Beşinci Karşılaşma

İSLAM MEDENİYETİNİN, batı medeniyetiyle ilk karşılaşması, tercümeler asrı ve bunun sonrasında gelişen Endülüs Medeniyetinin ortaya çıkışıydı.

Tercümeler asrında(miladi 9. yüzyıl), eski Yunan metinleri bir bir Arapçaya tercüme ediliyor ve İslam Dünyası eski Yunan metinleriyle yüzyüze geliyordu. Emevi Halifesi Me’mun döneminde, devlet eliyle Sokrat, Eflatun ve Aristo başta olmak üzere, eski Yunan filozoflarının bir çok eseri Arapça’ya tercüme edilmiştir.

Eski Yunan eserlerinin tercüme edilmesinin, biri İslam medeniyetine, diğeri Eski Yunan metinlerine ait iki sonucu olmuştur:

Birincisi, İslam medeniyetinde var olan mutezile akımı güçlenerek, içeride bulamadığı fikri desteği dışarıdan gelen takviye ile bulmuştur. Böylece mutezile düşüncesi, önceleri islami kaynakları anlama çabası iken, tercümelerden sonra felsefi bir mecraya dönüşmüştür. Bir çok mitolojiyi de içinde barındırdığından dolayı Yunan felsefesi, özelde mutezileyi genelde de İslam düşüncesini derin bir şekilde etkilenmiştir. İslam aklı da bu dönüşümden nasibini alarak durağanlaşmış ve taklid dönemi başlamıştır. 1

İkincisi, tercümelerden sonraki eski Yunan eserleri de değişime uğramış, ve eski metinler İslami bir cilayla parlatılmıştır. Bir tür bilginin islamileştirilmesi(doğruluğu tartışılmalı) gibi bir muameleye tabi tutulan Eski Yunan metinleri, müslümanca bir okumaya tabi tutulmuştur. Dolayısıyla eski eserler, saf halini muhafaza edememiş, Müslümanların tercümesiyle batıya sunulmuştur. Daha sonraları ortaya çıkan Rönesans hareketlerine ve günümüzdeki batı medeniyetinin inşasına, işte bu eserlerin tercüme edilmesinin etkisi göz ardı edilmemelidir. Dolayısıyla bu günkü batı medeniyetinde, sırf eski Yunan medeniyetinin saf ve yeni bir versiyonu diye bakmamak gerekiyor. Çok baskın olmasa da içinde vahyin unsurlarını barındıran bir niteliğin varlığını gözlemliyoruz.

Tercümelerden sonra, İslam ordularının İspanya kapılarına dayanması ve Müslümanların Avrupa ile fiziki olarak teması Endülüs İslam medeniyetini doğurmuştur. Bu medeniyetin doğuş sürecinde, Müslümanlar İspanyaya taşınmış, mahalle mahalle, sokak sokak hristiyan batı kültürüne komşu olmuşlardır. Aynı şehirde birlikte yaşayan Müslim ve gayr-i Müslim topluluğun hayat tarzı, gündelik hayatta sık sık, yan yana, karşı karşıya, kimi zaman uzlaşarak, kimi zaman tartışarak ve çarpışarak karşılaşmıştır. Müslümanlar kendi hayat tarzlarını, gayr-i Müslimler de kendi hayat tarzlarını yaşamış, tartışmış ve ortaya Endülüs İslam Medeniyeti çıkmıştır. Böylece, kendinden emin olan Müslümanlar, batıyla yüz yüze gelmekten çekinmemiş ve kendi orijinal hayat tarzını yaşayarak bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır.

İslam medeniyetinin batıyla bir diğer karşılaşması, haçlı ordularının Müslümanların topraklarına girişi ve bunun ortaya çıkardığı sonuçlardır. Gerek Selçuklu döneminde gerekse Osmanlı döneminde, Haçlı ordularını, memleketlerine geri döndüğünde sadece Müslümanların barbar olmadığını anlamadılar. Aynı zamanda, kendi hayat standartlarının çok ötesinde bir medeniyetin var olduğunu ve bu medeniyetin vahye dayalı kaynaklarını da öğrendiler.

İslam medeniyetinin batıyla dördüncü karşılaşması, Osmanlı döneminde olmuştur. Rumelide fetihlere başlayan Osmanlı orduları, fethettikleri yerlere önemli ölçüde Müslüman bir nufusu yerleştirerek, fethedilen bölge nufusunun islamileştirilmesini politika olarak benimsemişlerdir.

Bu politikanın jenosidden ve asimilasyondan çok açık bir farkı vardır. Jenosid ve asimilasyonda, istila eden güç, istila edilen bölgedeki nufusu zorunlu bir göçe tabi tutup, ya da etnik temizlik adına idam vs. gibi yollara tevessül etmektedir. Osmanlı politikasında ise, yerleşilen bölgedeki insanların dini ve etnik olarak baskı görmesi bir yana, özellikle korunduğunu görmekteyiz. Sadece Anadolu’da yaşayan, Müslüman aileler, Rumeline göç ettirilerek, gayr-i Müslim nufusun içerisinde ikamete teşvik edilmiştir.

Böylece, aile yapısı, ticari hayat, şehir kültürü gibi alt unsurları içinde bulunduran İslami kültür ve medeniyet yapısı, batı medeniyetiyle aynı coğrafyada, aynı ortamda buluşmuştur. Sonuçta iki medeniyet etkileşim içine girmiş ve Müslümanlar, batıdan bir çok şey öğrendiği gibi, Avrupa da islami birikimden çok şey öğrenmiştir.

Bu güne geldiğimizde İslam medeniyetinin batıyla yeni bir karşılaşmasına şahit oluyoruz.

Avrupa Birliği projesi bu gün yeni bir safhaya girmiştir. Nufusunun çoğu Müslüman bir ülkeyi içine almaya çabaları sadece Türkiye ile Avrupa ülkelerinin arasında cerayan etmiyor. Bu aynı zamanda iki medeniyetin de bir araya gelme çabası olarak anlaşılmalı. Bir tarafında eski Yunan birikimini içinde barındıran ve hristiyan bir nufusa sahip olan bir Avrupa, diğer yandan yüzyılların dini ve kültürel birikimine sahip bir Türkiye olunca işin rengi değişiyor.

Türkiye coğrafyası, bulunduğu konum itibariyle İslam ülkelerinin bir parçası ve Asya’nın bir parçası olması hasebiyle, Avrupa ülkeleri, kendi medeniyetlerinin dışında, dini, sosyal ve güçlü bir medeniyetle karşı karşıya gelmektedirler. Bu yeni medeniyet, hem kendi içlerine girmekte ve ‘içeri’den iş görmekte; hem de coğrafi olarak, İslam dünyasına sınır olacak bir Avrupa’nın, Müslüman ülkelere komşu olmasından dolayı, komşuluk ilişkileri itibariyle bir kültürel ve dini bir karşılaşma olmakta ve ‘dışarı’dan iş görmektedir.

Her ne kadar geçen yüzyılın ortalarından başlayarak gittikçe artan bir biçimde İslam coğrafyasından çeşitli nedenlerle Avrupa’ya göç edenler, kendi inanç ve kültürünü Avrupa’ya taşıyarak, iki farklı inanç gruplarının karşılaşmasına yol açmışlarsa da bu yeni durum biraz daha farklıdır. Şimdi daha güçlü bir karşılaşma söz konusudur. Her iki ülke halklarının, kültürel, dini ve ahlaki temasları söz konusudur.

İslam tarih ve düşünce yapısına baktığımızda bu tür karşılaşmaların bir çok örneğini görmekteyiz. Ve bu tür karşılaşmalardan İslam dünyası, çoğu zaman kazançlı çıkmıştır. Öyle ise, bu tür karşılaşmalardan, bırakınız bir müslümanın korkmasını, bilakis bu tür karşılaşmaları tercih etmesini beklemek, tebliğle görevli her müslümanın yapması gereken bir davranış olarak görmek yanlış olmaz.

Karşılaşmaktan korkanlar, kendi zayıf inançlarından korkmalı. Zira zayıf inançlar, bir başka kültürle karşılaşsa da karşılaşmasa da zayftır ve çoğu zaman kaybolma tehlikesiyle maluldür.

Yapılması gereken batıyla yüzleşmekten korkmak değil, bilakis batıyla fikri ve dini bir mücadele ortamına girmektir. Zira hak, batılla karşılaştırıldığında kıymeti ortaya çıkar ve anlaşılır.




1 Bkz. Muhakemat, Birinci Makale, Said Nursi, s.1988, YAY, 1995 İstanbul.

  10.10.2005

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut