerçekleştirdiği cinayet eylemleri ve çeşitli ülke parlamentolarında “soykırımı tanıma” kararları alınmasından sonradır. Cumhuriyetin ötekileştirdiği diğer temel kimlik olan İslam’ın siyasallaşmasının şiddet dışı araçlarla gerçekleşmiş olması, dikkate değer bir farktır. Bu büyük ölçüde, İslamın hangi amaçla olursa olsun şiddeti meşru bir araç olarak görmemesi ve elbette, Orta Doğu ikliminden farklı olarak, Osmanlı’dan tevarüs edilen devlet geleneğinin toplumsal yansımalarıyla ilişkilidir.

İslam, Kürt ve Ermeni kimliklerinin kamusal alana çıkışlarının zora dayalı araçlarla engellenmesi, travmatik sonuçlar doğurmuş ve bu kimliklerin bir kısmı şiddet yoluna başvurarak kendilerini ifade etme yolunu tercih etmişlerdir. Filistin meselesinin dünya gündemine taşınmasında, Münih Olimpiyatları basıkınının ve Akdeniz’de bir İtalyan gemisinin kaçırılmasının büyük rolü olmuştur. Terörün sonuç getiren bir araç haline gelmesi, modern dönem “duyarsızlıklarının” doğrudan bir sonucudur. Eğer Cumhuriyet demokratikleşebilme konusunda yeterince esnek olabilseydi, bu kimliklerin demokratik zeminde siyasallaşması mümkün olacak ve herhalde çözüm yolları da çok daha az maliyetli ve kolay olacaktı. Cumhuriyetin korku kültürünün bedeli, demokratikleşme sürecinin çok sancılı geçmesine ve kırılganlaşması olmuştur. AB sürecindeki Türkiye, meselelerine siyaset yoluyla çözüm üretme cesaretine sahip olmalı, bunun beraberinde getireceği sağlıklı bir özgüvenin güzelliğini talep etmelidir. Artık paranoyak korkulardan arınma ve bu korkularla yüzleşme zamanıdır. Bu yüzleşme Türk milli kimliğinin demokratik niteliğini baskın hale getirecek, onu asırlık paranoyaların yol açtığı “beka sendromu”na tutsak olmaktan kurtaracaktır.

Yoksa, başkaları bizim üzerimizde irade tasarruflarında bulunmaya devam edecektir.Bunu yapabilen bir Türkiye, tarihiyle barışık bir Türkiye, tarihinden kaçmayan ve onun tutsağı olmayan bir Türkiye olacaktır.

  14.10.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut