AMERİKA HERŞEYİMİ VERDİM SANA, şimdi bir hiçim/ 17 Ocak 1956 ve iki dolar yirmiyedi sent/ Kendi kafam bile bir destek değil bana/ İnsanlarla savaşı ne zaman sona erdireceğiz Amerika?/ Al şu atom bombasını da kıçına sok.../ Asya bana karşı ayaklanıyor Amerika/ Bir meteliklik şansım yok/ En iyisi ulusal kaynaklarımı inceleyip onlara dönmek/ Ulusal kaynaklarım, biliyorum, iki parça esrar, binlerce cinsiyet organı, saatte 1400 mil hızla giden bir özel basılmaz edebiyat ve yirmibeş bin tımarhane.”
Bu cür’etkâr dizeleri yazan, 1926 New Jersey doğumlu ABD vatandaşı Allen Ginsberg. Underground ozanlarından. Underground, Türkçe’de yeraltı anlamına gelen bir sözcük. Her sözcük gibi, yeraltı sözcüğü de farklı çağrışımlara, farklı anlam kümelerine eşlenebilir. Bir düşünelim: Yeraltı sözcüğü kimimize ölümü hatırlatıyor, kimimize de Mafya babalarını. Bugünlerin moda konusu 68 kuşağı dolaylarında düşündüğümüzde ise, Underground sözcüğü bize bir başkaldırı ruhunu çağrıştırıyor.
60’lı yılların başında Amerika’da esmeye başlayan bir protesto rüzgârı, mevcut güç yapılarına ve ekonomik zenginliklere yabancılaşmış ve bireysel özgürlükleri kısıtlayan kurumlardan tiksinen üniversite gençliğini arkasına alarak, 60’lı yılların sonuna doğru giderek şiddetlenir ve bir isyan hareketi kimliğine bürünür. Bu hareketin önderleri pek çoktur ve ‘Düzen’le başları pek hoş değildir, cezaevleri sanki ikinci adresleridir. Bob Dylan gibi şarkıcı, Ginsberg ve Ferlinghetti gibi ozan, Kerouac gibi siyah hareketi önderi, Jerry Rubin gibi aktivist, Timothy Leary gibi profesör vb. kozmopolit bir önderler kadrosu vardır Underground’un. John Wilcock ki, sâbık bir Daily Mirror muhabiridir, ışığı sonra görmüş ve kendi tabiriyle hidayete ererek devrimci saflara katılmıştır, şöyle tarif eder Underground’u: “En basit anlamıyla Underground, çabaları birbirlerince takdir edilse bile mevcut Düzen tarafından henüz kabul edilmeyen yazar ve sanatçıların pek de organize olmamış toplamıdır.” Wilcock’a göre Underground kahramanlarının pek çoğunun ozan olması bir tesadüf değildir: Ginsberg, Ferlinghetti, Orlovsky gibi ozanlar toplumun hızla değişen iç sesine duyarlı kulaklardır, pek çoklarının sadece hissettiğini, kelimeye dökebilenlerdir.
Underground’a göre sanatçının görevi, izleyicileri az olsa da, önderlik etmektir; sanatın özü ise devrimdir ve kendisini besleyen toplumun değerlerini sorgulamak ve gerektiğinde onları yıkmaktır. Antisosyal tabir edilen kimi davranış biçimleri, aslında, bireyin kollektif bir yapıda bireysel varoluş hakkını teslim ediyor olmaları dolayısıyla, toplumsal davranışlar arasında en yapıcı olanlardır. Entellektüele düşen görev de sanatçının göreviyle bir anlamda aynıdır. Herhangi birşeyin olduğundan daha farklı olabileceğinin gündeme getirilmesidir bu görev. Under-ground, ahlâklılığın kişilerin cinsel yaşantılarıyla ve yaşadıkları koşullarla değerlendirilemeyeceği fikrindedir. Onlara kalırsa, gerçek ahlâklılık, diğer yaşam biçimlerine karşı hoşgörü duyulmasında, farklı tavırların sindirilebilmesinde anlamını bulur. Esas ahlâksızlık da, diğer insanları sizin gibi yaşamaya ve düşünmeye zorlamanızdır. Başkaldırı; toplumu sürekli hareketli kılması, statükoyu tehdit ve alaşağı etmesi ve her zaman alternatiflerin varolduğunu hatırlatması ile önemli bir işlevi yerine getirir Underground aksiyonunda. Underground’a göre hiçbir şey kutsal değildir, hiçbir şey müdahale ve incelemeden bağımsız olamaz. Underground eylemcisi gizli kalmak yerine topluma açılmayı seçmelidir, çünkü düşman bizizdir, ana-babalarımızdır, seçimle gelen hükûmetlerimizdir. Underground bedenlerin yanısıra zihinlerin de aynı işlerlikte kullanılmasını önerir. Gandhi’nin şiddeti dışlayan politikasını kullanır, ama şiddete karşı şiddet kullanmayı da reddetmez. Underground kendisinin müzik, edebiyat, tiyatro, resim, film, iletişim, şiir, ekonomi ve din alanlarına yapılan genel anlamda bir rönesans hareketi olduğu fikrindedir.
Wilcock’a göre Underground ile Düzen arasında kaçınılmaz bir zina vardır. Bir içiçelik, ayrılmazlık pek çok alanda sürüp gitmektedir. İyimser Underground inananları “Düzeni yutacağız” demektedirler ve Underground’un iki ayrı uçta kutuplaşmasını kaçınılmaz kılmaktadırlar. Bu yüzden Underground kendi birimlerini tez elden kurmalıdır.
Underground kurumsal Düzen’in mevcut biçimleriyle uyum içerisinde olmayı reddeder ve geleneksel kültürün kısıtlamalarından bağımsız bir toplum düzeni hayal eder. Hapçıdır, esrar otunun politik bir araç olduğuna inanır. 60’lı yıllarda Underground, Kara Panterler’e tam destek vermiş, onlarla yürümüş ve onlarla birlikte savaşmıştır. Malcolm X, devrimci düşünce ve yaşantısıyla, Underground literatüründeki büyülü adlardan biridir. Düzen’e karşı sürdürdüğü mücadeleyle Malcolm bir bayraktır.
Underground’un eylemci doğasını eleştirenler de vardır. Wilcock bu tavrı pek beğenmese de boyun eğer: ‘Belki haklıdırlar. Herkesten barikatlarda yer almalarını bekleyemeyiz. Kimileri bunu istemeyebilir. Değişim aksiyonuna her düzeyde katkıda bulunabilir” der. Yine de, bu uzlaşmacı tutum canını sıkar. Düzen’in günahları pek çoktur çünkü: başta Vietnam ve Irk Ayrımı, sonra mahkemeler, yargıçlar, polis, kanunlar, gettolar, banliyöler...
Underground nihilist ve sıklıkla anarşisttir. Çevrecidir, teknolojiye kin duyar. Ahlâkî sapmaları bir hamiyet duygusuyla içinde barındırır. Radikal feministtir. Düzen’i hiç sevmez ve Marx’a göz kırpar. Uzakdoğu dinleriyle flört halindedir. Düzen’e karşı olan herşeyin yanındadır, aykırılıkların tümüne kucak açmıştır. Eldridge Cleaver—ki, önce Elijah Muhammed’e takılmış, sonra ondan ayrılarak sadık bir Malcolm X izleyicisi olmuş ve Malcolm’ün ölümüyle Kara Panterler’e geçmiş biridir—Underground’u ateşleyen siyah-beyaz dayanışması konusunda şunları söyleyecektir:
“Amerika’da Karalar da, Beyazlar da baskı altındadır. Karalara baskı yapan ayrı bir yönetici sınıf, Beyazlara baskı yapan bir yönetici sınıf bulunduğunu sanmıyorum. Beyazları, Karaları baskı altında tutan tek bir sınıf var. Bu sınıf Meksikalıları, Porto-Rikoluları, herkesi, herkesi boyunduruğu altında tutuyor. Yalnız, Zenciler karşısında baskı aracı ırk ayrımı ise, Beyazlar karşısında sınıf ayrımıdır. Diyeceğim, Amerika’yı oluşturan çeşitli toplulukları çeşitli yöntemler kullanan tek bir egemen güç çekip çeviriyor.”
Underground ülkedeki toplumsal canlanışın siyah topluluklardan fışkıracağı fikrindedir. Kara Panterler’in önderleri Bobby Seale ve Huey Newton hapiste, Eldridge Cleaver ise sürgündedir, Malcolm X ise düzen tarafından öldürülmüştür. Fakat Kara Halk ayaktadır ve canlıdır, dinamizmiyle Sessiz Çoğunluk’u hâlâ korkutmaktadır.
Sessiz Çoğunluk Underground terminolojisinde önemli bir yer tutar. İtaatkâr ve Düzen’in güdümündeki insan kitlesini ifade etmek için kullanılır. Underground, Panterler’in Rubin ve Sinclair gibi önderlerinin tutuklanma nedeni olarak onların Amerika halkına, acı çeken büyük Sessiz Çoğunluk’a olan mesajlarını gösterir: Underground ısrarla bireylerin kendilerini yönlendirmek isteyen kurumlardan daha değerli olduğunu söylemektedir. Cezaevinden yazdığı mektupta “Şunu açık seçik anlatmalıyız” der Sinclair, “biz genelde bu itaatkâr insanlara karşı değiliz, fakat sadece ellerini kollarını bağlayıp onları güdükleştiren kuvvetlerin karşısındayız.” Sessiz Çoğunluk’u oluşturanlar çevrelerini tahakküm altına almış endüstriyel çürümeyle, trafik kazaları ve yükselen vergilerle, evlatlarını yitirdikleri savaşlarla şaşkına dönüşmüş orta tabaka vatandaşlardır.
Underground’a göre cezaevi olgusunun kendisi bir suçtur. Çünkü iyileri içeri almakta, kötüleri ise dışarıda bırakmaktadır. Düzen, Underground önderlerini hapsetmektedir; çünkü onlar Amerika’da insanlığın ve iyinin sözcülüğünü yapmaktadırlar. Bu insanlar Düzen’i sinirlendirmektedirler, çünkü insanların kurumlardan daha önemli olduğunu söylemektedirler. Çünkü üniversitelerin topluma nasıl faydalı olunabileceğinin öğrenildiği yerler olmasını istemektedirler ve bireye sisteme köle olmasını ve hiç yüksek okula gitmemiş insanlara efendilik yapmasını telkin eden beyin yıkayıcı üniversitelere karşıdırlar. Underground böyle bir mesajın toplum nezdinde büyük bir cazibesi olduğu fikrindedir. Bu ise büyük kurumların iyi hallerini tehdit etmekle kalmaz, geleneksel Amerikan politikasını oluşturan hareket tarzlarının da altını oyabilir. Underground cezaevi konusunda şöyle düşünür: Aslında Amerika’da kimse (küfürsüz bir şekilde olduğu sürece) doğru konuşmaktan dolayı hapsedilmez. Ama düzen bunun da kolayını bulmuştur, sizi hapsetmek için en az bir milyon sebep bulabilirler. Sözgelimi, esrar içmek Amerika’da günlük yaşamın bir parçası olmuştur; Düzen bunu bilir de, yalnızca susmasını istediklerini ve tehlikeli gördüklerini hapseder esrar içmekten. Ayrıca, Düzen sizi mahkum etmek istiyorsa her türlü tezgâhı kurabilir. Ayaklanmaya teşvik, ateşli silah taşıma, illegal toplanma veya dağılmamakta direnme gibi nedenlerle birdenbire tutuklanmanız işten bile değildir. Eğer hapse girmek istemiyorsanız susacak ve baskıcı kurumlar karşısında gıkınızı bile çıkarmayacaksınız. Düzen, Underground’a göre, bu devrimcileri cezaevinde tutmak için her gün onlara yeni bir suç isnat eder, çünkü onları döverek veya beyinlerini yıkayarak ‘adam’ edemeyeceğini bilir. Hatta diğer mahkumlar üzerinde etkili olabileceklerinden korktuğu için onları hücrelere koyar. Tecrit edilme ve saçlarının kesilmesi Underground önderleri için mukadderdir.
Bunlardan birisi, Jerry Rubin, şöyle diyecektir: “Uzun saçımı kesebilirsiniz, ama uzun saçı kesemezsiniz.” Bu söz Underground’un vecizelerinden birisi olur. Bunları mahkumu tamamen demoralize etmek için yapıyorlardır, ama işin tuhafı bunu mahkumun ‘rehabilitasyonu’ için yaptıklarına sizi inandırmak istiyorlardır. Jerry Rubin cezaevinden şöyle yazmaktadır: “Adalet, adalet, kelime konservesi sadece! Mahkumlar en ufak insanî nezaket karşısında şükran duymalılar: bir gülümseme, kibarlık ve ufacık bir bilgi karşısında. Bize sürekli şu söyleniyor: Siz kimsiniz de bilgi istiyorsunuz; bir idrar birikintisi, pislikten başka birşey değilsiniz.” Şöyle devam eder Rubin: “Malcolm X demir çubukların arkasında kimsenin daha iyi olamayacağını söylemişti. Katılıyorum. Ükenin her yanındaki cezaevlerinde yüzlerce tutukluyla tanıştım ve yaptığından, yapmadığından ötürü pişmanlık duyan bir kişiyle karşılaşmadım. Hepimiz biliyoruz ki, gerçek suçlular bizi buraya tıkan domuzlardır. Anahtarı ellerinde tutanlar asıl suçlulardır.”
Underground’a göre cezaevleri düzenin insanları yıpratmak için kurduğu çağdaş işkencehanelerdir. Eğer Adalet Bakanlığı General Motors adına konuşuyorsa ve siz de zencileri ayaklanmaya teşvik etmekten dolayı hapiste bulunuyorsanız, düşmanlar aynı demektir. Kara Panterler ise şiddete karşı şiddetin mübah olduğunu söylemekte ve polisin şiddet eylemlerine karşı durmaktadırlar. Kuruculardan Hvey Newton uyduruk bir cinayet suçuyla tutuklanır. Suçsuzluğu apaçık olan Hvey için Kara Panterler ülke çapında kampanyalar düzenlerler. Bu arada kimi ayak oyunlarıyla Hvey onbeş yıla mahkum olur. Kampanyalar gün geçtikçe yayılır ve güçlenir. Sonunda kefaletle serbest bırakılan Hvey sistemin tezgâhıyla üç yıl hapishanede kalmış olur. 1970’te özgürlüğe kavuşunca bütün siyasal tutukluların kurtarılması için sonuna kadar savaşacağını söyler.
Hvey cezaevinden yazdığı bir mektupta şöyle demektedir:
“Cezaevi, mahkuma karşı bir zafer elde edemez, çünkü insanın bütün bedenini bir hücreye koyduğunuzda o insanı oluşturan herşeyi elinizde tuttuğunuz düşüncesi yanlıştır. Mahkum geometrik bir biçim değildir, bu yüzden matematikte geçerli olan yaklaşım sözkonusu insan olunca bütünüyle başarısızlığa uğrar. Cezaevi bir kişinin bedenine sahip olunursa bütün varlığına sahip olunacağı ilkesiyle işler; onlara göre bütün, parçaların toplamından büyük olamaz. Bedeni hücreye kapatır ve bundan bir rahatlık ve emniyet hissi duyarlar. O halde cezaevi zaferi tutuklu kişi onların istediği şekilde davranmaya, düşünmeye ve inanmaya başladığında ortaya çıkar. İşte o zaman savaşı kazanmışlardır ve gerçekten kişiyi rehabilite etmişlerdir. Bu da pek mümkün değildir, zira cezaevlerini kontrol edenler kendi inançlarını bile doğru dürüst inceleyememiş kişilerdir ve kontrol etmeye kalkıştıkları insanları anlamaktan da âcizdirler. İnsanlık konusunda bütün, kendi parçalarının toplamından daha büyüktür. Çünkü sayılabilen ve denetim altına alınabilen bedenlerle birlikte, sayılamayan ve denetim altına alınamayan düşünceleri de içine alır.”
Undergound önderlerinden olan bir diğer Kara Panterler kurucusu Bobby Seale de Düzen’in tezgâhıyla içeriye düşenlerdendir. Cezaevinden şöyle yazar:
“Kara Panter Partisi bu ülkenin eyalet yönetimlerine, yerel yönetimlerine ve ABD yönetimine, Kara Halk’a ve diğerlerine karşı gösterdiği insafsız baskıdan ötürü ayak diremektedir. Bugüne dek pek çok Kara Panter Düzen’in ajanlarınca ve polislerce öldürüldü. Ama şimdi bizi cinayetle suçlayarak kitleleri yanıltmayı planlıyorlar. Açık bir aldatmaca var ortada.”
Görüldüğü gibi, Düzen, mahkumu seslendiği kitlenin gözünden düşürmek, onun itibarını zedelemek istemektedir.
Underground rüzgarı 60’lı yıllarda üniversiteleri de kasıp kavurur. Teorik yerine pratik, soyut yerine somut bilginin öne alındığı bir üniversite istenmektedir. Sosyal bilimlerin objektif olduğu iddiası küçümsenir. İşte burada araya Anton Zijderveld girmekte ve şöyle demektedir:
“Bu insanlar (başkaldıranlar) farklı yorumlara ve farklı biçimlerde işlenmeye açık slogan türü ifadelere karşı hayranlık beslemektedirler. Marshall McLuhan’ın teorileri, Hegel, Marx, Freud ve Herbert Marcuse’un görüşleri hararetle karşılanmakta, fakat nadiren anlaşılmakta, ama arzuyla tatbikat alanına konulmaya çalışılmaktadır. Bunlar entellektüel şoklar ve gazete bilgisi için açıkça gözüken arzuyu tatmin ederler. Bugün teoriler ve felsefeler yeni, hiç işitilmemiş, dehşet verici ve gizli şeyleri, sırları ifşa edici nitelikte olmalıdırlar. Politikaya uygulanabilir ve bu alanda kullanılabilir bilginin peşindedirler. Gerçeğin araştırılması için gerektiğinde sıkıntılara katlanmayı modası geçmişlik olarak düşünürler ve saçma olarak nitelendirirler. Aslında itirazlar daha çok üniversitelerin mevcut otorite sistemi üzerine yoğunlaşmış bulunmaktadır.”
Underground üniversite ile sürekli olarak iki hususta çatışma halindedir: Öncelikle, yönetim hiyerarşisini otoriter olmakla suçlamaktadır. Üniversitede üretilen bilginin, bütünüyle yararsız olmasa bile, toplum sorunlarıyla ilgili olmadığına inanmaktadır.
Berkeley’deki Serbest Konuşma Hareketi üniversiteyi totaliter bir toplum için eleman yetiştiren bir kurum olarak gören ve kapsamlı, pratik değeri olan bilgilerin özlemi içinde olan öğrencilerin başlattığı bir hareketti. Üniversite onlara göre Düzen’in sözcülüğünü üstlenmişti ve otoriter yapısıyla baskıcıydı, faşistti.
“Hareketin amacı elbette bilgi ve eğitim üzerine bir münazara başlatmaktan ibaret değildi. Daha geniş bir anlamda yöneticilerin bürokratik tavırlarına karşı yürütülen bir isyan eylemiydi” der Zijderveld. Serbest Konuşma Hareketinin önderlerinden, eski radikal Mario Savio ise aynı konuda şunları söyler:
“Kaliforniya’da imtiyazlı azınlık talebelerin politik özlemlerini bastırmak amacıyla üniversite bürokrasisini yönlendiriyordu. Bu ‘saygıdeğer’ bürokrasi, zengin sınıfını maskelemekte idi: Bu kişiliksiz bürokrasi ‘Yeni Cesur Dünya’da en etkili düşmandır. Kaliforniya Üniversitesi’nde serbest konuşma hakkı için verdiğimiz savaşta, bizim ulusumuzun en büyük sorunu olarak ortaya çıkması olası olan şey ile karşı karşıya geldik. Bu, kişiliksiz, tepki göstermeyen bürokrasi idi.”
Çiçek çocuklarıdır onlar. Politik ve sosyo-ekonomik gücün yerine, çiçeğin gücünü yeğleyenlerdir. Bu bir karşı-kültürdür. Bu karşı-kültür mevcut düzenin normlarını, değer yargılarını, sosyal yargılarını, sosyal yapılarını ve kültürel yaşam biçimini bütünüyle red ve inkâr eder. Bu kültür tamamen nihilist, yer yer de anarşist ve aktivisttir. Anarşizminde insanı boğan kapitalist rekabet ortamına karşı bir muhalefet gizlidir. Aktivizminde de otoriteye ve zorba politik kurumlara karşı bir isyanın damarları görülebilir. 60’lı yılların Avrupalı hippilerinden daha fazla eylemcidirler. Sosyal ve politik alanların yeniden düzenlenmesi için savaş verirler. Avrupalı çiçek çocukları ‘savaşma, seviş’ derlerse de Underground’un çiçek çocukları Düzen’le savaşmaktan asla yılmazlar ve baskıcı kurumlara karşı verdikleri savaşımda zaman zaman şiddetin çocukları oluverirler. İşte Underground’u düzen nezdinde tehlikeli kılan da budur. Cezaevleriyle bu yüzden pek haşir neşirdirler. Underground hareketi de işte bu yönüyle bizim için anlamlıdır. Avrupa hippilerinin başkaldırı hareketi kültürel bazda seyrederken, Underground Sam Amcanın Vietnam’da ne aradığını sorar. Halkı Vietnam işgaline karşı koymaya çağırır. Underground basını da olayları izleyip rapor etmekten çok olayların içinde yer almayı tercih eder. Yüzlerce kişiyle birlikte Pentagon’a yürür.
60’lı yılların rüzgârı artık şapkaları uçurmuyor. Bir saman alevi gibi parlayan o hareket artık kimseyi yakmıyor. İşte romantizmin tehlikeli dikeni de bu. Moda düşünce ve eylemler gençliğin doludizgin çizgisi içinde siliniyor ve geriye yalnızca nostajiyle hatırlanan ayak izleri kalıyor.
Tüm bunlara rağmen, Underground hareketinin gerek siyahların eşitlik mücadelesinde, gerek bürokrasilerin baskıcı tavırlarının sarsılmasında, gerekse de ‘güçlü olan haklıdır’ varsayımının temellerinin dinamitlenmesinde önemli bir işlevi yerine getirdiği söylenebilir.
O yürekli çıkışlar duygusallık sürecinden mantıkîlik sürecine kayabilse ve anlık heyecanların esiri olmasa idi, kuşkusuz çok daha kalıcı tavır değişikliklerine yol açabileceklerdi.