O GÜN hayatımın diğer günlerinden farklı bir gündü. Dışarı çıkmıştım, nisandı. Hava soğuktu ama bahara yaklaştığımız da belliydi. Bir duygu vardı ki kalbimde sanki taşmıştı.
Anne olmama az kalmıştı. Şeklini şemalini tam kestiremediğim bir canlının kıpırtılarını hissediyordum. Aslında ona karşı hissettiklerim anne olan herkesin tecrübe ettiği şeylerdi. Onu bir an önce kucağıma almak, sarıp sarmalamak, ihtiyaçlarını gidermek, tehlikelere karşı korumak, kendini güvende hissetmesini sağlamak, bir derdi varsa ne olduğunu anlamaya çalışmak, derdini gidermek için aklıma gelen her şeyi denemek, etrafında görünmez bir perde oluşturarak en ufak bir kötülükten dahi kollamak, kendimi siper etmek……… istiyordum. İstiyordum ama ne istemek Allahım, yemeği ateşte ya da ütüyü fişte unuttuğunuzda, içinize endişeyle karışık bir sabırsızlık çöreklenir ya bir an önce gidip yemeğin altını söndürmek için veya ütüyü fişten çıkarmak için ölürsünüz. Sabırsızlığım ve onu koruma endişem aynen öyleydi işte..
Adına şefkat diyorlardı insanlar bu duygunun. Benim ilk tanışmam da böyleydi. Aslında bir mislini bazen hayvan yavrularına baktığımda hissederdim. Çok sevdiğim ördek yavrularına bakarken de hissetmiştim. Lakin bu seferki insana Fesubhanallah dedirten cinstendi.
Şefkatin şiddetinden kendimi hızla akan bir nehirle beraber sürükleniyormuş, akıveriyormuş gibi hissediyordum. Ve sanki hızlandıkça hızlanıyorduk. Heyecan gitgide artıyordu. Durdurmak mümkün değildi. İnsan durdurmak da istemiyordu ama istese de durduramayacağını anlıyordu.
Durduramazdım, çünkü çalıştıran ben değildim. Bu şefkat arayıp da bulduğum, elde ettiğim bir duygu değildi. Ben kendimi onun içinde bulmuştum. Bir kuş gibi kalbime konuvermişti, sanki bir yerden damlamıştı. Evet damlamıştı, kesinlikle..
Bu duygu yoğunluğu her anne gibi beni de şaşırtmıştı ama bu şaşkınlığa hiç hazırlıksız da değildim. Çünkü anne olanlardan duyduklarımla bu duyguları biraz bekler hale gelmiştim. Beni şaşırtan başka bir şey vardı, beklemediğim bir şey.
O şefkati herkese karşı da hissetmeye başlamıştım. Evet herkese ama herkese… İnsan bazı duyguları ifrat yaşıyordu bazen, ama bu kez yaşadığım ifrattan da öte bir şeydi. İnsanların hepsine evlat diye, bir annenin yavrusu gözüyle bakıyordum. Yanımdan geçen hiç tanımadığım bir çocuğa, bir liseli öğrenciye, yaşıtım olan insanlara bile, herkese kalbimden bir şey akıyordu sanki. Herkesin annesi mi oluvermiştim birden ne? Hatta kendimden büyük yaşlı başlı insanlara bile, bu da kim bilir hangi annenin evladıdır diye diye onun annesiymiş gibi şefkat ediyordum. Bir taraftan yahu ne garip şey diyor, bu duygunun getirdiği şaşkınlığı üzerimden atmaya çalışıyordum, diğer taraftan ise o duygunun içine konulan ruhani hazzı içiyor gibiydim.
Herkes ve her şey şefkat edilmeye muhtaç varlıklar olarak gözüme görünüyordu. Hani insan hasta olunca etrafındaki herkes de ona hasta gibi gelir, çevredeki insanların neşeli olması ona çok saçma gelir ya.. veya bütün yeryüzünü de bir hastane olarak görür ya.. Benimki de biraz ona benziyordu. O şefkat duygusuyla birlikte bütün alemdeki hakim mana şefkat olmuştu. Başka bir anlamla bakamıyordum. Sanki bir gözlük takmış, o gözlüğü çıkaramıyordum.
Çok güzeldi bu duygu ama çok da garipti. Adeta bu da ne böyle Allah aşkına diyordum. Bütün insanları sineme alacak kadar derin bu duygu nerden gelmişti kalbime. Yanımdan geçen insanlar kendilerine karşı garip bir şefkat hissettiğimi bilseler ne derlerdi acaba? Deli saçması mı? Pardon anlayamadım mı? Ne diyorsun sen kardeşim ya mı? Onların yerinde olsam muhtemelen ben de aynı şeyleri söylerdim. Ama ben hissediyordum, Allah’ım hissediyordum…
O günden beri de hep hissettim. Hala hissediyorum. Biraz anormal bir duygu diye düşünüp eşimden başka pek kimseye anlatmamıştım. Herkese şefkat edesim geldiğini insanlara anlatmak olmazdı. Bu fikrimi geçenlerde değiştirdim, artık anlatıyorum. Çünkü arkadaşlarla ders okurken bu duygunun normal olduğunu öğrendim:
“Hem şefkat pek geniştir. Bir zat, şefkat ettiği evlâdı münasebetiyle, bütün yavrulara, hattâ zîruhlara şefkatini ihata eder ve Rahîm isminin ihatasına bir nevi ayinedarlık gösterir.” (8. Mektup)
Şu münacatı dilimle beraber, kalbimle ve mahiyetimle de söyledim sanki:
Ya Rahîm…!