Arşiv

 SÖYLEŞİ: <br>“Hikmetin duvağını açan bir söylem arıyorum”


Konuşan: Muhammed Alpkent

“Ben yazarak önce kendimi çağırıyorum hikmet denizine. Ve insan kardeşliği bağlamında herkese sesimi duyurmak istiyorum. Sesime ses istiyorum. Deprem, fırtına, hastalık, ölüm, gece, zamanın akışı karşısındaki insan çaresizliğini, fikriyatı ne olursa olsun her insanla paylaşmak istiyorum ve diyorum ki: Herşeye gücü yetene sığınabilir insan.”


Denemelerinizde çok lâtif ve ahenkli bir dil var. Bunun özel bir ateşleyicisi var mı? Meselâ özel seçtiğiniz zamanlar, özel seçtiğiniz yer gibi...

—İltifatınız için teşekkür ederim. Bir denemenin ortaya çıkışı özel bir zaman ve yerden ziyade bir kelimeye, çağrışıma, manzaraya, habere, hüzne, burukluğa dayanıyor. Güzeleylem kitabımızda “Terk Edilmiş Evler” adlı bir deneme var. Onun nasıl ortaya çıktığını hatırladım. Bir yaz günü Ayaş’a bir dostumu ziyarete gitmiştim. Orada gezinirken eskilerden kalmış ve artık terk edilmiş bir ev gördüm. İçimde bir fırtına koptu. İçimi fanilik sızısı kapladı. Böylece o yazı doğdu. Genellikle böyle oluyor. Bir imgeden yola çıkıyorum ve ilhamen yazıyorum.

Son kitabınız Yürek Sorgusu da gönül okşayıcı ve duygulu bir kitap olmuş. Neden bu ismi tercih ettiniz? Yürek Sorgusu ile gündeme taşıdığınız nedir?

—Mustafa Miyasoğlu’nun “Anafor” adlı şiirinde “Bitmez tükenmez yürek burgusu/Yörük sorgusu” dizeleri geçer. Kitabımızın adı, bu dizelerden esinlenilerek ortaya çıkmıştır. Kitabımızın isim babası ise, aziz dostum Metin Karabaşoğlu’dur.

Türkçe’de yürekle ilgili pek çok söz, deyim vardır. Yüreği sızlamak, yüreği yanmak, yüreği dayanmamak, yüreğinin sesi, yürekli insan gibi... Ayrıca yürek ve sorgu benim çok sevdiğim, kendimi onlardan uzaklaştıramadığım iki dost sözcüktür. Kahkaha attırıcı, cıvıl cıvıl denemeler değildir yazdıklarım. İç yolculuğa sevkeden, iç sorgulamaya yönelten, iddiasız denemelerdir. İç konuşma ve sorgulama, benim tarzım.

‘Çekirdek’ isimli yazınızda ‘nitelik önemlidir, nicelik değil’ diyorsunuz. “Tarih boyunca hep ‘az’ olanlar daha değerlidir. Gerçekte meyve verenler de onlardır” tezi doğru mu? İnsanlığa çekirdek olanlar da, aslında ‘nitelikli’ olanlar mıdır size göre?

—Yığın olmak, kalabalıklara karışmak kolay. Adaletiyle, asaletiyle, onuruyla yaşayan birkaç ulu kuytu, kimbilir kaç insana bedel mücevherdir... Az olanlar ve meyve verenler, daha değerli elbette.

“Son Anın Ötesi,” yaşarken yapılması gereken bir sorgulama mıdır?

—İnsanın herhangi bir eşyasının kaybolduğunu veya zarara uğradığını düşünelim. Bunun dünyada telâfisi mümkün de olabilir. Fakat elden giden bir ömürse? Telâfisi zaten mümkün değil. Son anın ötesinde gerçek çırılçıplak ortaya çıktığında, esbab perdesi ortadan kalktığında feryad ü figanın yararı olmayacak. Bir tabiatperestin, bir maddiyyunun o ‘öte’deki hâli beni zaman zaman düşündürür, ürpertir. Bu yüzden sorgulama, insan yaşarken yapılması gereken bir eylemdir.

Tatil beldelerine giden insanları okumuşsunuz bir yazınızda. Aslında, aradığımız, özlediğimiz ve ruhumuzun yöneldiği şey nedir?

—İnsan dinlenmeyi ve tatil beldelerine de gitmeyi arzulayabilir elbette. Ancak tatil beldelerine giden insanların çoğunda faniliği unutma ön plâna çıkıyor bence. Tatil beldelerinde yaşananlara, oralarda neler yapıldığına bakılınca, ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır. Tatil beldesinin sakinleri, hiçbir zevkin bitmesini istemiyor. Ve aslında hiç tükenmeyecek bir tatil beldesinin gizli arayışı, âdeta bir yakarış gibi geziniyor kalplerde...

“Çeyiz” yazınızda ‘Mevlâna’nın hazırladığı çeyizden bahsediyorsunuz. Hepimiz iyi kötü birer çeyiz hazırlıyor muyuz? Ve Mevlâna gibilerin nasıl çeyizler hazırladığını tahmin ediyorsunuz?

—Herkes başka bir yarın kurar. Her insan yarınlar için çeyiz hazırlar. Bu yazıda Mevlâna adı özellikle seçilmiştir. Çünkü Mevlâna’nın ölüm gecesine ‘şeb-i arus,’ yani düğün gecesi denir. Sevgilinin evine çeyiz götürülür. Mevlâna’nın çeyiz sandığında gökyüzünden taşınan yıldız incileri, Mesnevî bahçesinin goncaları, sabır ve sükûnet yazmaları, erenler diyarının ölümsüzlük bakışları vardır kuşkusuz. Mevlâna gibi, İmam-ı Rabbanî gibi, Hâfız Ali gibilerden farklı düşünen, farklı şeylere inanan insanların da sevgilileri, çeyizleri, hazırlıkları var. Herkes kendi göçünü kendisi hazırlıyor.

Denemelerinizde şiirsel bir ifade görülüyor.

—Taha Çağlaroğlu, şiirle başladı. Fakat şiir onun peşini bırakmadı. Denemelerimde kendimi şiirden kurtaramıyorum; kurtarmak da istemiyorum. Hikmetin duvağını açan bir söylem arıyorum. Bakara sûresinin 269. ayetinde “Kime hikmet verilmişse, işte ona pek çok hayır verilmiştir” deniliyor. Ben hikmetten reşhalar taşımak istiyorum kendime ve sesime. Bunu da güzel, etkileyici bir dille, şiirsel bir tarzda yapmak istiyorum. Ne kadar yapabildim; bu, okuyucuların takdirine kalmıştır.

Yürek Sorgusu’nda bir de hattatınız var. Kim bu hattat?

—İnsan bir aramaktır. Hayat bir arayıştır. Hattat, arayan, bulan bilge bir insandır. Hattat Yunus’tur, Fuzulî’dir, Bediüzzaman’dır, Gönenli Mehmed Efendi’dir, Sezai Karakoç’tur. Hattat ulu kuytulardan biridir. Bu ulu kuytular,dinamikleridir toplumun. Hattattan başka bir de aktarımız var Yürek Sorgusu’nda. Onların yaşamöykülerini, düşüncelerini irdeleyebildiğimiz ölçüde pırıltılarımız artacak.

“Kuşatma” adlı yazınızda ‘Bir kelime arıyor şimdi kuşatma altındakiler’ ifadesindeki aranan ‘kelime’yi açıklar mısınız?

—Bazen bir kelime, kurtuluş sebebidir. Kuşatma altındakiler de bir kelime arıyor. Bu kelime bir bakıştır, bir şiirdir, bir öyküdür, bir filmdir, bazen bir filmin karesidir, okşayıcı bir sözdür, bir tavır koymadır, bir tavır almadır, bir meydan okumadır. Evet, bütün bunların her biri bir kelimedir yaşantımızın içinde.

“İnsan tüm yaptıklaı ve hayalleriyle bir sekine arar” anlamı çıkıyor “Sekîne” adlı yazınızdan. Sekîne’den kastınız nedir? ‘Seyyidinden kaçmış bütün ilimleri de gerçeğe yönlendirir vicdan, bütün sesleri’ diyorsunuz. Vicdan ilimleri, sesleri gerçeğe nasıl yöneltir?

—Sekîne, aslında bir duanın adıdır. Âyetlerden müteşekkil bir dua. Bu duada geçen bir âyetin meali şöyle: “En büyük korku olan kıyametin dehşeti, onlara üzüntü vermez” (Enbiya/103). Biz sekineyi, sükûnet hâli anlamında kullandık, Sekîne duasının adı ve çağrışımları da bir arkaplan oluşturdu yazıya. İnsan, bilincinde olsun olmasın, hep bir sekînenin peşindedir. Ne ki eşyanın fani yüzleri gerçek bir sekîne oluşturamıyor insanda. ‘Seyyidinden kaçmış’ ilimler de Yaratıcıdan söz etmiyor. İnsana Sâniini tanıtan dördüncü muarrif olan vicdan ise, bütün sesleri, arayışları gerçeğe yönlendiriyor. En inançsız insanın vicdanı dahi Mutlak Gerçeğin arayışı içindedir. Önemli olan, insanın bu arayışa kulak vermesi, doğru adresleri bulmasıdır. İnsanın neci olduğu, nereden gelip nereye gittiği sorularının cevabını verecek bir adresin peşinden koşmuştur insanlık yüzyıllar boyu. Meselenin aslı ise bir sekîne hâlinin hasretidir.

Üslûbunuz, tarzınız öğüt verici değil. Fakat daha çok sorgulatıcı...

—Toplumun, insanların ilgileri, söylemleri çok değişti. Çok değişen ve evrenle yüzyüze gelmeye fevkalâde muhtaç olan, bunu belki de ayrımsayamayan insanlara hamasî bir yaklaşım, sanırım etkisiz kalıyor; belki de ters tepiyor. Hamasetle yaklaşan eserlere, müziklere genç kuşağın ilgisiz kalması bunu gösteriyor. Ben de yumuşak bir sözcükle, bir cümleyle kalbinden, en insanî yanlarından yakalamak istiyorum okuru. En aykırı düşüneni bile, onun içine sinen bir biçemle düşündürmek istiyorum. Ontolojik arayış, insanın en önemli meselesi. Böyle bir arayış ihtiyacını hissettirmek, çığlığımın yankısını duymak istiyorum. Ölümün gizemini terennüm ediyorum. Faniliğin sızısından kurtulamıyorum. Ölümsüzlüğün yolunun ölümden geçtiğini anlıyorum. Necip Fazıl, Yunus Emre adlı piyesinde çok özlü söylemiştir: “Ölümsüzlük için ölüm lâzım!”

‘Temaşâ medeniyeti’nden söz ediyorsunuz? Bu, ne demek?

—İnsan bir medeniyettir. İç medeniyetini kuran insanın özü, dışa da yansıyacaktır. Bizim medeniyetimiz Naili’nin şiirinde ifadesini bulan bir temaşa medeniyetidir. Erzurumlu İbrahim Hakkı “Arif anı (onu) seyreyler” dizesiyle hülâsa etmiştir. Bunca sıkıntı, zulüm, hastalık... Diğer tarafta seyir ve temaşa... Hikmetlerini düşünerek... Hikmete yine geldik. Bakın hikmet için, sözlükler neler diyor: “İnsanın, varlıkların hakikatlerini bilip hayırlı işler yapmak sıfatı. Sır. Kâinattaki ve yaratılıştaki ilâhî gaye. Ahlâka ve hakikate yararlı kısa söz. Hak emre uymak. Allah’ın yarattıklarında tefekkür. Salih amel, yani güzeleylem.” Ben yazarak önce kendimi çağırıyorum hikmet denizine. Ve insan kardeşliği bağlamında herkese sesimi duyurmak istiyorum. Sesime ses istiyorum. Deprem, fırtına, hastalık, ölüm, gece, zamanın akışı vb. karşısındaki insan çaresizliğini, fikriyatı ne olursa olsun her insanla paylaşmak istiyorum ve diyorum ki: “Herşeye gücü yetene sığınabilir insan.”

  13.07.2004

© 2021 karakalem.net, Taha Çağlaroğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut