İğneler 3

Mona İslam

KİM DEMİŞ ÖZGÜRÜZ DİYE!

BİZE YUTTURULAN zokalardan, iğnelerden biri de “özgürlük” olsa gerek. Özgürlük bu zamanın kızıl elması.Bir asır öncesinde ülkeler, uluslar, topluluklar için düşünülen ve istenen bu kavram artık iyice atomize oldu. Artık bireyin özgürlüğünün karşısına hiçbir güçle çıkamıyoruz. Kadın özgürlüğü, erkek özgürlüğü ve hatta çocukların ve gençlerin özgürlüğü. Kimsenin kimseye nasihat edebildiği, laf dinletebildiği yok şu günlerde. Çocuğunuza bile söz dinletmek için kırk takla atıyorsunuz. Herkesin talep ettiği, yahut kendinde doğal bir hak olarak gördüğü şey özgürlük. Mutlak, sınırsız, kaydı-kuydu yok. Tüm ahlak ilkelerini bir tek özgürlük kelimesiyle çöpe attı modern insan. Çok havalı, hatta uğruna ölünebilir bir modern zaman tanrısı.

Sonraki hafta Suriyeye gidecek bir arkadaşımla buluşmak için plan yapıyorum. Eşime soruyorum, arkadaşım çalışıyor ancak akşam görüşebiliriz, dışarı çıkmak istiyoruz, filanca arkadaşım beni alacak. Kızlar gecesi. İzin mi istiyorum, hayır? İzin almamı beklemeyecek kadar anlayışlı, “özgürlüklere saygılı” bir adam eşim. Haber vermem yeterli. Görünüşe göre özgür bir kadınım. Öyle mi? MAALESEF. Akşam çıkmak sizi sadece eşinizden dolayı sınırlandırmaz ki, bir çocuğunuz varsa onu evde yalnız bırakamazsınız. Babasına rica ediyorum, o akşam erken gelebilir misin? Kıza bakar mısın? Hayır gelemez, toplantısı var. “Peki falan gün çıksak”, “olmaz o gün filan yazarla görüşmem var.” “Peki şu gün”, “o gün de program var unuttun mu?” İnanıyorum bana yardım etmek ister, ama anlıyorum ki o da özgür değil. Bir şey bizi tutuyor ve bize bal gibi kendi programını dayatıyor.

Şikayet mi ediyorum? Ne münasebet, sadece bu kadarcık bir şeyde bile özgür olamadığımızı şaşarak görüyorum. Arkadaşa mesaj atıyorum “ben gelemiyorum” “ Siz bana gelin” Onların da sebepleri var. Hiç birimiz özgür değiliz. Her birimizi bir yerlerden zincirlerle bağlamışlar, ancak zincirlerimizin müsaade ettiği kadar kımıldayabiliyoruz hayatta…

Denir ya “İnsan özgür doğar ama zincirlerle yaşar” diye.

Eskiden engellenmişlik halinde, planlarım bozulduğunda çok öfkelenirdim. Hep plan yaparım, çok azı hariç, tutanını görmedim. Benim gibi güneşin başak evresinde doğmuşlar için plan yapmamak düşünülemez. Ancak öfkelenmiyorum artık, zira öfkemin dayanağını buldum. Ben özgürlük vehmine kapılmıştım. Bir ses bana “sen özgürsün istediğini yapabilirsin” diyordu ve tüm engellemelerden ve engelleyicilerden nefret etmemi sağlıyordu. Bu öfke zamanla içimde birikiyor ve öfke patlamalarına, habbeyi kubbe yapmalara, kızacak yer aramalara varıyordu. Çok uyumlu biriymişim değil mi!?

Özgürlük ve uyum bir arada olmaz!

Kainatta cari olan uyumdur, özgürlük değil. Hiç birimiz, zerreden küreye, bitkiden hayvan ve meleğe, ve dahi insana varana dek süren bir varlık silsilesinde özgür değiliz. Zira özgür olmak için gereken donanıma sahip değiliz. Bu teselli veriyor değil mi? Biz özgür değiliz, ama esarette yalnız da değiliz.

Özgürlüğü mümkün kılan şu şartlardır:

“Kusursuz nakşın ve sağlam bir sanatın muktezası olarak, bizzarure, her bir zerrede Vacib-ül Vücud’un sıfatlarını mevcut farz etmek.

Ortaklığı hiçbir surette kabul etmeyen vücub dairesinde sayısız ortakların varlığını tevehhüm etmek.

Nizam ve intizamın muktezası olarak, bizzarure, her bir zerreyi bütün zerrelere hakim, aynı zamanda da hepsine birden mahkum ve hepsiyle beraber farz etmek.

Tesanüd ve muvaazenenin muktezası olarak, bizzarure, her bir zerrede, her şeyi ihata eden bir şuur ve noksansız bir ilim bulunduğunu farz etmek.” Mesnevi-i Nuriye

Bunları mümkün addediyorsak özgürlük diye birşeyden söz edebiliriz, yoksa gerisi laf-ı güzaf.

Bizi özgürlüğe çağıranların, bizi kaosa çağırdıklarını farkedelim. Kaos özgürlük vehminin dürtmesiyle ve ilk kuralı delmekle başlar. İlk özgürlük kahramanı da Rabbin secde emrine “Hayır!” diyen şeytandır.

Fütuhat Müellifi’nin sözleriyle devam edersek: “Perçemi Rabbinin elindeyken ve Rabbi kendisini sürüklerken, kul nasıl zorlanan ve uyan olmasın ki? Allah ‘hiçbir canlı yoktur ki, Allah onu perçeminden tutmasın. Rabbim dosdoğru yol üzerindedir’(Hud 56) buyurdu. Böylece yücesiyle düşüğüyle bütün hareketliler, kul olarak ve hor bir şekilde bu ayetin hükmüne girer.”

Yine Biz Allah’a dua ederken bizi “nimet verilenlerin yoluna (en’amte aleyhim)” sevk etmesini isteriz. Burada fiil pasif bir kalıpla gelmiş, insanın kabul edici, alıcı olduğu, fail değil münfail bulunduğu açıkça belirtilmiştir. Nimet olsa olsa bu pasif halimizi görmek farketmektir. Yoksa biz farkına varsak da varmasak da öyleyiz. Yolumuzu ister müstakim, ister dallin, ister mağdub yolu olsun biz yürümeyiz. Verili olanlara ancak duamızla sevkediliriz.

Şeyh ekliyor “Arif bu ayeti böyle bir bilinçle okuduğunda, hüviyetinin bilinmezliğinde perçemini Allah’ın eline verir. ‘Geri duran ateşe düşer.’ Bunlar Allah’ın ‘gazap edilenlerin değil’ ayetinde istisana ettikleridir.”

Dileyen düşme özgürlüğünü kullanır, ama düşmek ne kahramanlıktır, ne de insanın fiilidir, kendinizi boşluğa bırakırsınız ve boşlukta düşersiniz, bunun neresi sizin fiiliniz? Nesine sahip çıkabilir, nesiyle övünebilirsiniz. Ancak olsa olsa kusurunuz, kabahatiniz. Ancak şurası kesindir ki Allah üç yol seçmiş ve üç yola sevki de kendine münhasır kılmıştır. Tüm fiiller Allah’ındır. İnsanın fiilden payı hiçtir.

İnsanın sadece duası vardır. Bu yüzden duası da yoksa, onun bir ehemmiyeti de yoktur…

İnsanın üzerinde tecelli eden cüz-i irade Allah’ın Mürid isminin bir yansımasıdır. O güneşcik bu Güneş’e aittir. Ancak O’nunla irtibatı varsa parıldayabilir. Biz ancak Rabbimizin bize sunduğu sınırlı seçenekler içinden seçeriz. Bunlara günahları da dahil ederek düşünmeliyiz. Zira onlar da verili ama yanlış seçeneklerdir. Biz testte olmayan bir seçeneği işaretliyor değiliz. Her seçimimizin sonuçları da planlanmıştır, yaratılmıştır. Böylece hangi yolu izlersek izleyelim bilinen bir patikada yol alırız. Seçeneklerimiz bir ağacın gövdesinden çıkan dallar miktarınca çok dahi olsa ağacı terk etme hakkına sahip değiliz. Mümkün olanlar arasından seçeriz.Yahut seçmeyiz,”hiçbiri” şıkkını işaretleriz, unuturuz ki seçmemek de bir seçimdir. Seçimimizi de özgürlük sanırız. Oysa O vermese onu da seçemezdik. Bu da şeytanın özgürlük şövalyeliğinin ne denli gülünç olduğunu ortaya koyar. O sadece verili şıklardan yanlış olanı işaretlemiştir. Bununla da ahmakça böbürlenmektedir. Tüm özgürlük tapıcıları gibi…

Biz kuluz. Kulluk kavramı özgürlük kavramıyla taban tabana zıttır. Özgürlük alemde ancak ve ancak bir Zat için geçerli bir hakikattir, O da Allah’tır, ki O Faalun Lima Yurid’dir. Biz Onun dahi “Kendine Rahmeti yazdı”, “Kudretini Hikmeti ile sınırladı”, “Sözünde sadıktır, Allah ahdi bozmaz” cümleleriyle Mutlak Özgürlük kullanmadığını görüyoruz. Allah dahi “keyfe ma yeşa” hareket etmiyor. O kendini yine kendiyle, isimleriyle sınırlıyor. Zaten Onu sınırlayacak başka bir şey yoktur. Biz de O Aziz’in kullarıyız. İzzetimiz, şerefimiz yeni zamanların bize yutturduğu gibi kendi ayaklarımızın üzerinde durmada, yahut özgür olmada değil, ona kul olmadadır. Her hücremiz, her latifemiz göbek bağıyla annesine bağlı cenin gibi O’na bağlı. Onsuz kımıldayamayız, var dahi olamayız.

Zira Varlık O’dur. Siz hiç gölgenin sahibinden bağımsız hareket edebildiğini gördünüz mü?

Böylece gırtlağıma takılı ızdırap veren iğnelerden birini daha çıkarıyorum.İnsan için mutluluk ve ferah bir nefes ancak varoluş hakikatini kabul etmekle mümkün, ve bu özgürlük içermiyor. Özgürlüğü fırlatıp atıyorum ademistana, onun sevdasını nefislere üfürenin memleketine.

Al senin olsun özgürlük, tepe tepe kullan! Şayet öyle bir şey varsa.

Ben diliyorum ki, esaretim cemalin ve hikmetin gözesi Yusuf’un esareti gibi meyvedar olsun.

  06.03.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut