Allah’ın kulu,
modernitenin kölesi

MODERNİTENİN YAŞANTIMIZA teknolojik gelişmelerle birlikte çokça rahatlık getirdiğinden bahseder dururuz. Artık uzaklar yakınlaşmış, pek çok zorluk kolaylaşmış durumdadır. Eskiden iş sayılanlar artık iş olmaktan çıkmış, bir parmak hareketiyle halledilir hale gelmiştir. Ama bu eski ‘iş’leri iş olmaktan çıkarmak uğruna, başkaca yeni ‘iş’lerin başımıza açıldığının farkında olmak gerekiyor.

Modernite hayatımıza bu kolaylıkları getirirdiğinden olsa gerek, hep ‘hoşgeldin’lerle karşılanmış, baş köşelerde ağırlanmış, “Aman bize de buyursun gelsin” diyerek yolları gözlenir olmuş. ‘Bize geldiğinde,’ yani artık onun kisvesini giyip, hayatı onunla yaşamaya başladığımızda, geçmişimizde, benliğimizde, değerlerimizde ne menem yıpranmalar, yaralanmalar, tahribatlar yaptığını farkedememişiz. Oysa, paradan öte dini, menfaatten öte ahlâkı, kârdan başka kutsalı olmayan bir düşünce ve hayat tarzının hiç de o kadar masum olamayacağını ta en başından anlayabilmemiz gerekmez miydi?

Yeni çıkan bir ürünün reklamlarla nasıl lanse edildiğini düşünelim. Sınırlı saniyeler içerisinde, bu ürünün hayatımızı nasıl kolaylaştıracağı, hayatımız kolaylaştığı için bizi nasıl mutlu edeceği şok görüntülerle beynimize kazınır. Bu demektir ki, eğer bu ürüne sahip değilseniz hayatınız zordur ve hayatınız zor olduğu için mutlu olmanız da mümkün değildir. Doğrudan söylenen bu olmasa da, verilmek istenen, bir diğer deyişle iç dünyamızda bize söyletilmek istenen mesaj budur ve bu mesajı alan insan o güne değin böyle düşünmemişse bile ondan sonra artık böyle düşünecektir. Üstelik, bunun kendi düşüncesi olduğunu zannederek. Bu ürüne sahip olmadıkça da bu düşünceden kurtulamayacaktır. Bu yüzden de, o ürünü elde etmeyi mümkün kılabilecek her yola başvurmaktan çekinmeyecektir. Çalışma imkânlarını zorlayacak, veya eğer kendisi çalışmıyorsa, geçimini sağlayanları sıkıştıracaktır.

Reklamların birinci hedef kitlesinin kadınlar olduğunu düşünürsek, oraya buraya emanet edilen çocuklar, didişmenin eksik olmadığı evler, evde huzur bulamadığından dışarıda huzur bulmaya çalışan kocalar, hep modern hayatla birlikte insanlığın dünyasına taşınmış manzaralardır.

Erkekler açısından bakıldığında ise, aşırı gelişen damak lezzetçiliği ile evlerde pişen güzelim yemekler beğenilmediği için dışarıda yemek alışkanlığının gelişmesi, her sene yeni bir modeli çıktığı için ardından koşuşturulan ‘son model araba’ sevdaları ile dolu hayaller ve bunu gerçekleştirmeye adanan zamanlar ve ihmal edilen veya kalbi kırılan eşler yine aynı hayatın görüntüleridir.

Modern hayatın dünyamıza taşıdığı bütün bu kötülüklerin en büyüğü de, maalesef biz dindarlar cephesinde yaşanıyor.

Dindar insan, şu dünyayı ve hayatını buradan ibaret görmeyen, hayatını bir başka ve asıl hayatın mezrası bilen, yaptığı her bir işin muhasebeye çekileceğine inanan, dolayısıyla şu hayatı yaşarken şu hayatı Verenin kendisinden ne istediğine, nasıl bir durumda bulunması gerektiğine göre kendine ve hayatına çekidüzen vermek durumunda olduğunu bilen insandır. Veya, böyle olmaya çalışan insandır. Dindarlığın görüntüleri olarak zihnimizde yer eden namaz, oruç, tesettür... hep bu anlayışın tezahürleridir.

Ama dindarlık bunlardan ibaret değildir. Hayatı Veren, o hayat içerisinde yaşanan her bir karede, inanan bir insanın nasıl yaşaması gerektiğini belirlemiştir. Bunu belirlerken, örnek almamız gereken elçiler göndermiş, onların en sonuncusu ile de dinini tamamladığını bize bildirmiştir. Dikkate almamız gereken bir nokta, dinin bir elçi ile tamamlanmış olması olmalıdır. Allah’ın Kitabı bir elçinin ellerinde bize sunması ve dinini bir elçinin ellerinde şekillendirmesi olmalıdır.

Allah Kitabında da Kendisine ve resûlüne itaatten defaatle bahsetmektedir. Yani, âyetler kadar onların açılımı ve gündelik hayata indirgenmesi demek olan hadisler de inanan insana nasıl yaşaması gerektiğini öğretecektir.

Gein görün ki, aile, evlilik, iktisat ve israftan kaçınma gibi âyet ve hadislerin önemle üzerinde durduğu meseleler, modern hayatın dayatmaları karşısında kolayca yerle bir olabiliyor.

Yanlış anlaşılmasın; modernite bizden dinimizi ve inancımızı bırakmamızı istemiyor. En azından bunu açıkça ifade etmiyor. Belki de bu yüzden ona karşı savunmasız durumda kalıyor ve çok kolay mağlub oluyoruz. Bu duruma, dini ve dindarlığı sadece birkaç ibadet ve sembolden ibaret görüyorsak, kolayca düşüveriyoruz.

Meselâ Allah “İsraf edenler şeytanların kardeşleridirler. Şeytan ise Rabbine karşı çok nankördür” (İsrâ, 17:27) buyurduğu halde, başörtüsü için dahi olsa—ihtiyacını karşılayacak kadarı zaten varken—çarşı pazar dolaşmak, dinin açık bir emrini çiğnemek anlamına gelmiyor mu? Oysa reklamlar ve moda gibi modernitenin iki kuvvetli aracı, bizi tesettür emrine uyarken iktisat emrini umursamaz ve israf yasağını dinlemez duruma getiriverir. Kendimizi dinin hizmetkârı sayarken, farkına varmadan başka şeylere de hizmetkâr olabiliriz.

Öte yandan, dinin mübelliği olan Allah Resûlü (a.s.m.) ‘küçük çocuklarına olan şefkatleri dolayısıyla’ Kureyş kadınlarını överken, biz annelerin çocuğunun bakımı ile bizzat ilgilenmeyi fıtratın ve dinin bir emri olarak anlamamız istenmektedir. Dolayısıyla dinî ve dünyevî hiçbir sebep bunun önüne geçmemelidir. Oysa modern hayatın zaruret sınıfına sokarak, dahası ‘çocuklarımız için’ zaruret gibi sunarak, onlara sahip olmak adına kadınları yavrularından uzaklaştırdığı ne de çok ‘kolaylık’ bulunuyor!

Daha önceki bir yazımda da belirttiğim üzere, ‘kadının cihadının kocasına iyi davranmak’ olduğunu söyleyen, diğer taraftan erkeklere de ‘en hayırlılarının ehline karşı en iyi davranan olduğu’ dersini veren Allah Resûlü’nün ifadelerinden, İslâm’ın muradının ailenin devamlılığı olduğunu okumak gerekir. Öyleyse bunun için iki taraf da, birer mü’min olarak, kendilerine düşen vazifeleri yerine getirmekten sorumludurlar. Oysa modern hayatın gerekleri ve bitmek bilmez ihtiyaçlar listesi ile bu sorumluluklar kolayca ihmal edilivermektedir.

Böyle bakınca, modernitenin o çok masum ve bize hizmet eder görünen yüzünün maskesi düşüveriyor. Aslında bizi kendisine hizmet eder duruma getirdiği açığa çıkıyor. Bizler, Allah’a kulluk çabası içinde iken dahi, farkına bile varmadan modernitenin ‘kölesi’ durumuna geliveriyoruz.

Hz. Peygamber, “Mü’minin ferasetinden korkun” buyurur bir hadisinde. Dua ve dikkat edelim de, bu hadisin ‘kapsama alanı içinde’ olalım ve ahirzaman fitnesine dair hadislerin kapsama alanından uzaklaşalım...

  07.10.2005

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut