Ruhumuz Üşümesin

Abdurreşid Şahin

GÜZ KIZININ kızıl yaprakları rüzgâra tutulmuş uçuşurken cesedimi örten incecik giysiler tenin üşümesine engel olamıyordu. Ayrılıklarla dolu yaşlı dünyanın içinde küçücük bir nokta olan cesedimle sokakları arşınlıyor, baharı, yeni açmış olan filizleri/gençleri seyrediyorum: Elbiseleri tenlerini örtmeyen fakat tenleriyle ruhlarını örten gençleri. Bir de onlara özenen acubeleri.

Ruhum üşüyor. Ölü canlar diyarında ruhumu ve tüm üşüyen ruhları ısıtacak bir teselli arıyorum. Gözümün önünde rengârenk libaslar geçmekte. Ruhlarsa giysilerin markasına ilişmiş, anlık hayatları üzerine giyinmiş maskeli baloda kimsesizlikle dansediyorlar. Gülsem mi ağlasam mı bilemiyorum. Gülmeyi yakıştıramıyorum kendime. Ağlamayı da beceremiyorum. Ruhumu saracak bir giysi bulsam da doya doya ağlasam diyorum.

Nedense libas deyince İdris nebi düşer aklıma. Hani terzilerin piri olan nebi. Derler ki İdris –as- ruhlara cennet libası dikermiş. “İdris nebi hulle biçer subhanallah deyyu deyyu.” Acaba şu üşüyen ruhuma da bir libas diker mi diye düşünüyorum.

Gözüm tekrar libaslarda. Fakat bu sefer İdris’in (as) gözleriyle bakmaya çalışıyorum onlara. Libaslar… çeşit çeşit libaslar. Her insan bir libas, her libas bir insan sanki.

Bir an hayal atım beni yükseklere çekiyor. Yükseklerdeyim. İnsanlara bir tepeden bakıyorum. Önümde her bir ilmeği ayrı renklerde dokunmuş giysisiyle tek bir insan görüyorum. Caddedeki tüm insanların büyüklüğünde bir insan. Şehir de bir insan suretine bürünüyor gözümde. Şehirlerin de bir ruhu vardır, derler. Ve ben o ruhu yansıtan koca bir insana bakıyorum. Göz değişince gördüklerin de değişirmiş meğer. Ve ben yeni bir gözle hayal atımın sırtında yenilikler görmek için dünyanın dışına uçuyorum. Gözüm şimdi dünyaya yeniden bakıyor. Karşımda mavi beyaz, okyanus desenli libasıyla kocaman bir canlı durmakta. Hayalimin mikroskobu o libasın sayısız renklerini göstermekte bana. Milim milim hayatla dokunmuş dev bir libas.

Ve uçuyorum, eteklerinde rakseden gezegenlerle süslenmiş güneş, gözümün önünden geçiyor. Daha da ileride üzerinde sayısız yaldız serpilmiş libaslarıyla galaksi gülleri. Seyretmeye doyamıyorum. Ve en nihayet sayısız ilmeklerle dokunmuş, her bir ilmeğinde sayısız renk barındıran sayısız libasıyla, bir huri misali kâinat, gülümsüyor bana. Tek bir ruhu örten sayısız giysi görüyorum.

Madem kâinat binler hulle giymiş latif bir huri. Kâinata bu libası diken ve binbir güzellikte bize gülümseyen kâinatın Sanatkârı bize nasıl bir mesaj veriyor. Ne söylemek istiyor?

İnsan genellikle kendi âlemini kainata giydiriyor ve rabbini o âlemin penceresinden seyrediyor. Nedense kâinat bana ne söylüyor ya da hadisat bana ne anlatıyor tavrı yerine, ben kâinatı ve olayları nasıl okumalıyım tavrını tercih ediyoruz. Bu da bizim kendi kabuğumuzdan çıkmamızı engelliyor. Gösteren ne söylüyor yerine, bundan ne anlamalıyım, diyoruz. Kısacası işitmek istediğimizi duyuyoruz. Bu bakış, hayatımıza bir yenilik katmıyor, yaşantımızı değiştirecek gayreti kazandırmıyor.

Yine karanlık dünyamı yansıtıyorum galiba. En iyisi İdris nebiyle yolculuğumuza devam edelim. Burnumuzu pislikten kurtarmak için nefsin kılavuzluğundan kaçmak gerek.

Evet yeniden bakıyorum dünyaya. Annesiyle oynayan küçük bir kedi görüyorum. Ve bu küçücük bir şefkat ilmeği oluyor ruhumda. Kalbim o ilmeğin elinden tutup, dokumaya başlıyor şefkati bütün kâinatta. O tek kedi yavrusu, bütün yavruları ve o yavruları asırlarca besleyen, büyüten, ihtiyaçlarına karşı kâinat genişliğinde cevap veren Yaratıcının tüm mevcudatı saran şefkat libasının üstünde atılan küçük bir düğüm oluyor. Tüm şefkati kuşatan bir düğüm. Ve Şefkat hullesi genişledikçe genişliyor zihnimde kainatın ötelerine ruhlar ve ahiret alemlerinin derinliklerine kadar sirayet ediyor. Olibasın dışında hiç bir sey kalmayıcaya kadar. Osefkat sarıp sarmalıyor masivayı.

Aynı bakışla bir çiçek cemal libasının bir düğümü olup kâinatı, cemal hullesine bürünmüş bir huri suretinde gösteriyor bana. Diliyle tüylerini tarayan bir kedi, baharı çiçek gibi tertemiz gösteren, semayı duvağında sayısız yıldızlarla gülümseten kuddus hullelerini çağrıştırıyor ruhuma. Küpe çiçeğinin kulaklara küpelik zineti, galaksi çiçeğiyle birlikte kâinatı müzeyyen bir libas içinde gösteriyor hayalime.

Kâinat, hulleleri kat kat giyiniyor hayalimde. Dört mevsimi birden üzerine giymiş dünya misali her libasta ayrı bir sıcaklık görüyorum. Baharda cemal libasını giymiş süslü bir çiçek olurken. Yazın, ağaçlara küpe, meyveleriyle bal dudaklı bir dilbere dönüşüyor dünya. Sonbaharda pastel renklerle rüzgâra kapılmış mevlevilerin seyir mekanı iken kışta çiçeklerin beyaz libasını giymiş meleklerle dolu bir âleme dönüşüyor.

Evet kâinatı sayısız esma hulleleriyle gülümseyen hasna bir HÜSNA suretinde görmek içimi ısıtıyor. Kâinatı, İdris nebi misali sanatkârını tenzih makamında, kusursuz görmek gerçekten ruhumu ısıtıyor. Doğrusu kalbindeki şefkâtin kimden geldiğini unutup aç bir kedi yavrusu gördüğümde nankör hümanistler gibi: “Ay zavallıcık nasıl da üşümüş. Ooov! Gel buraya canım benim canım canım.” deyip sanki bütün dünya terkedilmiş varlıklarla doluymuşçasına âlemi zulmetler içinde görsem. Sayısız varlıkları, nihayetsiz nimetlerle besleyen şefkâtli Yaratıcıya haksızlık etmiş olmaz mıyım.

“İyi de madem tüm evren güzelliklerle dolu, hiç bir yerde çirkinlik, zulüm ve israf yok, o zaman bu ölü canlar taşıyan, hiçbir işe yaramayan ruhlar neyin nesi?” diyecek olursan ey nefis. Ben de derim: O cesetleşmiş ruhlar. ruhlarımızın o hadsiz güzellikte olan esma hullelerine olan ihtiyaçlarını görelim böylece şefkâtli bir rabbin rahmetli ellerinde olduğumuzu unutmayalım diye varlar. O zaman Onun ihsanı alan o hulleleri giyer. Muhtaç olan ruhlara da giydirmeye gayret ederiz. Yoksa tenkit edip “Oh iyi ki biz böyle değiliz.” deyip ego parlatma vesilesi görmeyiz onları.

Evet biz de idris nebi gibi SUBHANALLAH dersek eğer sokaklarda yürüyen tenler değil ağlayan ruhları görürüz.Ve o ağlayan ruhları ısıtacak cennet hullelerini dikmek için subhanallah zikrini manasıyla sölemeyi arttırırız. Bu sayede hem alemin sıcaklığını hisseder hem de üşüyen ruhların hissetmesine yardımcı olmuş oluruz.

Son sözüm:

Rabbim bana ve tüm muhtaç olan ruhlara hüsna olan esmandan örülmüş bir hulle ver ki ruhumuz üşümesin. Ey rabbimiz senden gelecek her hayra muhtacız. Her şeyde hayır görecek bir göz. her hayrı göğüsleyecek bir gönül ver bize.

  11.10.2005

© 2021 karakalem.net, Abdurreşid Şahin



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut