ERMENİ MESELESİ ÜZERİNE NOTLAR- 2

BİLGİ ÜNİVERSİTESİNDE 24-25 Eylül tarihlerinde gerçekleştirilen “Ermeni Konferansı”nın konuyu gündeme taşıma biçimi, meselenin “soykırım” adlandırmasından kurtarılarak tartışılmasını sağlamaya matuftu. Tabiatıyla bu, “tehcir yoluyla soykırım” tezinin reddedildiği anlamına gelmiyordu. Ermenilerin kendilerini “yersiz” hissettiklerine ilişkin olarak, kimi tebliğlerde tehcirin meydana getirdiği travmanın psikolojik etkilerine işaret edildi. Gazeteci Kürşat Bumin, aynı duyguyu Kemalist dönemde dindar Müslümanların da yaşadığına, Necip Fazıl’ın “Öz yurdunda garipsin, öz vatanında parya” mısralarıyla atıfta bulunduğunda, laikçi refleksi depreşen Halil Berktay, dinleyici sıralarından müdahale ederek, bu mısranın bir Fransız şairinden intihal olduğunu ileri sürdü. Bumin de, “eğer bu intihalse, güzel bir intihal olmuş” mukabelesinde bulundu. Berktay’ın bu saded harici laikçi refleksine rağmen, Ermeni meselesinin tartışma zeminini tasviri oldukça etkileyiciydi. Diaspora Ermenilerinin soykırım fetişizmine sürüklenerek konuyu sürekli siyasi platformlara taşıması ve bu yolla Türkiye’ye baskı yapmaya çalışmasının altında, bir fikr-i sabit haline dönüşen travmatik bir tutum söz konusuydu. Soykırıma olan kesin inanç, bu konunun artık bilimsel tartışma dışı olduğuna ilişkin mutlak bir kanaate dönüşmüş ve soykırım adlandırmasını sorgulayanların “inkarcı” olarak suçlanmalarına, daha doğrusu “aşağılanmalarına” yol açan bir mahiyet kazanmıştı.

Ermeni milliyetçiliğinin tehcir algılayışı, meseleyi tarihi bağlam dışında ele almak üzerine kuruluydu. Devrimci Ermeni Federasyonunun (Taşnaksütyun) öncülüğünde Osmanlı ve Rus Ermenilerinin terör ve çete eylemlerini, sadakatlerine olan inancın İttihatçı seçkinlerin en azından bir kısmında ortadan kalkmasına, dolayısıyla son yurt Anadolu’nun korunması için tehcirin zorunlu olduğu sonucuna götürmüştü. Kısacası, 1914’te bile, tehcire ilişkin herhangi bir tasavvur yokken, 1915’te bu karar gökten zenbille mi salınmıştı? Ermeni milliyetçi tarih yazımı tehcirle sonlanan süreci yok sayarak, Yahudi soykırımı (holoucast)na benzer bir mağduriyet duygusu oluşturmanın peşindedir. Bu bütünüyle siyasi ve gayr-ı ahlaki bir tutumdur. Aynı şekilde, Türk milliyetçi tarih yazımı da bütünüyle tehcire götüren bağlam üzerinde yoğunlaşarak, tehcir yoluyla katliama “meşru savunma” mazereti üretmeyi kendisine görev edinmiştir. Oysa bu tehcir yoluyla, sayısı ne olursa olsun, çoğunun tehcir adı verilen zorunlu yürüyüş sonunda hayatta kalmasının mümkün olmadığı bilinen kadın, yaşlı ve çocukların da içinde bulunduğu yüz binlerce insanın, Ermeni cemaatine mensup oldukları için öldürülmüş oldukları gerçeğini ortadan kaldıramaz.

Sanıldığı gibi sadece Doğu-Güneydoğu bölgelerinde değil, Anadolu’nun hemen her tarafında yaşayan Ermeniler, Ermeni terörist ve çetecileri ile ayrılıkçılarının yaptıklarından dolayı sorumlu kabul edilemez. Bu, PKK’nın gerçekleştirdiği insanlık dışı kitlesel terör eylemlerinden tüm Kürtleri sorumlu tutmaya benzer. Nitekim bu yaklaşımın izdüşümü olan “köy boşaltmaları”nın yol açtığı toplumsal olumsuzlukları hepimiz yaşıyoruz.Peki, kaçımız köyleri boşaltılan, yakılıp yıkılan, malları-mülkleri yok edilen insanların dramından haberdarız? Bu insanların yanık yüreklerinde tutuşmuş “devlet” karşıtı görüşlerin eylem potansiyelinin farkındayız? Milliyetçilik zati olarak tarafgir ve toptancıdır; dolayısıyla zulüm üzerine müessestir. Kolektif sorumluluğu esas aldığı için, bir Kürt’ün işlediği suç, tüm Kürtleri suçlu hale getirir. Bir Ermeninin terör eylemi tüm Ermenilere mal edilir. Bir Kürt terör örgütü (PKK) ya da Ermeni terör örgütü (ARF/ASALA)’nün yaptıkları kolaycacık genellenir. Devlet her şeyden önce ahlaki bir organizasyondur. Ahlakiliğini yitirdiğinde, St. Thomas’ın da dediği gibi, bir “eşkıya çetesine” dönüşür. Dolayısıyla Ermeni çetecilerinin eylemlerine devlet aynı metotlarla karşılık veremez. Verirse, bir zulüm cihazına dönüşür.

Tehcir yoluyla katliam “soykırım” olarak adlandırılamaz. Neden?

  1. Soykırım, Yahudi Holocaust’ını çağrıştırır. Oysa holocaust’ın bir benzeri yoktur. Yahudi soykırımının arkasında sistematik bir ırk teorisi vardır. Aryan ırkı (Germenler) yüksek kültürün taşıyıcısıdır. Aşağı kültürün taşıyıcısı olan Sami ırkının, en başta da Yahudilerin, Aryan ırkıyla karışarak bu ırkın saflığını bozması sonucunda insanlık dejenerasyona uğramıştır. Bunun önlenmesi için “nihai çözüm,” tüm Yahudilerin yok edilmesidir. Böylece Naziler, hangi ülkede ve makamda olursa olsun, tüm Yahudileri içine alan bir yok etme kampanyası yürütmüşlerdir. Dahası, ırkçılık bütünüyle Batılı bir ideolojidir. Osmanlı yönetici elitinin, Kemalistler dahil, sistematik bir ırkçılık temayülü olmamıştır.Ermenilerin tehcirine karar veren İttihatçı seçkinlerin de, Ermenileri sırf Ermeni oldukları için yok etmek gibi bir tasavvurları olmamıştır. Kaldı ki, Birinci Dünya Savaşına girilirken bile, İttihat ve Terakki Cemiyeti ile Taşnaksütyun arasında “hürriyet” öncesine uzanan ilişkiler sürmektedir.

  2. Tehcir kararı bir Hükümet kararı değildir. Hatta, tüm İttihatçıların da katıldığı bir karar değildir. Tehcire ya da tehcir yoluyla katliama karşı çıkan birçok İttihatçı lider vardır: Mithat Şükrü Bleda ve Mehmet Cavit Bey gibi; bu emri uygulamayan birçok yerel yöneticinin olması gibi.

  3. Tehcir kararı tüm Ermenileri içine almamıştır. Mesela, İstanbul ve İzmir Ermenileri tehcire tabi tutulmamışlardır. Çünkü imparatorluk bunları gözden çıkaracak ekonomik ve diplomatik lükse sahip değildir. Ermenileri, sırf Ermeni oldukları için tehcir etmek isteyen bir zihniyet, böyle bir şeyi yapmaz.

  4. Dahası, tehcir de bile gözetilen amaç, İttihatçıların iskan politikaları üzerinde çalışan Fuat Dündar’ın da belirttiği gibi, Ermeni nüfusun toprak talebinde bulunamayacak küçüklüğe indirilmesidir. Bu küçüklük, Ermenilerin tehcir edildikleri bölgelerde nüfusun yüzde 10’unu aşmayacak şekilde iskan edilmeleri olarak tezahür etmiştir. Cumhuriyet dönemi iskan politikaları da bu zihniyetle paralellik gösterir. 1934 tarihli iskan kanununda, Kürtlerin tehcir yoluyla iskanında öngörülen yüzde de, yine yüzde 10’dur.

  5. Soykırım kavramı, Yahudi Holocaustının ilham ettiği bir kavramdır ve II. Dünya Savaşı sonrasında telaffuz edilmiştir. 9 Aralık 1948 tarihli ‘Soykırım Suçunun Önlenmesine ve Cezalandırılmasına İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin Ermeni Meselesi’ne uygulanabilirliği araştırılırken soykırım unsurlarına ulaşılması, geriye dönük olarak herhangi bir yaptırım içeremez. Bu yüzden, bu sözleşmeye göre, Ermeni kırımı soykırım olarak kabul edilse bile, bunun tazminat ya da toprak gibi hukuki bir sonuç doğurması söz konusu edilemez. Nitekim, 1987’den bu yana, Türkiye’nin Ermeni soykırımını kabul etmesine ilişkin 5 karar alan Avrupa Parlamentosu karar metinleri de bu hususa işaret etmekte ve soykırımın tanınmasının hukuki ve siyasi bir sonuç doğurmayacağını belirtmektedir. Türk Ceza Kanununun 76 ıncı maddesine bakıldığında, Ermeni katliamının soy kırım olarak kolaylıkla adlandırılabileceğini görebiliriz. Ancak bu totolojik bir sonuç verir ve hemen tüm kitlesel kıyımların soykırım kapsamına alınması gibi bir sonuç doğurabilir. Merak edenler için, yeni Türk Ceza Kanununun 76 ıncı maddesini aşağıya alıyorum:


    MADDE 76. -

    (1) Bir plânın icrası suretiyle, millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubun tamamen veya kısmen yokedilmesi maksadıyla, bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi, soykırım suçunu oluşturur:
    a) Kasten öldürme.
    b) Kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme.
    c) Grubun, tamamen veya kısmen yokedilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması.
    d) Grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması.
    e) Gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi.
    (2) Soykırım suçu failine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Ancak, soykırım kapsamında işlenen kasten öldürme ve kasten yaralama suçları açısından, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükümleri uygulanır.
    (3) Bu suçlardan dolayı tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.
    (4) Bu suçlardan dolayı zamanaşımı işlemez.



Bu konuyu üçüncü yazıyla sonlandıralım.

  07.10.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut