*Bu sayfa, sitemize gelen, sitemizdeki ana sayfaların formatına denk düşmediği için bu sayfalarda değerlendirmediğimiz, ancak paylaşmaya değer bulduğumuz yazıların sunulduğu bir havuz olarak tasarlanmıştır.

 Tesir-i Hakîki– 2

“İzzet ve azamet ister ki ;
Sebepler, perdedar-ı dest-i kudret
(Kudretinin önünde perde) olsun aklın nazarında.
Tevhid ve celal de ister ki;
Sebepler, çeksinler ellerini tesir-i hakikiden.”
Bediüzzaman


DOKTORUN HASTALARDAN farkı, hastalıkların bilimsel bağlantılarıyla daha yoğun uğraşıyor olmasıydı. İlim maluma tabiydi fakat, malum ilme tabi değildi. Olaylar nasıl olacaksa, öylece gerçekleşiyordu. Evet, hastalıklar sebeplerin altında gözleniyordu. Hayat ise, ancak hastalıkların dürbünüyle bakıldığında bilinir hale geliyordu. O nedenle de, hiç hastalanmayan ve meşakkat nedir bilmeyen bir insanın sonsuz hayata dair bir önermesi de olmuyordu.

Nasıl ki hastalıklar hayatın yücelmesine ve sonsuzlaşmasına vesile oluyorsa, sebepler de öylece hizmet ediyordu olayların seyrine. Sebepler hizmetkardılar. Tesir-i hakikiden nasipleri ancak bu kadardı. Aklın devreye girdiği olgularda vardılar. Görünürdeydiler. Maddenin yoğun tabakalarına serpiştirilmişlerdi. Maddeden ilime, ilimden manaya geçildikçe, etki alanları bitiyordu. Her olgunun iç yüzünde, özünde ve manasında sebeplere dair ufacık bir gerçek hisse bulunmuyordu. Madde küçülüp inceldikçe, derin seviyelere inildikçe silikleşiyordu. Madde, maddelikten çıkarak sebep-sonuç ilişkileri bitiyor ve yerini enerji değiş tokuşlarına bırakıyordu. Maddeden ilime geçildikçe, sebep sonuç zincirinin kırıldığı net olarak fark ediliyordu. Bu durum, “Doğrudan Yaratılma ” nın ta kendisiydi. Sebepten sonuca doğru gözlediğimiz oluşlar, an be an, bir yaratılma haliydi...

Sebepler, aklın nazarında iş görüyorlardı. Zira sebepsiz bir sonuç, aklın tahammül edemeyeceği bir durumdu. Ancak, sebeplerin gerçekte bir tesirleri yoktu. Sonucun sebepten sonra oluşu, sebeplerin sonuçları yaptığını göstermiyordu. Yaratıcı, sonuçları doğrudan doğruya sebeplerle birlikte yaratıyordu. Hem sebep hem de sonuç birlikte ve ‘Tek’ bir elden yapılıyordu.

Sebepler, anlık tepkilerimize yarenlik ediyorlardı. Haksız şikayetlerimize ve batıl itirazlarımıza tercüman oluyorlardı. Celal sahibi Yaratıcı’nın her şeyden pak ve müberra olan icraatlarına doğrudan yönelebilecek itirazlardan, bizi hayattan derhal tard edip uzaklaştıracak feci akibetlerden kurtarıyorlardı. Allah’ın bize mühlet vermesinin adıydı sebepler...

Sebepler ile sonuçlar arasındaki ilişkiler ise, sırf insan için, onun paha biçemediği ebedi hayatına dair çok önemli ipuçları sunmak için vardılar. Bu hayatı Veren’ in adına.. Yaratıcının, sonuçları sebeplere bağlamasının sayısız hikmetleri vardı. Bunlardan en önemlisi de, kendi hayatımıza dair olanlardı. Böylelikle, karşılaştığımız olguları ‘kıyaslıyorduk’ ve ‘fark’ ediyorduk. Evren bizim için zamanlaştırılıyordu.

Yani sorun, sebeplerin varlığında değildi. Fahiş bir hatayla, tesir sahibiymişler gibi değerlendirilmelerindeydi.

Bu duygularla, neticesi sevimli manalarla birlikte yürüyerek koridordan geçti ve poliklinik masasına oturdu. Şimdi, önündeki poliklinik defterini inceliyordu. Her türden insana dair değişik problemler kayıtlıydı defterde:

Küçük Ayşe, bütün gece sayıklamış, nazenin vücudu ateşler içinde yanmıştı. Anne ve babası ne yaptılarsa ateşini düşürememişlerdi. Sabahı zor etmişler, çocuğu apar topar acile getirmişlerdi. İlk müdahalesi yapılan hastanın, şu an genel durumu gayet iyiydi..

Hulusi bey, emekli olduktan sonra tanışmıştı şeker hastalığıyla. Doktoru, ilaçlarını ölene dek kullanması gerektiğini söylemişti. O sabah, azalan ilaçlarını yazdırmak için hastanenin yolunu tutmuştu. Kayıt olan hastanın şeker ilaçları reçete edildi..

Çevre yolunda, karşıt yönden gelen kamyon ile bir minibüs çarpışmıştı. Kazazedeleri, sağlık ekipleriyle, çevreden yetişen vatandaşlar hastaneye getirmişlerdi. İlk belirlemelere göre, kamyon şoförü ve iki yolcu ‘eks duhul’ dü. Acil poliklinik defterine kaydedildiler. Yaralıların tedavileri başlatıldı..

İntihara teşebbüs ettiğini, yanında buldukları boş ilaç kutusundan anlamışlardı. Hala yaşadığı için, hemen hastaneye getirmişlerdi. Yakınlarının verdiği anamneze göre hastanın midesi yıkandı. Hastalığın hikayesi poliklinik defterine kaydedilerek müşahedeye alındı..

Poliklinik defterinin kayıtları, böylece uzayıp gidiyordu..

Bu arada, daha önce hiç fark etmediği bir ayrıntı daha dikkatini çekti doktorun. İnsanlar, poliklinik defterine kayıt oldukları için hastalanıyor değillerdi. Aksine, hasta oldukları için kayıt oluyorlardı. İsteyerek gelen de kaydoluyordu bu deftere, istemeyerek gelen de. Her poliklinik defteri, kaderin küçük bir cüzüydü..

Sebeplerle hastalık arasında, görünürde bir ilişki vardı. Ancak, hastalık ile hayat arasında, bunlardan çok öte bir ‘bağlantı’ gözleniyordu. Hayat ile kader arasındaysa, bu ‘öte bağlantı’ nın izdüşümleri ve ayak izleri bulunuyordu. Dahası kader, zamanla direkt alakalı bir mefhum değildi. Bütün zamanları içine alan, adeta zamanlar üstü bir mahiyetle kuşatıyordu hayatı. Kader okyanusunda yüzen gemiler gibiydik..

Velhasıl kader yazılıydı, yazılırdı, yazılıyordu. İşte burada, sebeplerin tesir-i hakikiden yana bir hisseleri bulunmuyordu. Hayatın göründüğü her yerde, onu güdecek bir kader muhakkak tahakkuk ediyordu. Zira hayatın fışkırması, kaderin şiddetiyle oluyordu. Hayat, sebepsiz olarak vardı ama kadersiz bir hayat mümkün değildi..

Oksijen bulunmayan bir ortama direncimiz bir-kaç dakikadan fazla sürmezken, susuzluğa karşı, bir-kaç gün süreyle dayanabiliyorduk. Açlığa ise, bundan çok daha fazla bir süre tahammül ediyorduk. Madde yoğunluğundan arındıkça, küçülüp inceldikçe, bizim ona olan ihtiyacımız tersine şiddetleniyordu. Bir şeyin kütlesel yoğunluğu azaldıkça, ona olan bağımlılığımızın dozu artarak zirveye çıkıyordu. Olmazsa olmaz bir hal alıyordu. Kaderden hayata, ve oradan da sebeplere doğru bir sarmalanma vardı. Olgu maddeleştikçe, onun hayattan nasibi de azalıyordu.

Hayat ve kader, ayrılmaz ikiliydi..

Doktor artık kader meselesini düşünüyordu..

  23.05.2002

© 2021 karakalem.net, Aykut Tanrıkulu




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut