*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın Risale-i Nur'dan aldıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Şahsî Fazilet, İçtimaî Kusur

RİSALE-İ NUR müellifinin Sultan Abdülhamid karşısında sergilediği tavır, zahirî nazarlar için çelişkiler, ama hakikat-ı halde manidar incelikler yüklüdür. O, Abdülhamid için ‘şefkatli sultan’ ve ‘velî padişah’ ifadelerini de kullanır; onun ‘sâbık içtimaî kusurat’ından söz ederek, "Otuz sene halife olan zât, menfi siyaset namına istifade edildi zannıyla, şeriata gelen zararı gördünüz" de der.

Aynı insan hakkında bu iki zıt hükmün içerdiği dengeli duruşu farketmeyenler için, Said Nursî ile Abdülhamid arasındaki ilişkinin izahı her zaman zor olmuştur. Kimileri, terazinin yalnızca ilk kefesini görmüş; bu yüzden de onun ‘velî’ dediği bir insana matbuat lisanıyla yönelttiği sert ikazlara bir türlü anlam veremeyip, tevil cihetine gitmiştir. Kimileri, terazinin yalnızca ilk kefesini görmüş; bu yüzden, Abdülhamid’i her cihetten yerme gibi bir tefrite duçar olmuştur.

Oysa, Said Nursî’nin Abdülhamid hakkındaki duruşunu rahatlıkla anlamak; ve de o duruştan başkaca durumlara ve insanlara uyarlanabilir bir hakikat dersi çıkarmak mümkündür. Bunun için ise, hususan şu üç ifadenin üzerinde durulması gerekir: ‘şefkatli sultan,’ ‘velî padişah,’ ‘sâbık içtimaî kusurat.’

Bu üç ifadeden ilki, Abdülhamid’in şahsına, üçüncüsü ise umumî icraatına bakmaktadıróki, ‘sâbık içtimaî kusurat’ın en büyüğü, şeriata o büyük zararı getiren, istibdadıdır.

Bu ikili tahlil içinde, şu rahatlıkla söylenebilir: Said Nursî, insan olarak Abdülhamid’in velayet makamında olduğunu düşünmekte ve onu ‘şefkatli’ bir insan olarak bulmaktadır. Ama, "Madem velîdir, ne yaparsa doğrudur" gibi bir toptancılığa da düşmemektedir. Abdülhamid velîdir, ama belki din namına giriştiği istibdad ‘içtimaî bir kusur’dur; dine büyük zarar vermiştir.

Manidar olan husus, Said Nursî’nin bir toptancılıktan kaçarken, bir başka toptancılığa da düşmemesidir. "Sonuçları bu kadar fecî bir içtimaî kusurun sahibi, velî de olmaz" dememesidir.

Onun hüküm terazisi, adaletli bir terazidir. Gerçekten mizanlıdır, ayarı sağlamdır, dengelidir. Denge halinin bir kefesinde Abdülhamid’in ‘şahsî fazilet’i, öbür tarafında ‘içtimaî kusurat’ı durmaktadır.

Bediüzzaman’ın bu ikili ve adil tahlili, hakkında hüküm verme ve hatta tavır alma durumunda olduğumuz gelmiş geçmiş herkes için de uygulanabilir bir mahiyet arzeder. Özellikle şu an yaşıyor olan bazı insanlar için bu adaletli terazinin kullanılması, kendi yolumuzu doğru çizmek açısından acil bir ihtiyaç olarak önümüzde durmaktadır.

Bugün, din namına ortada olan bazı insanlar bulunmaktadır. Bu insanlar, şahısları itibarıyla, son derece faziletli, müttaki insanlardır. Ki, şeriatın ve sünnet-i seniyyenin en küçük bir adabını dahi kendi hayatlarına taşıma konusunda son derece dikkatli davranmaktadırlar. Ama şahsı itibarıyla bu kadar faziletli olan bu insanların, öte yandan, içtimaî planda sergiledikleri tavır, şeriat ve sünnet-i seniyyenin mizanlarıyla ciddi tenakuzlar da taşımakta; hatta bazan ‘ruhsat’ sınırını aşan uygulamaların da onların sevkiyle işlendiğine şahit olunmaktadır.

Bu durumda, ehl-i dinin, ciddi bir kafa karışıklığı yaşadığını görüyorum. Bir kısmı, terazinin bir kefesini tutmakta; ilgili şahsın veya şahısların ‘şahsî fazilet’ini ‘içtimaî kusur’suzluğunu ileri sürmenin gerekçesi kılmaktadır. Bir başka kısmı ise, ilgili şahsın veya şahısların ‘içtimaî kusur’unu, ‘şahsî fazilet’ini de görmezden gelme, inkâr etme ve şahsı büsbütün tezyif etme vesilesi kılmaktadır.

Bu iki hal de, dengeden ve adalet mahrumdur ve Said Nursî’nin Abdülhamid karşısında sergilediği mizanlı, insaflı ve adaletli tavra hiç mi hiç uymamaktadır. Aslolan ve de adil olan, ilgili şahsın veya şahısların hem ‘şahsî fazilet’ini, hem ‘içtimaî kusur’unu beraberce görmek; bunlardan birini, diğerini sıfırlama gerekçesi kılmamaktır.

Bu bakımdan, meselâ ben, dağ gibi büyük şahsî kusurlarım olmakla birlikte, içtimaî duruş itibarıyla, şahsı faziletli bazı insanlardan daha müstakim kalabildiğimi görüyor; o yüzden, şahsının faziletini asla tartışma konusu etmeksizin, ilgili şahsın ‘içtimaî duruş’unun ‘kusur,’ hatta dine ciddi zararlar verdiren bir kusur olduğunu söyleme hakkımı bâki tutuyorum. Bir insan, velî de olsa, hatta kutb-u âzam da olsa; bunun, onun ‘içtimaî kusur’larının peşine düşme gerekçesi olmadığını, olmayacağını ve olmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu yüzden, birçok ehl-i dinin, hatta Risale-i Nur dairesi içindeki birçok insanın ‘mizan’ın bu kefesini atladığını görüyorum. Aynı şekilde, başka bazılarının, hatta Risale-i Nur dairesi içindeki birçok insanın, tam aksine, ‘içtimaî kusur’u öne çıkarıp faziletli şahısların şahsını tezyife kalkışabildiklerini de görüyorum.

Eminim, iki taraf da hata ediyor.

Ehl-i imanın, kusurların asgarîye indiği bir zeminde hareket edebilmesi için ise, zannımca, Said Nursî’nin Abdülhamid’i tartmak için kullandığı teraziyi hepimizin edinmesi gerekiyor.

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut