Aşçı

HİKMET HANIM Demir’ in ağlamasına çok şaşırmıştı. Demir’le konuşurken kendinden çok emindi ama yavaş yavaş pişman oluyordu. Çünkü adamın acılarının bu kadar derin olabileceğini de, böyle aşırı bir tepkiyle karşılaşacağını da hiç ummamıştı. “Yavrum, acıları ne kadar da derinmiş, nasıl da ağladı” diye içinden söylendi.

Kaç saattir Demir’in o garip ağlama sesi kulağında yankılanıyor, yankılandıkça tizleşiyordu. Bu sesi unutmak için iki de bir çeşmeyi açıyordu ama çeşmeyi kapattıktan sonra ses yine geri geliyordu. Pişmanlığı giderek artıyordu. “O derin yerleri eşelemem bakalım nelere sebep olacak? Kendimi tutsa mıydım acaba? Adam bu hastalığı yıllardır çekiyor zaten, benim ona anlattıklarımı kim bilir kaç sefer düşünmüştür. Onun içini yakan acıları sessizlikten çıkarıp yüzüne haykırmış oldum. İyi mi ettim kötü mü…” diye geçiriyordu.

Diğer yandan içinden başka bir ses iyi yaptığını söylüyordu. Etrafındaki herkes acılarını hatırlatmamak için Demir’le çok ilgileniyordu. Yemeğini yediren ve cihaz yardımıyla konuşmasını sağlayan Suzan idi. Demir’i bahçeye çıkarma, gezdirme, isterse onunla film seyretme veya ona kitap okuma görevlerini de yine Suzan üstlenmişti. El ve ayaklarında çok az çalışan kaslar da fonksiyonunu yitirmesin diye iki gün arayla egzersize gelen bir terapist vardı. Onu yatağa yatırma ve dışarıda bir yere gitmek istediğinde arabaya taşıma görevini yapan, hem ona itaat eden, hem de bazı ölçüler dahilinde arkadaşlık etmeye çalışan bahçıvan ve şoförün tutumları da çok güzeldi. Cumartesi günleri banyosunu yaptırmakla görevli iki erkek hasta bakıcı da gerektiğinde çağırılıp ona serum takıyorlardı. Bu insanların hepsi Demir’le neredeyse annesi imiş gibi ilgileniyor, hiç kimse ona hasta olduğunu belli etmiyordu. Çünkü çalışmaya başlamadan önce Toprak Bey bütün çalışanlarla bu konuyu konuşuyordu. Eğer Demir’e yeteri kadar şefkatli davranamayacağını düşündüğü biri olursa işe almıyordu. Hikmet Hanım’la da konuşmuştu. Demir’e saygılı olmalarını öğütlüyor ama ona sıcak tavırlar ile yaklaşmalarını özellikle istiyordu.

Demir’in etrafındaki ilgi bu garip ilgi çemberini düşündü Hikmet Hanım. Aslında takdire değer bir durumdu ama onunla ne kadar ilgilenirlerse ilgilensinler hastalığını unutturamayacakları da belliydi. Halbuki Toprak Bey’in bu hastalığı unutmaya ve unutturmaya çalışır bir hali vardı. Demir’in, hastalığı yüzünden yapamadığı gündelik işlerin aksamaması için Toprak Bey’in gösterdiği bu itina ve titizlik ne iyiydi. Ama Demir’e çok iyi bakılan bir hasta olduğunu hissettirmekten çok, sağlıklı insanlarla arasındaki farkı hatırlatmamak ve hastalığının büyüklüğünü örtmek için gösteriliyor gibiydi. Evde hasta ve hastalık kelimesinin yasaklanması da Hikmet Hanım’ın bu düşüncesini doğruluyordu.

Bu adamın her bir işini çabucak hallettikleri gibi, onu sürekli meşgul etmeye de çalışıyorlardı. Suzan rahatsızlandığında veya kendi ailesinin yanında gitmesi gerektiğinde bile, günde iki saat Demir’e kitap okumakla ve diğer işlerle görevli yedekte birkaç kişi vardı. Evet, onu bu denli meşgul etmeye çalışmaları, hastalığı hakkında derin düşüncelere dalmasını önlemek için olmalı diye düşündü Hikmet Hanım.

“İyi de, ne kadar ilgi ne kadar özen gösterirlerse göstersinler Demir’in hasta olduğunu telaffuz etmekten bu denli kaçmaları doğru değil. Herkesin bildiği bir şeyi herkesten saklamak gibi saçma bir şey yapıyorlar.” diye düşündü. “Hastalık lafı etmemeleri, Demir’in acılarını söndürüyor mu sanki? Hastalığın Demir’e ne hissettirdiğinden hiç kimsenin söz etmiyor olması, sürekli bu konudan kaçmaları adamın hislerini yok saymak gibi bir şey. Hislerini yok saymaları, Demir’i hislerini gizlemeye itiyor olmalı. Hislerini kimseye açamayınca o acıların içinde boğuluyor olmalı. Ben onun hislerinden biraz bahsedince bu denli ağlamasının sebebi bu. Hayır hayır, onu hastalığıyla yüzleştirmem iyi oldu. Belki ağladı ama açıldı yavrum. Ben herkes gibi, içinde yaşadığı hastalığı ondan saklamaya çalışmayacağım.”

Çeşmeyi açtı patatesleri yıkamaya başladı. Başını kaldırıp tam karşıdaki ceviz ağacına baktı. Sonbaharın da sonu gelmişti artık. Her şey bir sona doğru akıp gidiyordu. Ben de bu bacak ağrılarıyla sonbaharı yaşayan bir dünyadan farksızım diye düşündü. Sonbahar insanı hele de yaşlıysa daha bir hüzünlendiriyordu.

O sırada bahçıvan Mesut’u gördü. Sonbaharda bu adamın işleri de iyice azalmıştır diye düşündü. Her şey kurumaya başladı, ne budanacak doğru dürüst bir şey kaldı ne de bakımı yapılacak çiçek.

Kafasını aşağı eğdi, yıkadığı patatesleri tezgaha koydu. Çeşmeyi kapattı. O sırada Mesut camın önünde belirdi. Hikmet Hanıma bakıyordu, sanki bir şey diyecek gibiydi. Kadın pencereyi açıvereyim bari diye düşündü. Ve açtı. “Buyur, bir şey mi diyeceksin?”

Adam fısıldar gibi konuşmaya başladı. Bir yandan da etrafı gözlüyordu. Konuştuklarının duyulmasını istemiyor gibiydi.

“Affınıza sığınarak size bir şeyler söylemek istiyorum”

“Buyrun Mesut Efendi”

“Bakın Hikmet Hanım Demir’in ağladığını burada çalıştığım on sene içinde bir defa bile görmedim. Lütfen dikkat edin, Suzan Hanımefendi Demir’e kısa ömürlü bahar çiçekleri gibi davranır, tahmin edemeyeceğiniz kadar üstüne titrer. Babası Toprak Bey ise yoğun iş trafiğine rağmen her gün Demir’le en az bir saat ilgilenir. Ona hasta değilmiş gibi davranır. O gün işte ne yaptığını bile bir bir anlatır. Hatta işleri konusunda ondan fikir alır. Sağlıklı bir insanla paylaştığı her şeyi Demir’le de paylaşır, sanki onun hastalığı hiç önemli değilmiş gibi ilginç bir tavır sergiler. Demir’in hasta olduğunu hatırlatanlara ise ateş püskürür. Lütfen dikkat edin. Demir’i üzdüğünüzü düşünürlerse sizi işten çıkarırlar.”

“Sağol Mesut Efendi, söylediklerini dikkate alırım inşallah”

Hikmet Hanım başka bir şey söylemeden pencereyi kapattı. Çünkü adam çok tedirgin konuşuyordu ve hemen gitmek istiyor gibiydi. Zaten pencereyi kapatır kapatmazn oradan uzaklaştı.

Hikmet Hanım, bu olay herkesin çok dikkatini çekmiş diye düşündü. Mesut’un söyledikleri onu tedirgin etti. Bu işe ihtiyacı vardı. Eğer kovulursa yeni bir iş bulması en az iki ayını alırdı. Üstelik çok tecrübeli bir aşçı da değildi. Daha önce toplam 8 ay olmak üzere sadece iki yerde aşçılık yapmıştı. Toprak Bey’in kendisini aşçılık deneyiminden dolayı değil, Demir’e sıcak davranacak biri olduğu için işe aldığını anlamıştı zaten. Ama işe alındıktan iki hafta sonra Demir’i ağlatmış olması oldukça kötü bir izlenim olmuştu. Bir an yaşlı ve romatizmalı haliyle döne döne iş aradığı günleri hatırladı. “Hayır, inşallah bu olmaz, inşallah kovulmam” dedi içinden. Ama korkuyordu.

O sırada kapı çaldı. Gelenin kim olduğunu görmek için geriye döndü. İçeri giren Suzan’dı. Demir ağladığı zaman “Ne yaptığını sanıyorsun?” diye sormuştu kendisine. Hikmet Hanım o zaman Suzan’ın kızdığını anlamıştı. Üstelik Mesut da Suzan’ın Demir’in üzerine ne kadar düştüğünü anlatmıştı az önce. Acaba ne söyleyecek şimdi bana diye düşündü…

  15.12.2005

© 2021 karakalem.net, Mevlude Meriç




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut