Kertenkele Çukuru: Milliyetçilik, Dünyevileşme, Kemalizm
önceki kitap sonraki kitap

Çağdaş Sorunlar Dizisi

Kertenkele Çukuru, adını bir hadisten alıyor. Ümmetini yanlışa sapma konusunda ikaz eden Hz. Peygamber, bu hadisinde “...öyle ki, onlar bir zehirli kertenkele çukuruna girseler, siz yine onların peşinden gideceksiniz.” diyor. Peki Müslümanların, Hz. Peygamberin ikaz ettiği duruma düşmemek için ne yapması icap ediyor? Metin Karabaşoğlu’nun yazı serüveninin ilk kitaplarından olan Kertenkele Çukuru işte bu sorunun cevabını araştırıyor ve bu esnada karşısına üç önemli imtihan konusu çıkıyor: Milliyetçilik, Dünyevîleşme ve Kemalizm...


 Format: 160 syf.. baskı (2017)13,5 x 21 cm.

19,00   -%3013,30


Önsöz

İkinci baskıya önsöz

I . MİLLİYETÇİLİK

‘Sen’li, ‘Ben’li Bir Yolculuk

Ne Mutlu İnsanım Diyene

Milliyetçiliğin Alfabesi

II. DÜNYEVÎLEŞME

Para Aynasında Toplum

III. KEMALİZM

A’dan Z’ye Kemalizm

EKLER

Ek-I: Tek Parti Devrinden Bir İbret Kitabı

Ek-II: Mustafa Kemal Neden Milliyetçiydi?

Ek-III: Materyalist İktisat Neyi Öğretiyor?

KİTÂBİYAT

Bu kitabın PDF formatındaki ilk sayfalarına, buradan ulaşabilirsiniz.


Önsöz

EKSİLERİN ARTILARI, yanlışların doğruları izlediği bir keşmekeşin ortasındayız. Güzel ile çirkin, iyi ile kötü, hayır ile şer, gerçek ile yalan arasında insanlık tarihi boyunca yaşanan büyük mücadele bugün bütün hızıyla sürüyor. Dış dünyadan dünyamıza güzellikler kadar, zıddı da taşınıyor. Yolumuzu aydınlatan fikirler kadar zehirli düşünce oklarına da muhatap oluyoruz. Etrafımızda bin bir güzellik kadar, gizli-açık engebeler ve çukurlar da mevcut.

Böylesi bir hengâmda hızımızı kesen, bize duraksamalar, alçalıp yükselmeler, gelgitler yaşatan ilâve bir durum daha sözkonusu. Gözümüz önündeki dünyada, gerçekten artılar ve eksiler de olsa, hiçbir eksi “Ben eksiyim” demiyor. En felâketli ideolojiler bile güzellik postuna bürünüyor. En yanıltıcı hayat tarzı bile, kendini ‘ideal model’ olarak sunuyor. Bu ortamda, gerçek doğru ile sahtesini; gerçek güzel ile güzellik kisvesine bürünmüş olan başkaca şeyleri ayırmak, biraz gayret istiyor. Hem de daimî bir gayret!

Kertenkele Çukuru, yaşadığımız bu ortamın tam ortasında yaşanan kimi muhasebelerin peşisıra doğdu. Bizler de iniş çıkışlar, bizler de gelgitler yaşadık ve elbette şimdi de yaşamıyor değiliz. O gelgitlerin davet ettiği sorgulamalar, bizi meselenin odak noktasını bulma çabasına götürdü; ve öylece, karşımıza bir ‘üçleme’ çıkıverdi. Elbette meseleyi tümüyle tesbit edip, mutlak bir çıkış yolu sunuyor değiliz. Ama Kertenkele Çukuru birçok şahsî gözlemin de eşliğinde, kimi ipuçları sunuyor olsa gerektir.

Bir kitap, hiçbir zaman, gerçek anlamıyla yazarının değildir. Ne bu hayatı, ne aklımızı ve kalbimizi, ne de akıl ve kalbimizi aydınlatan ilahî rehberi kendimiz bulduk. O yüzden, kitapta yer alan hakikatli noktaların öncelikle bizi bu hal üzere yaratan Rabbimize yönelik bir şükrün konusu olduğu düşüncesindeyiz. Şükrü gerektiren diğer bir husus daha var: Bu kitabın gerek düşünme, gerek malzeme toplama, gerek yazma safhasında birçok sevgili arkadaşımın yardımı oldu. Özellikle İzzet Akyol, Senai Demirci ve Murat Çiftkaya’nın katkılarını belirtmeden geçemeyeceğim. Hepsine teşekkürler.

METİN KARABAŞOĞLU
Mayıs, 1992


İkinci baskıya önsöz

YIL 1988 İDİ VE KENDİMİZİ ‘genç’ olarak hissettiğimiz günlerdi. Bir akşam vakti, gençlik döneminin hayat boyu anılan o meşhur ‘yemek sohbetleri’nden birini yaşıyorduk. Aynı mekânı paylaşan birkaç arkadaştık; sohbet uzamış, sonraki saatleri de kuşatmıştı. Sohbetimiz, ‘Kemalizmin restorasyonu’ olarak özetlenen 12 Eylül’ün ektiği tohumların henüz filiz vermeye başladığı o günlerde, üç büyük tehlikenin kapıda olduğu hususu üzerinde düğümleniyordu. Gelecek günler, ehl-i imanın, üç ciddi fitneye maruz kalacağı günlerdi. ‘Kurt gövdenin içine girmiş’e benziyordu ve ehl-i dinin işi hayli zor olacaktı.

O gün konuştuklarımızı, hâlâ daha hüzünle hatırlıyorum. Bir gönül beraberliğinin semeresi olan ‘feraset’imiz, umumî akışı tersine çevirme noktasında pek işe yaramış olmasa bile, en azından bizi ve bazı gönül dostlarını bir nebze o hengâmeden çekip kurtardığı için, beni hâlâ daha şükre sevkediyor. Kemalizmin sorgulanıyor ve sarsılıyor gözüktüğü o dönemde, ilerleyen yıllarda onun yeniden güç kazanacağı gibi bir öngörümüz olmuştu. Sebebi ise, artık insanların müthiş bir ‘dünyevîleşme’nin ardına düşmesi, ehl-i dinin bile bu sürece seve seve katılması idi. Artık, ehl-i dinin de ‘rejimin nimetleri’nden istifadeyle, dünyevîleşmenin karşısında değil, yanında yer alacağı gibi bir endişemiz vardı. Keza, milliyetçiliği ok, Türkçülüğü şiar edinen bir ideolojinin meyvesi ve antitezi olan Kürtçülüğün PKK ile kazandığı yeni ve tehlikeli boyutun, milliyetçiliği—gerek Türkçülük, gerek Kürtçülük suretinde—daha da tırmandıracağını öngörmüştük.

Bu durumda ne yapılabilirdi?

Yapılması gereken ilk şeyi yapmaya çalıştık, ve kendimizi bu fitnelerden uzak tutmaya gayret ettik. İkinci adımda, dilimizin döndüğü kadarıyla, bu üç meseleye dikkatleri çekip bir çıkış yolu sunmaya azmettik. Nitekim, ‘esma-i hüsna’dan ‘âhiret’e, ‘ubudiyet’ten Kur’ân’ın Kelâmullah oluşuna uzanan bir dizi imanî çalışmayla beslenen o güzelim yılın son döneminde, ardı ardına, ‘mahşerin üç atlısı’na dair üç kapsamlı dosya hazırladık. Köprü dergisinin 1988 yılını bilenler, bu üçlemeyi hemencecik hatırlayacaklardır.

Ne var ki, tüm bu yazıların dili biraz ‘örtülü’ olma durumundaydı. Bunun ise, birden fazla sebebi vardı. İlki, ‘dışa dönük’ kalan gözlemlerin, deyim yerindeyse ‘gırtlaktan aşağı gitmeyişi’ idi. İnsan kendi hayatını da sorgulamaya açmadıkça, yazılanlar kuru aklî tahliller düzeyinde kalıyor, kalblerde makes bulmuyordu. Bu bakımdan, ‘birinci tekil şahıs’ olarak yazdık ve kendimizi hariçte tutmamaya gayret ettik. Bu ise, böylesi tahlillerin genel üslubuna aykırı idi. Ne ‘yüksekten bakan’ bir tavır vardı; ne de yığınla teknik terim ve dipnot. Bu, sanırım, kimilerini, şu küçük kitapçığı okumadan hafifsemeye itti.

Diğer taraftan, özellikle milliyetçilik, ‘mukaddesatçılık’ ekini hâlâ muhafaza ettiği o günlerde, birçok ehl-i din için dahi ‘sorgulanamaz’lar arasındaydı. Bizim ise, ‘pire’yle işimiz vardı, yorganla değil. En son söylenmesi gereken, en son söylenmeli; zihinler, adım adım bir sorgulamaya davet edilmeliydi. Bu yüzden, özellikle ilk bölümde konunun çok ‘yayılmış’ biçimde ve ‘örtülü’ biçimde ele alındığı görülecektir. Bile bile böyle yapılmıştır—ki, bu ‘ön adım’ın, sonraki yıllarda çok daha açık ve keskin tahlillere zemin hazırladığını, diğer çalışmalarımızı takip edenler rahatlıkla görebilirler.

Özellikle üçüncü bölümde, 58l6 sayılı kanunu gözönünde tutmamız gerekiyordu—ki, bu zorunluluk, hâlâ daha var. Ayrıca, yaygın olan tavra uyup Mustafa Kemal’in şahsını değil; aksine, Kemalizmi sorgulamayı esas tuttuk. Bu ise, bir şahısla başlayıp biten ‘kolaycı’ ve nefse hoş gelen bir tahlili değil; Kemalizmin öncesini ve—kendi hayatımız dahil—bugünü de sorgulamayı gerektirdi. Nefislerimizin, ucu kendine de dokunan bir sorgulamadan pek hoşnut olmadığı ise, erbabının mâlûmu!

Zaten, konuyu başkalarına ihale eden; kendi dünyalarımızdaki yansımalarını ise hiç mi hiç araştırmayan bir yaklaşıma oldum olası ısınabilmiş değilim.

Sonuçta ortaya çıkan, üç zor ve ‘belâlı’ konuyu birinci tekil şahıs anlatımıyla ve bir deneme sıcaklığında tahlil eden çalışmalardı. Sanırım, bu yazılar, okuyanlar için semereli oldu; ama ‘süreli’ her yayın için geçerli olan risk onların da başına geldi. Derginin yeni sayıları birer birer çıkarken, o yazılar ‘geçmişte’ kalıverdi.

Bu ‘üçleme’nin bir kitap kalıbına girişi, işte bu sebebe dayanıyor. Sözünü ettiğimiz fitne gitgide alevlenirken, ‘eski sayı’ diyerek unutulma riski olmayan bir kitapçık suretinde, aynı konuyu dile getirmeyi sürdürelim istedik. Yüreğimizde bu isteğin deprendiği günler ise, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtu vesselâmın hayatına dair yoğun bir okuma çabasına girdiğimiz günlerdi. İşte bu vesileyle öğrendiğimiz, âhir zamana dair bir hadis, kitabımızın başlığını belirledi: “Kertenkele Çukuru.”

Zira, bu hadisinde, Resul-i Ekrem (a.s.m.) ümmetini, âhir zamanda Yahudi ve Hıristiyanların peşine düşme tehlikesine karşı uyarıyor. “Öyle ki” diyor, “onlar bir zehirli kertenkele çukuruna girseler, siz yine onların peşlerinden gideceksiniz.”

Kitap boyunca tahlil edilen üç unsurun, Hz. Peygamberin verdiği haberin şümulünde olduğu kanaatini taşıyoruz. Meselâ, dünyevîleşme, yani ‘dünyayı dine tercih,’ esasen önce yahudiler, ardından hıristiyanlar arasında doğdu; ve nicedir, bizim dünyamıza da zerkolunuyor. Milliyetçilik, esasen felsefe medeniyetinin çocuğu; ne var ki, değişik suretler giyinerek bizim de damarlarımızda geziniyor. Kemalizme gelince, onun ne için ve neye karşı doğduğunu sağır sultan bile biliyor.

Sözün kısası, dikenli bir tarlada yaşıyoruz. Gözümüz tarlanın ötesinde; ama biz ilerlemeye çalışırken, ‘kertenkele çukurları’ yolumuzu kesiyor; dikenler eteğimize yapışıyor. Tarlanın ötesine gitmek ise, dikenleri tanımayı, çukurları bilmeyi, tedbirini almayı gerektiriyor. Bunun için de, Kur’ânî bir tefekkürle yoğrulup Muhammed-i Arabî’nin nebevî talimi ve sünnet-i seniyyesi ile şekillenmiş bir hayatın izini sürmek gerekiyor

Kertenkele Çukuru, yazarına ve okuyucusuna bu yolda yardımcı olmayı sürdürürse, ne mutlu!…

METİN KARABAŞOĞLU
Mart, 1997







– Bu eser hakkında henüz bir yorum yapılmamış. İlk yapan siz olmak istemez misiniz?

  Teslimat : Güvenlik & Gizlilik : Tüketici Hakları : Sık Sorulan Sorular
 


© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut