Kulluk sevinci: “sevdirmesine karşı vazife-i ubudiyet…”

Hasan Koç

Hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki, (Sâni-i Rahîm ve Kerîm olan Allah) ziyafetgâhtaki zîşuur mahlûklarla konuşmasın ve onlara nimetlere mukâbil elçileri vâsıtasıyla vazîfe-i teşekküriyeyi ve tezâhür-i rahmetine ve sevdirmesine karşı vazîfe-i ubûdiyeti bildirmesin. Hâşâ, binler hâşâ!


SAİD NURSÎ’NİN kaleminden dökülen bu pasaj insanın Allah ile kurduğu ilişki biçimine dair çokça mesajlar içerir. Kur’ân-ı Kerîm’de buyrulan “Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler” (Maide, 5/54) ayetinin bir açıklaması mâhiyetindeki bu cümleler bize Allah’ın kullarıyla her ân mükâmele halinde olduğunu ve kulluk vazifesinin neden önemli olduğunu öğretmektedir. Allah Teâlâ bu alemi yaratmış, yarattığı ziyâfetgâhtaki mevcudatı insanın hizmetimize sunmuş (İbrahim, 14/32) ve bu nimetlere mukabil bir rahmet tecellisi olmak üzere bizlere ubûdiyeti bildirmiştir. Tüm kâinatı insana hizmetkâr kılan Allah’ın kullarından istediği ubûdiyet derecesi nedir diye sorulacak olursa bunun cevabı Nursi’nin ifadelerinde gizlidir.

Bizler gün içerisinde yaptığımız ibadetleri kendimizden bilme yanılgısına düşebiliriz. Oysa bizim yaptığımız iyi amellerin asıl müsebbibi Allah Teâlâ’dır. O, kulunu sevmesiyle bir lutf-i ilâhî bahşetmiş, ihsân ettiği bu sevginin zuhûr etmesi için kullarını bir şükür vazifesi olmak üzere “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler/beni bilsinler diye yarattım” (Zâriyat, 51/56) ayetine muhatap kılmıştır. Bizleri bu ayetle muhatap kılmasının sebebi Allah’ın kullarına olan sevgisi ve rahmetidir. Yarattığı mevcûdâta karşılık bizden istediği ubûdiyet bir padişahın verdiği külçelerle altına karşı verilen soluk bir çiçeğe benzer. İşte bunun gibi Allah Teâlâ bizlere verdiği nimetler karşısında insandan az bir karşılık istemiş ve buna mukabil ibadetleri yerine getirme ve yasaklardan kaçınma gayretinde bulunan insanı cennetle müşerref kılacağını kullarına haber vermiştir (Bakara, 2/25). Bu derece mükemmeliyet içeren nimetler hangi ubûdiyetle karşılık bulabilir? İşte Allah Teâlâ’nın rahmeti ve sevgisinin büyüklüğü burada tezahür eder. Allah Teâlâ bununla kalmayarak kendisine nasıl ibadet ve teşekkür edebileceğimizi de elçileri vasıtasıyla biz kullarına bildirmiştir.

Kulluk sevmek ve daha da önemlisi sevilmek demek

Efendimiz aleyhissalatuvesselamın hayatına baktığımızda onun Allah’la olan ünsiyet ve kurbiyeti sadece yaptığı ibadetlerle sınırlı kalmadığını, hayatının her safhasına nüfuz ettiğini görürüz. Sûfîler bu meyanda “halk içinde Hak’la olmak” düstûrunu hayat felsefesi haline getirmişlerdir. İnsan ne kadar gayret ederse etsin kendisine verilen nimetlerin karşılığını asla yerine getiremeyeceği şuuruna vâkıf olmalıdır. Bunun sebebi Nursi’nin dikkat çektiği gibi Allah Teâlâ’nın Kerîm olmasıdır. İnsanın ikrâm edilen nimetler karşısında yapması gereken, her ân Allah’ın kendisiyle konuştuğunu bilmesi, kâinata bakarak, ihsân edilen nimetleri müşâhede ile tefekkür etmesi ve kendisini yaratan bir Sânî-i Kerîm’in olduğunu bilmesidir. Bu tefekkürü hayatına tatbik eden kişinin Allah’ın nimetlerine karşılık olamayacak olsa da vazife-i teşekküriyeyi yerine getirdiği söylenebilir. Sonuçta kişinin bu ubûdiyeti yerine getirebilmesi Allah tarafından sevildiğinin alametidir.

Allah’ın karşılıklı sevgi bildiren el-Vedûd ism-i şerîfi yukarıda üzerinde durduğumuz konuyu daha iyi kavramamıza yardımcı olacaktır. Vedûd ismi en çok seven ve sevilmeye en lâyık olan anlamlarını barındırır. Allah’ın bir kulunu sevmesi ona kulluk vazîfesini ihsân etmesiyle ve kulun Allah ile mükâmele halinde olmasıyla zuhûr eder. Yani bir kişi Allah’a kulluk vazîfesini yerine getirebiliyorsa, dua aracılığıyla Allah ile ünsiyet ve kurbiyet kurabiliyorsa bu, kişinin etken olmasıyla ilgili değil bilakis Allah karşısında edilgen olmasıyla açıklanabilir. Bir kişi kulluk ve dua vazifesini zarûret olmaksızın yerine getirmiyorsa bu o kişinin Allah tarafından muhatap kabul edilmediğinin bir işaretidir. Çünkü Allah sevdiği kulunu kendisiyle meşgûl eder. O halde kişi yaptığı ibâdetleri ve Allah’a olan sevgisini kendi nefsinden bilmemeli, aksine bunun Allah tarafından kendisine ihsân edildiği ve Allah’ın sevdirmesine karşı bir lutf-i ilâhî olduğu düşüncesini her zaman kalbinde barındırmalıdır. Çünkü o sevmeden kul sevemez, -ayette bildirildiği üzere- “o kulundan razı olmadan kul Rabbinden razı olamaz” (Beyyine, 98/8).

  08.08.2022

© 2021 karakalem.net, Hasan Koç



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut