Kemalizm, Halkçılık ve Halk Karşıtlığı

TÜRKİYE'DE DEMOKRASİ hukuk metinlerine 1921 anayasası ile girmiştir. Bu anayasanın 1 inci maddesi "Hakimiyet bila kayd ü şart milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir" diyordu. 1924 anayasasının 3 üncü maddesi de "kayıtsız şartsız halk hakimiyeti" ilkesini muhafaza etti. Mustafa Kemal Paşa'nın kurduğu partinin adı Halk Fırkası'ydı. Programı da "halkçı program" olarak anılmaktaydı. Resmi yayın organının adı da halk'lıydı: "Hakimiyet-i Milliye." Demokrasinin o dönemdeki karşılığı "halk hakimiyeti"ydi; çünkü böylece yönetim hakkının Osmanlı hanedanına ait bir "devlet" olmadığı ve olamayacağı vurgulanmaktaydı. Hakimiyet artık padişahın değil halkın yani milletindi.

Gerçekte hakimiyet halka iade edilmiş değildi. Halk, hakimiyet yetkisinin Osmanlı hanedanından alınması için bir meşruiyet aracı olarak kullanılmıştı . İlan edilen Cumhuriyet'ti. Gerçek ise "meşrutiyet-i meşruta(meşruti monarşi) dan cumhuriyet-i mutlaka'ya" geçildiğiydi. Padişahtan alınan hakimiyet, halka verilmemişti. Kemalist oligarşi kendi halkını oluşturuncaya kadar, bu kendinden olmayan "cühhal" takımını adam etmeye çalışacaktı. Halka (yani halkta yansıyan değerlere ve hayat tarzına) tepeden bakmayı bir erdem olarak telakki eden bu dogmatik anlayış, Mustafa Kemal'in şu sözlerinde netliğe kavuşur: "Ben herkes gibi halkın seviyesine inerek onu irşat etmek cihetine gitmeyi kabul edenlerden değilim. Memleket için bu kadar çalıştıktan, memleketi bu kadar tanıdıktan sonra kendim halkın seviyesine inmem, onu kendi seviyeme çıkarmaya çalışırım."(Baskın Oran, Atatürk Milliyetçiliği, s. 141). Bu sözler, klasik aydın despotizminin özlü bir ifadesinden öte bir anlam taşımamaktadır.

22 Kasım 1923'te yapılan Cumhuriyet Halk Fırkası grup toplantısında Rauf (Orbay) Bey'in söylediği gibi, "Her cumhuriyet bila kayd ü şart hakimiyet-i milliye değildir; fakat bilakayd ü şart hakimiyet her zaman cumhuriyettir." Birinci Meclis'teki İkinci Grup önderlerinden Hüseyin Avni (Ulaş) bey de bu durumu "Cumhuriyet ancak hürriyet ile olur. Hürriyete istinat etmeyen cumhuriyet iğfalkardır" sözleri ile ifade ediyordu(Hüseyin Avni Ulaş'ın Bazı Nutukları. İstanbul: 1946, s. 19). Risale-i Nur müellifi Bediüzzaman Said Nursi de istibdat hangi kisve altında gelirse gelsin—meşrutiyet ya da cumhuriyet de olsa— tokatlayacağını belirtiyordu.

Bütün bunların bize anlattığı şudur: Kemalist rejim daha kuruluşunda olduğundan farklı görünme ilkesi üzerine kurulmuştur ve her türlü ahlaki endişeden uzaktır. Makyavel'in Prens'e iktidarı elinde tutması için öğüdü siyaseti ahlaki endişelerden (Bu ahlak Hıristiyan ahlakı olsa da!) özerkleştirmesiydi. Makyavelizmi doruğa tırmandıran Kemalist laiklik, bu yüzden Türkiye'de siyasi ahlak ilkelerinin inkişafı için gerekli zemini daha işin başında yok etmişti. Türkiye'de siyaset ve ahlak kadar birbirine uzak iki kelime daha az bulunur. Bunun altında Kemalizmi aramak ise ancak "ihkak-ı hak" olabilir.

Kemalist rejimin bütün halkçı retoriğine rağmen taşımakta olduğu halk karşıtı karakteri, halkın yerli-islami değerlere bağlılığı oranında keskinlik kazanmaktadır. Bugün gelinen noktada Kemalist halkçılığın normali, dünyevileşmenin her türlü tezahürünü içerir: evlilik dışı ilişkilerin, müstehcenliğin, içki ve uyuşturucu kullanımının, kadınların kamusal alanın tamamında görünürlük kazanarak geleneksel-islami bütün referanslardan uzak bir hayat tarzı sürmesinin, rantçılığın, sosyal adaletsizliğin, özetle gelenek ve din tarafından müeyyideye bağlanan ne varsa onun aksini yapabilme hürriyetinin, "çağdaş yaşam tarzı " adı altında toplumun bütününe dayatılmasının fiili ve hukuki güvence altına alınmasıdır. "İrtica tehdidi" denen şey de toplumda lehviyattan uzak, öncekilere ya da liderlere değil, sadece Allah'a kulluk yaparak insanlara karşı hürriyetlerini güvence altına almak isteyenlerin sayısında, kemiyet ve keyfiyet açısından bir artış görülmesidir.

Hırsızlık yaparken görülen bir hırsız, ancak çaldığı şeyi kendisini görenlerle paylaştığında hırsızlığını normal bir eylem haline dönüştürebilir. Yani "kıyas-ı binnefs" yoluyla herkesin kendisi gibi hırsız olmasını arzu eder. Bunu beceremezse yapacağı şey, muhtemelen görgü şahitlerini zararsız hale getirmektir. Çağdaş yaşamcıların dindar müslümanlara, özellikle de kadınların tesettürüne karşı sergiledikleri tavır da bundan farklı değildir. Öncekilere saygı duyma adı altında nefislerini ilah edinenler, yaptıklarının doğru olmadığını sadece varlıklarıyla bile hatırlatan insanlara karşı, ya kendilerine katılmalarını yani Allah'ın mülkündeki hırsızlıklarına ortak olmalarını, ya da buharlaşarak "görünmez" hale gelmelerini istemektedirler.

28 Şubat kararlarıyla Türkiye'de içine girilen toplumsal süreç işte budur. "Biz bize benzeriz!" ilkesini şiar edinerek makyavelizmi doruklaştıran Kemalist çağdaş yaşamcılar için demokrasinin normali, Falih Rıfkı'nın daha 1931'de ifade ettiği gibi "demokrasi eksi İslam"dır. İslamsız bir demokrasi ise kaçınılmaz olarak halksız bir demokrasidir. Donkişot'un yel değirmenlerine saldırısı nasıl sonuçsuz kaldıysa, zulmü yaygınlaştıran bugünkü durum da, yağmur öncesindeki fırtınaya gebedir. Çünkü "Küfür devam eder, fakat zulüm devam etmez." Zulüm insan fıtratına tecavüzdür. "Fıtrat ise fıtri olmayanı reddeder."

Halk dalkavukluğu ile halk düşmanlığı, aslında halk aynasında yansıyan değerlere bakışla anlam kazanmakta ve "halk" kavramı bütünüyle araçsal bir nitelik taşımaktadır. Bugün de "halka dair" söylenenler bu açıdan anlam kazanmaktadır.

  23.09.2005

© 2021 karakalem.net, Refik Yıldızer



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut