Arşiv

 Nefsimize boykot

Bu cihad, silah gücüyle saldırıp Amerikan ordusunu tarumar etmekten, nakle göre daha “büyük”tü. Bu büyüklük nakil ile sabitse, mağazaya girip de canımızın “acaip” çektiği bir şeyi almamanın, Irak’a gidip savaşmaktan daha büyük olduğuna itikad etmeyi anormal zannetmemeliydik.


IRAK’TA YAPILAN işkence fotoğraflarının ortaya çıkışından sonra kaç gün geçti bilmiyorum, saymadım da. Şimdi de Filistin’de yapılanlar gündemde. Ve her geçen gün yeni bir zulüm haberi geliyor Irak’tan ya da Filistin’den.

Şüphesiz herkes üzülüyor. Gerek ehl-i din olan, gerek olmayan insanlardan değişik değişik gruplar çıkıp protesto ediyor, tepkisini dile getiriyor. Protestoya katılmayan insanlar ise, haberleri izlediklerinde kınıyorlar ya da beddua ediyorlar. Birçok mü’min kardeşimiz de dua ediyor şüphesiz.

Fotoğraflar ilk ortaya çıktığında bir e-mail yoluyla Iraklı bir kadının yazdığı mektup elime geçmişti. Bir kere okudum; nasıl o kadar kolay ağladığıma hayret ettim. Bir daha da okumadım. Çünkü elimden ağlamaktan başka birşey gelmediğini görmeye tahammül etmek istemiyorum.

Bunlara rağmen, hayatin devam ettiği gerçeği var; ölenle ölünmez cinsinden. Karnımız acıkıyor, mutfağa girip yemek yapıyorum, sonra da afiyetle yiyoruz, elhamdülillah. Allah’ın verdiği nimete hamdederken içim sızlıyor.

Sızlamadığı zamanlar da oluyor. Çünkü orada yapılanları unutmuş, günlük hayatımıza ait birşeyleri konuşur halde oluyoruz yemek esnasında.

Üzülenler, protesto edenler, içi sızlayanlar... Benim kaçmadı ama, belki uykuları kaçanlar var. İnsaniyeti ölmemiş her insan kendi ruh ve kalbinin iktiza ettiği tepkiyi veriyor. Ancak, tepkilerin hiçbiri Amerika ya da İsrail’i etkileyecek nitelikte değil. İnsan kendini çok aciz hissediyor…

Iraklı kadının mektubunda, “Gelin, buraya saldırın, bizi kurtarın” manasında bir cümle vardı. “Yazık” dedim. Ne kadar da imkânsız birşeyden bahsediyor. Buna kim cür’et edebilir ki? Dua ettim sonra. “Allahım! Amerika’nın şahs-ı manevîsini kahret ki, zulüm edemesin.” Amerika’daki masum insanlara yazıktı, ‘Amerika’yı kahret’ diyemezdim. Ama dünyaya zulmeden o canavar mahiyetini kahret, aciz bırak. Sen Kahharsın.

Düşündüm: Acaba Amerika’nın kahrolması mümkün mu? Kahrolmazsa Irak’la yetinmeyeceğini görmek de zor değil.

Sonra ‘Acaba dualarımız kabul olur mu ki?’ dedim içimden. Acaba? “Yirmidördüncü Mektub”un sonunu açtım. İstidat lisanıyla, ihtiyac-ı fitrî lisanıyla edilen dua... Sonra zişuurların ettiği dua geliyor. Şuurlu varlıkların ettiği duanın ikinci kısmı, meşhur, bildiğimiz dua. Yani, ellerini açıp Allah’tan istemek. İki nevidir, diyor. Biri kavlî, biri fiilî. Meselâ toprağı ekmek, çift sürmek fiili dua. Rızkı topraktan değil Allah’tan istemek, el açıp dua etmek de kavlî, dil ile yapılan dua imiş.

Amerika’nın kahrolmasını istemiştim. Fiilî duam ne olabilirdi ki? Amerika’nın kahrolmasını sağlayacak ne vardı ki? O an, aldığım bazı e-mailler geldi aklıma. ‘Amerikan mallarını boykot edelim. Bilmem nereden aldığımız birşey, Iraklı bir çocuğun kafasına kurşun olarak gidiyor’ diye.

Düşündüm: Verilen paraların doğrudan oraya kurşun olarak gitmediği kesindi. Yoksa hiç kimse kendine bilmem hangi marka ayakkabıyı almaz, bilmem hangi ‘fast-food’ salonuna gitmezdi herhalde. Ancak o ayakkabıyı almanın, ya da o parfümü kullanmanın, Amerika’yı ya da İsrail’i destekleyici bir tavır olduğu belliydi. Yaptığı icraatı değil, ama ekonomisini destekleyiciydi.

Tüketimleri akıl almaz bir israfa dayalı kocaman bir tüketim toplumuna sahip olduğu halde, Amerikan ekonomisi hiç tükenmiyordu. Amerika ekonomisine bir yerlerden destek akıyordu. Amerikan ürünlerini alan kişi, doğrudan doğruya Amerikan ekonomisini desteklemiş oluyordu. Hatta, çok pahalı birşey almasa dahi (alt tarafı sigara), Amerika’nın ekonomisini desteklememeye kasdetmemiş oluyordu. Amerika ister kahrolsun ister olmasın, fiilî duası tahakkuk etmediğinden, yani kavli Amerika’nın zulmünden vazgeçmesini istediği halde fiiliyle Amerika’ya destek veren mü’min; Irak’taki kardeşleri için bir dua bile edememiş oluyordu. Ne acınası bir durum…

Böyle düşününce ürperdim. Ben duamın kabul olup olmayacağını merak etmiştim. Duamı edebilmiş miydim, ondan şüphe ettim. Irak ve Filistin’dekilerin kurtulması için, ellerimi açıp sabaha kadar da yalvarsam, onlara zulmedenleri kendi ellerimle besleyerek sanki riyakârâne Allah’ı kandırmak istercesine bir dua etmiş gibi olurum. Yani, bir bakıma “Çift sürmüyorum, tarlamı ekmiyorum, ama gece sabaha kadar Allah’tan ürün, rızık istiyorum. Ne olur Yarabbi, bol hasılat ver!” diye gözyaşı döküyorum. Böyle bir durumda, Rabb-ı Rahîm hakkımızda ne düşünüyor acaba diye düşünmeye cesaret dahi edemedim.

Bu düşüncelerden sonra, ortalığın Avrupa ya da bilmem nerenin mallarıyla değil de, arkaplanında İsrail ya da Amerika’nın bulunduğu mallarla dolu olduğunu hatırlamak da, suratıma bir tokat yemişim gibi hissettirdi…

Aradan birkaç gün geçti, eşimle konuşurken bir ara: “Bir zamanlar terörist elebaşını korudu diye İtalyan ürünleri nasıl da boykot edilmişti. İnsanlar sokaklarda mallarını yakmışlardı” dedim. “Neden kimse Amerika’ya karşı öyle yaptırıcı bir boykot uygulayamıyor. Hep e-mailler geliyor boykot edelim diye ama….???”

O da şöyle dedi: “İtalyan ürünlerini boykot etmek kolaydır, edilir. Ama Amerika insanlarınâaleminde, nefse ve hevaya ait çarpıcı istekleri temsil ediyor. Bir Amerikan ürününden vazgeçmek İtalyan ürününden vazgeçmek kadar kolay değil.”

Tasdik etmiştim. Amerika’nın sikke-i mahsusunu taşıyan bir parfüm, bir sigara, bir film, bir araba, bir ev eşyası, bir spor ayakkabısı, bir elektronik âlet vs. diğerleriyle aynı değildi. Diğerlerinden daha cazibedardı. Bu cazibedarlık belki kalite ya da estetik kaygılara dayanıyor gibi görünüyordu ya da gösteriliyordu ama, altında yatan gerçek nefsi ve hevayı bağlamış olmasıydı.

Zira parfümümüzün markasını değiştirmek, daha güzel bir koku bulamayacağımız anlamına gelmiyordu. Ayakkabı markamızı değiştirmek, daha güzel ya da daha rahat bir ayakkabıdan mahrum kalmak hiç değildi. İçinde bir tane "hakikat var diye, yüz tane bâtılı görmezlikten gelmeye nefsimize fetva verdirerek izlediğimiz Amerikan filmlerinden vazgeçmek, entellektüel kalitemizi mi düşürürdü? VCD kiralamasak ya da satın almasak, ya da sinemaya gitmesek, canımız çok mu sıkılırdı; yoksa sinema kültürümüz mü azalırdı? İçinde bir tane hakka ait tema var diye izlediğimiz o filmleri izlemesek, Allah’ın hidayeti bize ulaşmaz mıydı? Arabamızın markasını değiştirsek, iyi kaçan araba bulamaz mıydık? Amerikan sigarasından vazgeçtik diye kamyoncu sigarası içmek zorunda mı kalırdık? Ortalıkta başka marka mı yoktu…?

Hiç şüphesiz, Amerikan ürünlerini tercih ettiren kaygı, kalite ya da estetik kaygısından başka birşeydi. Nefse ve hevaya ait bir kaygıydı. O an biz mü’minlerin hiç ağzımızdan düşürmediğimiz bir cümle aklıma geldi. Asr-ı Saadette savaş bitince söylenen: “Küçük cihad bitti, şimdi büyük cihad zamanı; nefisle olan cihad…”

Iraklı kadın bizi maddi silahla saldırıp kendilerini kurtarmaya davet etmişti. Halbuki davet ettiği şey ne kadar imkansızdı. Ama onun davet ettiği, küçük cihaddı. İmkansız olan bir küçük cihad. Bizim ise büyük cihada girişecek potansiyelimiz vardı. Nefsaniyeti temsil eden, çarşıları istila eden ürünleri terketmeye esbab dairesi müsaitti. Nefis elbet isteyecek, elbette arzu edecekti. Ama elimiz uzattıktan sonra, durup düşünüp vazgeçmek; “hayır bunu almayacağım” demek; “hayır bunu izlemiyorum” demek büyük cihadın muzafferiyetini yasamak olacaktı. Bu cihad, silah gücüyle saldırıp Amerikan ordusunu tarumar etmekten, nakle göre daha “büyük”tü. Bu büyüklük nakil ile sabitse, mağazaya girip de canımızın “acaip” çektiği bir şeyi almamanın, Irak’a gidip savaşmaktan daha büyük olduğuna itikad etmeyi anormal zannetmemeliydik. Amerikan ya da İsrail urunu olup olmadığını bilmediğimiz bir urunu de şiddetle araştırıp, öyle olduğunu öğrendikten sonra yanımızda kim varsa (mağaza görevlileri ya da müşteriler) gayet emin ve sükunetli bir şekilde “hayır, ben bunu almıyorum” demek büyük cihadımızı ilan etmek demek anlamına gelecekti.. Allah hepimizin cihadını kabul etsin dedim. AMİN…….

Öte yandan “Bir tek benim tepkimle mi Amerika zayıflayacak” gibi bir itikad, fiilî duamızla muhalefet etmek anlamına geldiği için, zulme uğrayanlara hakiki bir dua bile edememek demek olacak. (Ki zaten, tesirin halk olmasının sebebi, esbabın içtimai değil, Allah’ın yaratmasıdır. Yani Amerika yi zarara uğratacak şey, herkesin boykot etmesi değildir.. Esbab hazır olsa bile, urunu veren toprak değildir. -Bazı seneler esbab mükemmel içtima ettiği halde, topraktan urun çıkmaması buna misal- Tesiri halk eden şey, duanın kabulüdür, Allah’ın kudretidir.

Acaba zulme uğrayanlar için hiçbir şey yapamaz miyiz diye sorarak başladığım düşünceler sonucunda ne çıkacak bilmiyordum. Bir fiil düşünün ki, o fiili yapmazsanız zulme uğrayanlar için bir dua bile etmemiş oluyorsunuz. Yaparsanız büyük cihad yapmış oluyorsunuz. Sonuç böyle çıktı. Artık intihaptaki ihtiyar sizindir.

  26.08.2004

© 2021 karakalem.net, Büşra Karaca



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut