ERMENİ MESELESİ ÜZERİNE NOTLAR- 1

24-25 EYLÜL günlerinin kişisel hafızamda önemli bir yeri olacak. Toplumsal narsizmin (enaniyet-i neviyye) toplumsal amnezia (kolektif hafıza kaybı) ile birleşmesinin doğurduğu psişik durumun yol açtığı insani fecaati anlama yolunda önemli bir adım oluşturan, “İmparatorluğun Çöküş Döneminde Osmanlı Ermenileri: Bilimsel Sorumluluk ve Demokrasi Sorunları” başlıklı konferansı “içeriden” izledim. İnsan ilişkilerinde empatinin taşıdığı değerin, toplum ve siyaset ölçeğinde çok daha büyük önem arz ettiğini, insani temas ve karşılaşmaların aşırılıkları nasıl yok ettiğini, bu vesileyle bir kez daha bizzat gözledim. Aynı tarihlerde Hatay’da yapılan “Medeniyetler Buluşması” sempozyumunda, Prof. Mehmet Çelik’in Hıristiyanlığın tevhid inancından uzak olduğunu ileri süren tebliğine Hıristiyan temsilciler şiddetle karşı çıktı ve sonuç bildirisi riske girdi. Türkiye Ermeni Patriği Mesrob Mutafyan’ın Prof. Çelik’in yanına giderek onunla el sıkışıp, karşılıklı konuşmaları sonucunda problemi “tatlıya” bağlamaları, “toplumsal empati”nin değeri konusundaki kanaatimi pekiştirdi.

Toplumsal empatinin ön şartı bilme ve tanımadır. Düşmanlık duyguları ancak gayr-ı şahsileştirilmiş, amorflaştırılarak soyutlanmış mutasavver karşıtlara karşı yeşerebilir. Bildiğiniz, tanıdığınız, etkileştiğiniz, halleştiğiniz insanları düşman kategorisine koyabilmeniz için, çok ciddi bir çatışma iletişimi içine girmeniz gerekir. Hiç tanımadığınız insanları düşman kategorisine koymanız ise çok daha kolaydır. Düşman kategorisine dahil edilen insanları, artık “insan” olarak da düşünemezsiniz. Böylece insandışılaştırılarak yok edilmesi gereken bir mikrop konumuna itilen “düşmana” karşı, her türlü etik kaygıdan uzak muamelede bulunabilirsiniz. Irak’ta savaşan Amerikan askerleri, hiç şüpheniz olmasın, böyle bir psikolojik şartlanma sürecine tabi tutulmuşlardır. Yoksa, öldürdükleri Iraklıların fotoğraflarını çekip, porno sitelerinden ücretsiz yararlanabilmek için bunları pazarlayabilmek, hangi insani vicdanla açıklanabilir? 1967’de tavuklarına varıncaya kadar tüm canlıları ve bu arada 3000 köylüyü yok ettikleri Mylai köyündeki katliamı gerçekleştiren Amerikan askerleri de, böyle bir “dehumanization” (insandışılaştırma) sürecine tabi tutulmuşlardı.

Bir otobüs yolculuğunda yanımda oturan PKK sempatizanı bir gence, PKK’nın özgürleştirmeye çalıştığını iddia ettiği Kürtleri neden araçlaştırdığını, bu bir savaşsa, savaşın da bir etiği olduğunu (ne demekse bu? Çağdaş savaş bizatihi gayr-ı ahlakidir.), savaşçı olmayan yaşlılar ve çocuklar gibi unsurların neden öldürüldüğünü sormuştum. Cevap tek kelimeydi: “Ama onlar düşman!” Bu faslı şimdilik deşmiyorum. Güneydoğudaki insani fecaatlerin yol açtığı toplumsal travmayı bütün sonuçlarıyla yaşıyoruz, ama onu dillendirme konusunda çok ketumuz. Kolu yen hapishanesinden kurtarmadıkça da bu böyle sürüp gidecek.

Türkiye toplumu tarih hafızası en zayıf toplumlardan biri. Cumhuriyet varlığını bu hafızasızlık üzerinden haklılaştırdığı için, bu bilinçli bir tercihin ürünü. Değerli gazeteci-yazar Kürşat Bumin’in, Konferans’taki sunuşu sırasında Harf devrimi ile toplumsal hafızanın yokluğu arasında kurduğu ilişkiyi, çok önemsiyorum. Kemalizmin en büyük devrimi Harf Devrimidir! Bu devrim sayesinde “Osmanlı geçmişi” ötekileştirilmiş, tarihimizin kökleri mayınlı bir arazi haline getirilmiştir. Cumhuriyet kuşakları Osmanlının dilini okuyamadığı için, kendisine anlatılan resmi “hurafelere” kolayca inanmıştır. Bir gün birileri çıkıp, “Hey, sizin inandıklarınız aslında birer masal. Bakın, hikayenin doğrusu şu” dediğinde ise inanılmaz bir savunma mekanizmasıyla, çizilen resmin karşısına geçip, “Hayır, biz bu olamayız” histerisine kapılarak bu insanları, kısasından “vatan haini” ilan ediverdiler. Ne diyordu şair İsmet Özel: “Allah, Türk’ü diğer halklardan üstün yaratmıştır.” Burada Türk’ü Müslüman olarak okumanız, yargıdaki fecaati ortadan kaldırmaz!Bu üstün halkın tarih defterinde kirli sayfa bulunamayacağına olan inanç, şeytanın ademe secde etme emrine itiraz ederken ileri sürdüğü, “ama ben ateşten, o topraktan, öyleyse ben üstünüm” demesine benziyor.

Araplar Türk’ü arkadan vurabilir; Bulgar haydutu, Sırp eşeği, Yunan çiyanı mezalim işleyebilir; hain İngilizler katliam yapabilir; Amerikalılar Yerli halkı fosilleştirebilir; kısacası herkes “insanlık kusuru” işleyebilir ama Türkler asla. Allah’ın bu imtiyazlı halkının tarihte muazzam medeniyetler inşa ettiği, üç kıtaya insanlık taşıdığı doğru. Bu topluluğun, adı Ermeni olan bir topluluğu, “vatanın selameti için” feda ettiği de doğru. “Vatan sağ olsun!” “Tırtılı ateşe vermek” milliyetçi teamülde sık rastlanan bir durumdur. Tek Parti döneminde, suçlu olarak kabul edilenlerin, eşlerini, çocuklarını, anne-babalarını ya da diğer yakınlarını göz altında tutarak, gerektiğinde dağa çıkararak, zanlıyı teslim olmaya zorlamak yaygın bir uygulamaydı. Nerede olduğunu ben söylemeyeyim, siz tahmin edin. Milliyetçilik içerik olarak ırkçılıktan farklı olsa bile, benzer tutumlar doğurur. Dışlayıcılık bunun bir örneğidir. Tarafgirlik bunun başka bir örneği. Milliyetçi insan asla adil olamaz! İttihat ve Terakkiden Cumhuriyete uzanan köprünün adı milliyetçiliktir ve milliyetçiliğin kutsallaştırdığı vatan topraklarının bir çakılı için, uğruna yapılabilecek olan fedakarlıkların bir sınırı yoktur. Bir topluluğu(ya da toplulukları) yok etmek dahil.

Toplum çoğunluğunun bu konudaki temel derdi “adlandırma” problemiyle ilgili. “İsimlerin değişmesiyle hakikatin değişmeyeceği” bir vakıa olsa da, birilerinin topluma bu konuda yalan söylemeye devam etmesi, zinde güçlerin varlık sebebi olan “beka sendromu” hikayesinin sürdürülmesi zorunluydu. Derin devletle toplum çoğunluğunun bu konudaki “yalan ittifakı”, Türkiye’de demokratik sürecin önemli tıkaçlarından biri olmaya devam ediyor. Peki, son Türk vatanı Anadolu’nun bekasını temin için Ermeni tehciri yoluyla gerçekleştirilen katliamın adı “soy kırım” mıdır? Üzülmeyin, atalarımız soy kırım suçu işlemedi. Sadece, sayısı 500 bin ile bir milyon arasında değişen Ermeni insanı kırımdan geçirdi. Bu bir soy kırım değil, tarihte ve bugün benzeri çok görülen büyük bir “etnik temizlikti”. Peki, bu bizim vicdanımızı temize çıkaran bir şey midir? Musibetin yaygınlaşması onu kanıksamamızı mı netice vermeli?

Zulme rıza zulümdür, onu bilmemek ve tanımamak da öyle.

  30.09.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut