İğneler 2

Mona İslam

“Yüreğinde melâl büyüten kuşcağız! Okul önlerinde gizli gizli ağladın mı hiç?”*

Arzu Beni Çok Üzüyor…

Haftalık Fütuhat okumalarından birindeyiz. Bir arkadaşım anlatıyor, gece beni rüyasında görmüş. Çok üzgün, perişan bir halde ona demişim ki “Arzu beni çok üzüyor.” “Ne demek acaba?” diyor.

Ben rüyaların sadece görene ait olmadığına inananlardanım. Bir insan ruhen ve kalben bağlı olduğu birine ilişkin halleri de rüyada görebilir. Rüyanın mesajı, görene değil görülene ait olabilir. Bu sizin birini ne kadar sevdiğinizle alakalı bir husustur. Sevgi insanın benliğini büyütür, ötekini bene dahil kılar. Bu yüzden sadece kendinizi ilgilendiren değil, başkasını ilgilendiren hallerde de üzülür, kaygılanır, ders alır, lütuflandırılırsınız.

Rüya, muhayyiledendir. Muhayyile ise ruh ve beden, batın ve zahir arası bir berzah. Orada varlık gerçektir. Ne ruh gibi soyut ne beden gibi somut, anlamlar suretlere bürünür, görsel bir anlatı, bir suretler şöleni. Rüyada varlık, küçümsenecek bir şey değildir. Allah bir sivrisineği bile kendisine misal yapar, dolayısıyla hiçbir varlık kategorisi küçümsenemez. Hiçbir varlık, mekan, zaman abes yaratılmamıştır. Hepsi Ondan haberler getirir. Her biri yerinde ve anlamlı, her biri olmazsa olmaz…

Zihnimdeki silsileyi bir yana bırakıyor ve arkadaşımın cevap bekleyen gözlerine bakıyorum. Bana bakıyor ve derinlerimi görmeye çalışıyor. Bazı insanlar derinlerine bakılmasından hoşlanmazlar. Onların gözlerinde hep bir kaçak görürsünüz. Kalpleri görünmesin diye gözbebeklerinin ardına gizlenirler. Ben onlardan biri değilim. Bu yüzden ruhuma misafir olmak isteyen arkadaşıma, “ buyur” diyerek karşılık veriyorum, aksi takdirde ayıp olur diye düşünüyorum. Bu evinize gelmek isteyen birini geri çevirmek gibi. Böyle bir şey bizim ait olduğumuz medeniyette ihtimal haricidir. Ne yazık ki o medeniyetten kopanlar git gide artıyor.

Kendi payıma dönüyorum, Allah’a bana böyle arkadaşlar verdiği için şükrediyorum. Arkadaşıma bilmediği halde, rüyada gördüğü adımın manasını söylüyorum. Benim adımın bir anlamı da “arzu”. Ona kendi kendimi şikayet etmişim, ve arzularımın yakamı bırakmadığından dert yanmışım. Haklı, aynen öyle.

Arzu ve heva bir rüzgara benziyor. Bazen bu rüzgar öyle kuvvetli esiyor ki sizi bir yere tutunmak zorunda bırakıyor. Elleriniz acıyor tutunmaktan, sanki bırakıverseniz kendinizi rahat edeceksiniz. Ama hayır, bu Ad kavmini köklerinden söken kasırgaya benziyor. Ben de etrafıma Hûd ve beraberindekiler gibi bir daire çiziyorum. “Bu dairenin dışına çıkmak yok” diyorum nefsime. O dairenin içindeyken insana sadece Süleyman’ın kutlu rüzgarı ulaşıyor. Gemiler dolusu Ondan haber getiren…

İnsanın şeytan elinden yuttuğu zokalardan biri de arzu olsa gerek. Arzular boğazımıza takılı iğneler, bizi tutan oltalar, esir eden prangalar gibiler. Üstelik kul oluyoruz arzularımıza, kul, gönüllü köle…

Verili hayatla arzu edilen hayat arasındaki açıklık miktarınca acı çekiyoruz. Olmazsa olmazlarımız miktarınca bedbahtız. İsteklerimiz adedince gözyaşımız, tutkularımız şiddetinde hüzünlerimiz var. Emellerimizin peşinden koşarken tek bir düşünce var tüm benliğimizi saran. O olmazsa hayatım eksik. O olmalı ki tamamlansın. Ancak o elde edilirse mutlu olunabilir. Onsuz olmuyor.O yapbozun kayıp parçası, onsuz mutmain olunmuyor. Böyle ne çok sayıkladım. Zikir gibi. Ama hakikat-i hal öyle mi?

Seleflerden biri “Olan olması muhtemel olanların en mükemmelidir” buyurmuş. Bize hiç öyle gelmiyor değil mi? Sorun bu dünya hayatında eksik kapamaya çalışmakta oysa. Eksik hiç kapanmayacak burada. Bir yerden yamasan başka bir yerden illa ki yırtılacak bu kumaş. Yapan öyle yapmış, eksik kalması murad edilmiş. Eksik olsun ki ahirete müteveccih olalım. Eksik olduğu mikdarda kemal bulmaya çalışalım. İhtiyaç duyduğumuz her şeyin asıllarına talip olalım. Eksiklik görece bir kavram, nereden baktığınıza bağlı. Ölümün bu yüzünden bakınca hayat eksik, diğer yüzünden bakınca ise eksiklik kemalin ta kendisi. Eksik kılma ayn-ı hikmet. Mahz-ı adalet.

Diyelim istediğini elde ettin, bakalım onunla mutlu olacak mısın? Yetecek mi sana ey nefsim! Yoksa bu kez de gözünü başka bir yere mi dikeceksin. “Ne yapayım, ben böyle yaratılmışım!” mı diyorsun? O zaman beni tazib edip durma lütfen, çünkü bu hayatta hiçbir şey senin gözünü öteye dikmene mani olmayacak. Öte, aslında öte alem, gözünü oraya dikmek için programlanmışsın sen, bu yüzden ne versem “öte!” diye başka bir emelin peşine düşüyorsun. Şımarık çocuk gibi oyuncaklarla sadece dükkan vitrinindeyken ilgileniyorsun, alıp eve getirince bir iki gün sonra gözünden düşüyorlar.

Bazen bir şeyi kafana öyle bir takıyorsun ki korkuyorum senden. Gece gündüz aklında, nereye baksan yanında, her yerden her şeyden ona yollar bulmaya çalışıyorsun. Baksana! Gerçekten aradığın o mu? Yoksa bunca çaba bunca himmet, gayret, duygu,letaif onun elde edilmesi için mi verilmiş? Bu kadar paha o şey için değer mi? Değdi diyelim, nasıl olsa eskiyecek, ölecek bir şey için bu tutku neden? Olmuyor, insan duygularını, arzularını çıkarıp atamıyor, çekip vuramıyor…

Bazen nazarımda hayat, ayetin dediği gibi “sayılı günler”oluveriyor. Eyyamin madudat. Günleri sayıyorum hapishanede bir tutuklu gibi. Her güne bir çentik. Namazlar kılındı, evrad okundu, Kur’an okundu, kitap okundu, yazı yazıldı, ders yapıldı, yemek pişirildi, çocukla ders çalışıldı, eş güleryüzle karşılandı, ağarlandı, ev temizlendi, arkadaşların gönlü hoş edildi, anne- anneanne- ağabey arandı. Neyse ki bir yaprak daha kopardım takvimden. Sorumluluklar yerine getirildi. Boş kalan zamanda da arzuların bir arı kovanı gibi kafamda uğuldamaması için film seyrediyorum. Fantastik hikayeler, fantastik romanlar. Ne kadar gerçekten uzaksa, ne kadar başka dünyaları, başka yaratıkları anlatıyorsa o kadar uzaklaştırıyorlar beni kafamdaki gürültüden. Arzular kafama üşüşen arılar gibi yoksa. Kovdukça daha çok üşüşüyorlar. Rabbin rahmetini düşündükçe, kafama üşüşen arzuları baş belası değil de rahmet gibi görsem daha iyi olacak galiba diyorum.

Bilemiyorum ben mi çok hassasım, bir ben mi çok hissediyorum hayatın dağdağasını, arzuların susuzluğunu. Bir tek bana mı sıcak yaz gününde, kan ter içinde içilen bir bardak su gibi geliyor hayat. Çok güzel, ama az, yetmiyor, dahası, yok, gelmiyor. Varoluş karşısında çıplak gibiyim, sıcak soğuk, iyi kötü, haz acı, hüzün neşe her şey fazlasıyla dokunuyor bana. Neden? Bilmiyorum.

İnsan, acılar içinde yuvarlanan, sarp yokuşa tırmanan, kan ter içinde, su gibi aziz varlık. İnsan su gibi diyorum, çünkü ben de katre gibiyim ve insana ilişkin, nefsime ilişkin, neyi biliyorsam, katre penceresinden biliyorum. Bu pencereden insan olmak hüzün akıtıyor. Bu pencerenin rengi mor, hüznün rengi. Ama insan olmayı seviyorum. İnsanın tüm latifelerini, tüm duygularını gafletle örtmeyecek kadar değerli buluyorum. Bu yüzden üşüsem de varlık karşısında çıplak olmaktan vaz geçemiyorum. Buradan bakınca hissedebilmek her şey demek. Tüm duyularım bir körün elleri kadar kulakları kadar hassaslaşsın istiyorum. Belki o zaman güneş nefsime değer de katre reşha olur, umuyorum…

İnsanları dinleyince anlıyorum. Her biri farklı farklı seslerle ve sözlerle aynı hüzünlü nağmeyi tekrar tekrar söylüyor. Herkeste fonda bir tul-i emel ağıdı duyuluyor.

İstiyorum istiyorum istiyorum.

Arzu her birimize çıkaramayacağımız bir biçimde giydirilmiş bir elbise…

Hem ısıtan, hem üşüten.

Neyse ki her yolun bir sonu var…

İyi ki ölüm var, iyi ki takvim yaprakları sonsuz değil….

Arzuların iğnelerini gırtlağımdan ölümle çıkarıyorum. İkinci ferahlık, ikinci nefes ölümden geliyor. Arzularımdan vaz geçemesem de onların beni hayatta tuttuğunu, varlığa tutundurduğunu görebiliyorum. Onlar ağaç olma istidadında birer çekirdek. Dalları çiçekleri meyveleri öbür alemde görülecek. Arzuları ölümün ardına yolluyorum tek tek. Memnun gidiyorlar, yapışmıyorlar artık bana. Ertelemeden şikayetçi değiller. Sadece yok olmak istemiyorlar. Onlara söz veriyorum, “bir gün bir yerde” diyerek, Sadık’ul Vaad isminden meded.

“Bizim de vaktimiz gelecek” diye teselli buluyorlar.

Ölüm bildiğiniz gibi değil, nefesi almıyor, bilakis nefes veriyor…

Ölümün yardımıyla arzularıma şöyle diyorum “Vermek istemeseydi, istemek vermezdi”.

Ne hoş! Böyle ölüm bir hediye paketi gibi oluyor. İçinden ne çıkar, Rahmet-i İlahiden umutla bekliyorum.


* İskender Pala, Kırk Güzeller Çeşmesi

  04.03.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut