Arşiv

Lavabo ve Takunyanın Dayanılmaz Uyumsuzluğu

ÜNİVERSİTE YILLARINDA yurtta kalmamama rağmen, Boğaziçi Üniversitesi yurtlarının sürekli müdavimiydim. Okuduğum Bölüme çok yakın olduğu için namaz kılmak ve muhabbet teatisinde bulunmak için hemen her gün arkadaşlarımın kaldığı odaları “ziyaret ederdim”. Bir gün hiç beklenmedik, yani benim beklemediğim, bir durumla karşılaştım. “İlerici güçlerin” öncü kadroları, lavaboların bulunduğu bölgeye bir duyuru asmıştı. Bu duyuruda kısaca lavaboda ayak yıkanmaması, aksi taktirde “hıır” deniyordu. Neyse, ilan bertaraf edilerek vaziyete “kuvvet” yoluyla vaziyet edildi ve mesele “bastırıldı”. Kimi arkadaşlar su içtikleri, bu arada traş da oldukları lavabolarda ayak yıkanması gibi “çağ dışı” bir görüntüye tahammül edemiyorlardı. Çağdaş Türkiye’de çağdışı, çağın dışı vs vs çok sevdiğim elfaz-ı küfür sıralanarak, çağdaşlık dininin adabına riayet edilmesinin istenmesi gözlerimi yaşartmıştı. Anlamıştım ki, ayaklarımdaki kir ve mikropla, ellerimdeki kir ve mikrop arasında mahiyet farkı vardı. Görüntü önemliydi, ne demişti büyüklerimiz, “askerlik görüntüdür”. Biz de “asker millet” olduğumuza göre, görüntümüzü düzeltmeli, sık sık aynaya bakmalıydık.

Lavabo ve takunya arasındaki bu sözde doku uyuşmazlığı, yenilerde yaptığım şehirlerarası bir yolculukta yine karşıma çıktı. Yol üstü tesislerden birinin lavabolarına doğru yürüdüğümde karşımda yine o meş’um yazı belirdi: “Lavabolarda abdest almak yasaktır.” Ama doğrusu bunlar daha dürüsttü. “Tepkilerinin ayak yıkanmasına değil, abdest alınmasına karşı olduğunu açıkça ortaya koyuyorlar” diye düşünürken, yan tarafta gayet güzel hazırlanmış bir abdest alma yeri olduğunu gördüm. Tesis sahibi müminlerin ibadet ihtiyacının en iyi şekilde karşılanmasını gözetirken, bunu kimilerinin göz estetiğini rahatsız etmeyecek biçimde çözüme kavuşturmuştu. Ama ya bunun yapılmasının mümkün olmadığı yerler ne olacaktı?

Militan laik geleneğin yansımalarını zaman zaman çok güçlü biçimde hisseden Türkiye’de, toplumsal barış lavabo ve takunyanın arasındaki uyuşmazlığın çözümünde gizli. Militan laikler olduk olası takunyaya karşı istikrah duya geldiler. Aşkın bir güç karşısında iradesini terbiye ederek disiplin altına alan insanlara karşı en küçük bir empati kurmayan, ibadete saygı duymayanlarla, ayak yıkadığı lavaboyu kirli bırakan, etrafı bir güzel ıslatan duyarsız mümin davranışlarının damgasını vurduğu bu tabloda vahim olan, lavaboda ayak yıkamaya yönelen tepkinin gizlediği ibadetin görünürlüğüne duyulan düşmanlıktır. Dini pratiklerin görünürlüğü hala laiklik için bir tehlike olarak görülebiliyor kimi çevrelerde. Yedek subay olarak askerlik yaptığım dönemde, kıtada olduğum için namazlarımı zaman zaman arazinin gözlerden ırak kuytu köşelerinde kılmaya çalışırdım. Bölük komutanımız bunu bilirdi. Bir gün milliyetçiliğiyle maruf tabur komutanımız beni namaz kılarak “eylem koyarken” görmüş! Bu suçüstü durumu üzerine, bölük komutanımıza gereğinin yapılması için emir vermişti. Emri bana tebliğ ederken, komutan mesai saatleri içinde namaz kılmamam gerektiğini söylemişti. Sonra söylediklerindeki garabeti kendisi de fark edince, “yahu namazın da mesai zamanı olmaz ki” diye hafifçe söylendi. Kul bunalmayınca Hızır yetişmezmiş. Hemen bir Marshal yardımı çektim: “Anladım komutanım, bana görünmez ol demek istiyorsunuz!” Komutan “Hah, tamam işte o dediğinden” dedi müteşekkir bir edayla. Görünmez olmak. İşte militan laikliğin karnındaki dayanılmaz ağırlık bu. “Dua etmekte hürsün, fakat öyle et ki, yalnız Allah işitsin”. Dinin siyasallaşmasına karşı olmak sanırım toplumsal mutabakatın sağlanabileceği bir konu. Bununla beraber, dinin ferdi ve toplumsal görünürlüğü üzerine konan kısıtlamalar Türkiye’deki insan hakları ihlallerinin, günlük hayatın ayrıntılarına gizlenmiş ama toplumsal gerilimi her an yükseltebilecek damarlarından biri olarak duruyor.

Tüm bunları niye mi yazdım? Karabıyıklı Türkler’in yazarı Demirtaş Ceyhun’un oğlu, AB Parlamentosu üyesi Ozan Ceyhun, eski DEP milletvekillerinin yenilenen duruşmalarını izlemek üzere geldiği Türkiye’ye ilişkin gözlemlerini AB Haber’e yazarken, bu konuya da yer vermiş. Nasıl mı? Şöyle:

“TBMM’de takunyalı biri

Yukarıda sözünü ettiğim duruşma nedeniyle gittiğim Ankara’da CHP’li milletvekili dostlarımla beraber olma olanağına da sahip oldum. Hem 17 Temmuz 2003 akşamı Ankara’da Gölbaşı’nda çok sayıda İstanbul ve İzmir milletvekili ile beraberdim. Ertesi gün de yine CHP’li milletvekili dostlarımın misafiri olarak TBMM’de onlarla birlikte oldum.

Kendilerinden Türkiye’deki son gelişmeler ile ilgili olarak yeni ve değerli detaylar öğrendim. Ancak bir konuda bir milletvekili dostumun anlattıklarını duyunca laik Türkiye Cumhuriyeti’ nde neler olabileceğini de bir kez daha kaygıyla tespit ettim. Sözünü ettiğim milletvekili dostum anlattı ve ben de aynen aktarıyorum:

“Bizim TBMM’nin namaz kılmak isteyenler için onların hem namaz kılabileceği hem de abdest alabileceği olanaklara sahip ibadethanesi var. Namaz kılmak isteyen gider orada hem abdest alabilir hem de namaz kılabilir. Ama TBMM’de başka şeyler oluyor. Benim büromun bulunduğu koridordaki tuvalette elimi ya da ağzımı yıkayamaz oldum. Artık orada da ayağında takunya ile ayaklarını yıkayan yani abdest alan birileri var. Ne günlere geldik. Çok bozuluyorum. Bu konuda meclis başkanına şikayette bulunacağım. Adama, “kardeşim burası tuvalet ve lavoboda ayak yıkaman bizi rahatsız ediyor, illa istiyorsan meclisin ibadethanesine git” diyeceğim ve o da bana kafa tutarsa onu bir güzel döveceğim.”

Evet ben bu arkadaşımın sorununu iyi anlıyorum. Ayrıca melek gibi bir insan olduğu için “döveceğim” demesini de sadece çok kızdığı için söylediğini biliyorum. Şiddeti red eden biri. Ancak görüyorsunuz “takunyalılar” artık TBMM’de tuvalette de karşınıza çıkabiliyorlar. Atatürk’ün Türkiye’si ve TBMM’si bunu gerçekten haketmiyor !”

Sayın Ceyhun’un hiç şüphesi olmasın, Türkiye böyle düşünenlerin bu tutumlarını hiç ama hiç hak etmiyor. Bu gözlemler tabii ki doğruyu yansıtmıyor. Mecliste abdest almak için kullanılan lavabolar dışında hiçbir yerde takunya yok. Ayrıca başörtüsünü bunlar nasıl türbana dönüştürdüyse, terlik de hala takunya olarak yaşıyor. Meclisteki cami ve mescitte abdest alma yeri olarak kullanılan yerlerde sadece terlik var. Üstelik mantar bulaştırma riskinden dolayı takunyalar sağlıklı değil ve kullanılmıyor. Yeni terlikler plastikten mamül. Mekanlar arası uzaklık bu kişilerin anlayabileceği bir şey değil. Ama, probleme at gözlüğüyle bakan bu vekil, kavgada yumruk aranmayacağını, dövmeye kalkarken dövülebileceğini de unutmamalı. Ayrıca dövdüğü insanı oturttuğu “düşman” konumu, bu vekilin ve bay Ceyhun’un bu ülkedeki çatışma ve çelişkiler konusunda kafa patlatmak yerine pazu çatlatmak dışında bir yaklaşımları olmadığını da gösteriyor. Namaz kılmak 28 Şubat sürecinde gizlenilmesi gereken bir keyfiyete dönüştürülmüştü. Her an jurnale maruz kalabilir, sürülebilir, hak kaybına uğratılabilirdiniz. Buna bir de psikolojik terör havasını ekleyince, “dar alanda” yaşama gibi “lüksleri” hiç olmamış kafalardan empati beklemenin zorluğunu da kabul etmek gerekiyor. Evet sevgili dostlar, CHP’li vekillerin dolaştığı, ayak bastığı yerlerde sakın gardınızı almadan dolaşmayın. Ne olur, ne olur!

  12.11.2003

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut